23 Eylül’de BM Genel Kurulu'nun açılışında bu dönem çok farklı bir durum oluşacaktır
23 Eylül’de BM Genel Kurulu’nun açılışında bu dönem çok farklı bir durum oluşacaktır. Filistin’in tanınması için öneri gündeme gelecek. Bu yüzden Orta Doğu’da taşların yerinden oynadığı ve 21. yy’da bu bölgenin siyasi ve ekon
23 Eylül’de BM Genel Kurulu’nun açılışında bu dönem çok farklı bir durum oluşacaktır. Filistin’in tanınması için öneri gündeme gelecek. Bu yüzden Orta Doğu’da taşların yerinden oynadığı ve 21. yy’da bu bölgenin siyasi ve ekonomik yeniden yapılanmasına dönük devinimlerin gerçekleştiği bu dönemde, bu oldukça önemli bir gelişmedir. Bu gelişmeler, bizim hem bugünümüzü, hem de yarınımızı doğrudan etkileyecektir.
İşte bu nedenledir ki Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun ekim öncesi, bu açılış için New York’a gidiyor olması son derece önemlidir. Büyük alt üstlüklerin yaşandığı bu coğrafyada, böylesi büyük bir siyasi olayın, Filistin’in tanınması meselesinin de yaşanacağı bu dönem, bölge açısından son derece önemli sonuçlar getirecektir...
********
20.yüzyılın ilk yarısında, Orta Doğu’da doğan ve ABD, İngiliz, Fransız hakimiyetine karşı gerçekleşen Arap halklarının bağımsızlık hareketlerinde, o dönem Türkiye, NATO üyesi bir ülke olarak bu hareketlerin maalesef destekçisi olmamış, aksine, bu hareketlere dönük olarak ta karşıt tavırlar da almıştı. Bu yüzden Arap halklarının gönlünde soğuk bir yer almıştı. Kıbrıs Türk tarafı da Kıbrıs’ta İngiliz hakimiyetinin devamına dönük bir tavır sergilemişti. Bunu Denktaş’ta, 1964’te yazdığı “12’ye Beş Kala Kıbrıs” kitabında veciz sözlerle ifade etmişti. “Değişen dünyadan bihaber, körü körüne İngiliz dostluğu güttük” demişti. Ama o dönemde kendisi bir Hristiyan din adamı ve ENOSİS gibi bir tezin de savunucu da olan Makarios ise Arap halklarının gönlünde, anti İngiliz, antiemperyalist bir lider olarak taht kurmuştu.
Şimdi durum çok farklıdır. Özellikle bağnaz ve bencil hakimiyetçi anlayışlar adına, güneyin siyasi liderliği, Türkiye karşıtlığı ve Kıbrıs’ın egemenliğini de Kıbrıs Türk toplumu ile paylaşmamak adına çıktığı yolda, en nihayet İsrail ile bencilliğinin esirliğinde, gaz konusunda müthiş bir ekonomik ve siyasi bağlaşıklığa gitti. Gaz konusunda izlediği siyasi hat ile İsrail’le kurduğu bu yeni ilişki, tam da bu konjonktürde onları, Arap halkları indinde Makarios’un sağladığı inanılmaz saygı mirasını hovardaca tüketen bir noktaya götürmektedir.
Bu durum, özellikle Arap Baharı denen ve Arap halklarının müthiş bir devinim içinde olduğu bu dönemde, Türkiye ve Başbakan Erdoğan’ın “One Minute” meselesinden başlayarak, Mavi Marmara olayına kadar uzanan bir süreçte, durumunu çok farklılaştırdı. Son Mısır, Tunus ve Libya ziyaretlerinin de gösterdiği gibi, Türkiye ve Başbakan Erdoğan’a dönük olarak Arap halkları indinde çok önemli bir sevgi ve saygı oluştu.
Bu öyle bir durum ki mağrur ve burnundan kıl aldırmayan İngiliz ve Fransız diplomasisini, ilkel bir örnek göstererek, Erdoğan’ın Libya ziyareti öncesi, bir gün evvelden Sarkozy ve Cameron’a Libya gezisi düzenlettirmek zorunda bıraktı. Bu ise dünyanın önemli enerji kaynakları ve ulaşım yolları üzerinde bulunan bu coğrafyada, yer ve etkinlik kapma yarışının bir göstergesidir. Ayrıca global dünyada artık, eski aktörlerin yanında Türkiye gibi bölgesel güç odaklarının da, dünden farklı olarak etkinlik alma yarışında var olduğunu gösteren bir yeni durumdur.
***
İşte böylesi gelişmelerin olduğu bu coğrafyada, şimdi Filistin’in tanınması oylaması BM’ de eylülün son haftası yapılacak. Bu oylamanın yapılacağı dönemde Türkiye; ekonomik ve siyasi olarak ta dünden farklı bir konuma sahip. Ayrıca BM Güvenlik Konseyi üyesidir de. Mavi Marmara olayı arkasından gelişen Gaz konusunda da İsrail ile şiddetli birde gerginliğe girdi., Dolayısı ile şimdi Filistin’in tanınması konusunda da çok aktif bir tavır içindedir. Böylece Arap halklarının gönlündeki sevgiyi daha fazla almaktadır. Güney Kıbrıs’ın hakimiyetçi liderliğinin bağnazca ve bencilce gündeme getirdiği Gaz konusunda ise onlar, İsrail ile çok önemli bir ekonomik ve siyasi işbirliği içine girdiler.
Güneyde Mari deniz üssünde meydana gelen ve Vasiloko’da en önemli elektrik santralinin de berhava olmasına yol açan patlamanın nedeni ne idi? İran ve Suriye’ye ait olan ve BM’nin bu ülkelere dönük aldığı silah sevkiyatını yasaklayan kararına bağlı olarak yakalanan bu patlayıcıların imha edilmemesi. Neden? Çünkü bunların imha edilmesi halinde, güneyin İran ve Suriye ile var olan siyasi ilişkilerinin bozulması endişesi… Bu da bu iki ülkenin, o dönem, Türkiye ile gelişen siyasi ilişkileri nedeni ile bu mühimmatın imha edilmesi halinde, güneyin onlarla var olan ilişkilerinin zedeleneceği korkusu bu adımın atılmasını engelledi... Bu ise güneyin siyasi liderliğini, kendi elektrik santralinin de darmaduman olmasına yol açan bu hareketsizlik içerisine girmesini getirdi. Ama şimdi, bencilce ve bağnazca sürdürdüğü gaz politikası nedeni ile İsrail’le girdiği bu yeni ilişki ile de Arap Halkları ile var olan ilişkisini berhava ediyor. Şimdi Arap halklarının gönlü ve siyasi duruşu ile çelişecekler. Türkiye’nin Arap halkları ile ilişkisi gelişirken, İsrail’le de gerginleşen çelişki nedeni ile Arap halkları arasında doğan ve artan sempati, Kıbrıs sorunu gibi önemli bir konumda başka şeylere de yol açacak.
***
Çünkü Türkiye ve Kıbrıs Türk liderliği bir tavır açıkladı. Ekim ayına kadar gelişme olmasını arzuladıklarını ifade ediyorlar. Bunun arkasında ya yıl sonuna kadar, ya da 2012 ortalarında AB dönem başkanlığını güney devir almadan, Kıbrıs’ta çözüm istediklerini açıklıyorlar. Eğer olmaz ve güney AB dönem başkanlığını çözümsüzlük şartlarında alırsa, hem AB ile ilişkileri donduracaklarını, hem de bu zeminde Kıbrıs’ta çözüm arayışlarından uzaklaşacaklarını açıkladılar. Peki ondan sonra ne? Kuzey Kıbrıs’ın siyasi konumunu yükseltmek! Bu tanınma istemi mi olur? Ya da başka bir şey.
Çeşitli senaryolardan bir tanesi de Kuzey Kıbrıs’ta, KKTC yerine Kıbrıs Türk Devleti isminin ele alınmasıdır. Bu vesile ile içte de Anayasal değişiklik ile başkanlık sistemine geçilmesi meselesi hâlâ sıcaklığını korumaktadır.
Şimdi, 20.yy’ın siyasi ve ekonomik ilişkilerinin evrensel düzeyde oluşmasına katkı sağlayan klasik Arap liderliklerinin yıkıldığı ve yerini de büyük bir demokratik heyecanın aldığı günümüz şartları var. Ayrıca İsrail’e dönük inanılmaz bir öfkenin de büyüdüğü ve yeninin de yerleşmek için eskinin tüm anlayışlarına karşı tavır almasının kaçınılmaz olduğu bu dönemde, Kıbrıs konusunda dünden farklı bir arayışın olanaklı olduğunu da, Kıbrıs ve Türkiye’deki politika yapımcıları herkesten iyi görmektedir.
Hele AB ciddi bir ekonomik kriz içinde iken. Ayrıca çok kültürlü bir Avrupa projesine karşı olan mağrur ve burnunun ucunu göremeyen Avrupa’nın Sarkozy ve Merkel gibi muhafazakar liderliklerinin ideolojik körlükle, AB süreçlerinde takip ettikleri dışlayıcı politika nedeni ile Türkiye üzerinde etkinliğini zayıflattıkları bu dönemde, bu son derece önemlidir. Üstelik de global kriz şartlarında gerek ekonomik, gerekse demokratik ve siyasal olarak Türkiye düne göre çok önemli bir gelişme içinde iken AB’nin konumunun içte ve dışta zedelendiği bu dünya konjonktüründe de bu durum, dünden farklılık göstermektedir.
Dolayısı ile şimdi Eroğlu bu gelişmeleri gözlemleyen, Türk dış politika yapımcılarının da tespitleri temelinde, Filistin’in tanınmasının BM’de oylanacağı dönemde, ekim öncesi, New York’a gidiyor. Çünkü önümüzdeki aylarda 2012 sürecine kadar BM temelindeki görüşme sürecinde eğer bir gelişme olmazsa, sonuç itibarı ile Türk dış politika yapımcıları Kuzey Kıbrıs’ın siyasi konumunun yükseltilmesi çabasını öne alacaklardır. Hele Doğu Akdeniz de gaz ve petrol rezervlerinin herkesin iştahını kaldırdığı bu dönemde, çözümsüzlük şartları içinde, bu bölgede stratejik ekonomik ve siyasi çıkarları olan Türkiye, bu konumunu bu şekli ile tutamaz. Dolayısı ile dünyanın ve bölgenin bu konjonktüründe, İsrail ile girdiği bu akıl almaz yeni ilişki nedeni ile güneyin siyasi liderliğinin başlattığı bu ilişkinin, onların Arap halkları ile çelişkisini doğurması kaçınılmazdır. Dolayısı ile Türkiye müthiş bir devinim içinde olacaktır.
Bu yüzden Kuzey Kıbrıs’ın siyasi konumunun yükseltilmesi çabasında, “Türk tarafının” dünden farklı bir desteği alacağı açıktır. Bu ise gaz ve petrol olanaklarının da heveslendirdiği iştahların eşliğinde, ortak yurdun daha da bölünmesi ve Birleşik Federal Kıbrıs tezinin daha da darbelenmesini getirecektir. Eroğlu’nun 2012 içinde erken seçim konusunu dilendirmesi de budur.
Bu, UBP Hükümetine dönük şikayetlerin de ötesinde bir şeydir... Bu gelişmelerden sonra, 2012’nin ikinci yarısının arkasından hem İsrail’le Türkiye gerginliğinin neden olacağı gerilim. Hem de Güney Kıbrıs ve Yunanistan’la olan gergiliğin doruğa çıkacağı. AB süreçlerine dönük inanılmaz gerginliklerin yaşanacağı, ama Orta Doğu’da İsrail karşıtlığı ve Türkiye sempatisi ile de gelişecek olan bir konumda Kuzey Kıbrıs’ın siyasi konumunun yükseltilmesi sözleri ile de desteklenecek olan 2012 sonundaki erken seçimdeki siyasi atmosferi şimdiden görmemek için kör olmak gerekir. Bu yüzden erken seçim ihtimalinin 2012 sonu veya 2013 başında oluşacağını bilerek hareket etmek gerekir.
İşte bundan ötürüdür ki günümüzde, siyasi ve ekonomik tespit ve analizleri çok yönlü ve dikkatli yapmamız gerekmektedir. Öyle basit ve günlük tepkiler ve İrsen Küçük- Eroğlu çekişmesi falan gibi yaklaşımlarla meseleleri ele almak, bakış açımızı köreltmemize yol açacaktır. Bu dönemde ayrıca görüşme sürecine iyice odaklanıp, bu karmaşa içinde görüşme sürecini değerlendirmek ve adanın bölünmesine karşı olan, 23 Mayıs ve 1 Temmuz antlaşmaları çerçevesinde, BM ilkeleri temelinde Federal Birleşik Kıbrıs tezine destek veren herkesin ,ister Türkçe, isterse Elence konuşsun, bu süreçte etkin olması için çaba harcamamız gerekmektedir..