1. YAZARLAR

  2. Sinan Dirlik

  3. 21 EKİM 2007’DE NE OLMUŞTU?
Sinan Dirlik

Sinan Dirlik

21 EKİM 2007’DE NE OLMUŞTU?

A+A-

AKP’nin bir “iç meselesi” gibi algılatılmaya çalışılan 4 Mayıs darbesi, Türkiye’de çok partili, parlamenter demokrasiden parti devletine geçişin resmiyet kazanması anlamına geliyor. Türkiye her ne kadar her türlü melaneti 2010 referandumuna bağlasa da aslında cin şişeden 21 Ekim 2007 tarihinde yapılan referandumda çıkmıştı.
Kimse konuşmak istemiyor şimdi ama 21 Ekim 2007 tarihinde yapılan referandumda Anayasanın 96, 101 ve 102. Maddelerinin değiştirilerek cumhurbaşkanının artık seçimle iş başına gelmesi halk oyuna sunulmuştu. Seçmenlerin %67.5’inin sandığa gittiği o referandumda %68.95 oy ile Evet çıkmış ve yıllar sonra Erdoğan’ın da dediği gibi, “o gün parlamenter sistem bekleme odasına alınmıştı”.
Cumhurbaşkanının TBMM tarafından seçildiği eski sistemden 21 Ekim 2007 referandumuyla artık halk tarafından seçilmesini sağlayan yeni sisteme geçişi hazırlayan nedenler, aslında bugünkü “tek parti/ tek lider” rejiminin yolunu döşedi.
Hafızamızı tazeleyelim biraz:
10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresi 16 mayıs 2007 tarihinde dolarken, TBMM’de Cumhurbaşkanlığı seçim hazırlıkları başladı. Cumhurbaşkanı adaylığı için son gün 25 Nisan 2007, TBMM de ilk oylama ise 27 Nisan 2007 olarak belirlendi. Parlamenter sistemin takvimine uygun olarak işlemesi gereken süreç, Cumhurbaşkanı ilk tur oylamasından 4 ay önce ortaya atılan 367 tartışmasıyla sekteye uğradı.
Anayasanın 102. Maddesine göre Cumhurbaşkanı seçilebilmek için ilk 2 turda nitelikli çoğunluk (367 oy), sonraki 2 turda ise salt çoğunluk (276 oy) yetiyordu. Bu, 354 milletvekiline sahip AKP tarafından belirlenecek cumhurbaşkanı adayının 3. Turda seçileceği anlamına geliyordu. İşte bu noktada “eski rejim” oyunbozanlık etti ve 367’nin sadece karar yeter sayısı değil, aynı zamanda toplantı yeter sayısı olduğu ileri sürüldü. Bu gerçekten oyunbozanlıktı, çünkü o güne kadar 10 cumhurbaşkanının hiç biri için bu kural geçerli olmamıştı.
AKP, 24 Nisan 2007’de Abdullah Gül’ü 11. Cumhurbaşkanı adayı olarak ilan etti.
27 Nisan 2007’de AKP adayı Gül, ilk turda 361 oyun 357’sini aldı. Oylamanın hemen sonrasında CHP, 367 toplantı yeter sayısı gerekliliği iddiasını Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı. Aynı günün akşamında ise Genel Kurmay Başkanlığı internet sitesindeki meşhur e- muhtıra yayınlandı. Anayasa Mahkemesi jet hızıyla karar alarak, 1 Mayıs 2007’de CHP’nin başvurusu doğrultusunda 367 toplantı yeter sayısı gerektiğini ilan etti ve 27 Nisan’daki ilk oylamayı iptal etti.
AYM’nin iptal kararından sonra 6 Mayıs 2007’de yapılan “tekrar” oylamada toplantı yeter sayısı olarak “güncellenen” 367’ye ulaşılamadığı için Abdullah Gül seçilemedi.
İşte cinin şişeden çıkmasına yol açan süreç de böyle başladı…
Kendi adayını o güne dek var olan teamüller değiştirildiği için seçtiremeyeceğini anlayan AKP erken genel seçim kararı aldı. 22 Temmuz 2007’de yapılmasına karar verilen erken genel seçimler öncesinde AKP önerisiyle hızlı yasal değişiklikler yapıldı. Genel seçimlerin yapılma süresi 5 yılda birden 4 yılda bire düşürüldü. Meclisteki tüm işlemlerde karar ve toplantı yeter sayısı 3’te 1 çoğunluk olarak değiştirildi. Ve en önemlisi de Cumhurbaşkanının TBMM tarafından değil, 2 turlu seçimle, halk oyuyla seçilmesi ve görev süresinin de 7 yıldan 5 yıla indirilerek 2 kez üst üste seçilebilmesinin yolu açıldı.
Dönemin Cumhurbaşkanı Sezer, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin rejimi sıkıntıya sokacağı gerekçesiyle kanun değişikliği teklifini veto etti. Ancak TBMM ye ikinci kez giden teklif bu kez 370 oyla kabul edildi. Aynı yasa paketini 2 kez veto edemeyen Sezer, yasayı Anayasa Mahkemesi’ne götürme ve halk oyuna başvurma kararı aldığını açıkladı. AYM, Sezer’in iptal başvurusunu reddetti. Bunun üzerine 21 Ekim 2007 de Cumhurbaşkanlığı seçiminin halk tarafından yapılıp yapılmayacağına dair referandum kararı alındı.
Erdoğan’ın yıllar sonra “rejim o gün değişti” demesine yol açan bu süreç, dönemin muhalefetinin aptallığı yüzünden başladı ve bugün “seçimle gelmiş olması hasebiyle” cumhuriyet tarihinin cumhurbaşkanlığı yetkilerini en etkin biçimde kullanan cumhurbaşkanıyla baş başa kalmamız bizzat muhalefet eliyle sağlandı.
Şimdi mevcut anayasanın kendisine verdiği yetkileri kendisinden öncekilerin hiç birinin kullanmadığı ölçüde “sonuna kadar” kullanan Cumhurbaşkanı, “uzasaydı sorun çıkardı. Genelkurmay Başkanı da MİT müsteşarı da hükümete bağlı ama başkomutan benim?” değerlendirmesiyle “çift başlılık” vurgusu yaparak parlamenter rejimin tıkandığını kanıtlamaya çalışıyor.
Bundan sonra ne olacak sorusunun yanıtı Erdoğan’ın ajandasında... Kendi sözünü söyleyemeyen muhalefet ise ancak Erdoğan ne söylerse ona karşı çıkacak.
Gerilimlere, siyasi belirsizliklerle dolu bu fırtınalı denizde pusulası bozuk geminin kaptan köşkünde Erdoğan oturuyor. Artık Türkiye, o ne isterse oraya gidecek… Ta ki mürettebat ve yolcular isyan edene kadar…

Bu yazı toplam 5450 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar