24 Haziran ve sonrası…
Türkiye’de 24 Haziran’da gerçekleşecek seçimler sadece Türkiyeliler için değil, aynı zamanda Kıbrıslı Türkler için de büyük öneme sahip.
Her ne kadar son yıllarda biz Türkiye’nin iç işlerine karışmayalım ki onlar da bizimkine karışma hakkı bulmasın gibi naif bir söylem yaygınlık kazanmış olsa da, doğrusu ben aynı fikirde değilim.
Görüş sahibi olmakla, Rauf Denktaş’ın Talat Paşa Komitesi ile Doğu Perinçek’i de yanına alarak kapı kapı gezmesi, Türkiye’deki siyasi iradeye müdahale etmesi arasındaki farkı herkesin iyice değerlendirmesinde yarar var.
Değilim, çünkü bir Kıbrıslı Türk birey olarak Türkiye halklarının demokratik ve özgür bir yaşam hakkını aynen kendi ülkem kadar önemserim. İnsan haklarının yaygınlaşmasını, çoğulcu bir toplum olmasını, vesayet rejiminin tamamen sonlanmasını, ülke içi farklılık içinde birliğin gelişmesini isterim, başörtüsü kullanmayı tercih eden de farklı etnik kimliklerin de özgür bireyler olarak temel insahaklarından yararlanmasına, Türkiye’nin bütünlüğü içinde bir arada olmasına çok önem veririm. O kadar ki yine bir birey olarak bu yönde siyasi irade belirtmekten ne korkarım ne de çekinirim. Bu benim en doğal hakkım. Türkiye için hamaset yapmak ve boş nutuk sallamak kolay.
Elbette ki sonuçta kim temel insan hak ve özgürlüklerini savunur ve Türkiye’yi AB değerleri üzerinden yeniden geliştirecekse iradem, aklım ve vicdanım onunladır. Bu değerler üzerinden Kıbrıslı Türklerin kendi kendilerini yönetme iradesine saygı duyan, tahakküm ve baskı ile herhangi bir dayatmada bulunmayan, Federal çözüm iradesini destekleyen ve bu bağlamda Türkiye’nin Avrupa süreci için Kıbrıs sorununun çok temel bir sorun olarak çözülmesi gerektiğini gören, bu yönde çalışan da benim destek vereceğim ya da kazanmasını isteyeceğim siyasi iradeyi yansıtır.
Emekli komutan Başbuğ gibi Kıbrıslı Türklerin toplumsal kimliğini ve kurumlarını aşağılayan, vesayet rejimini hem Türkiye’de hem de Kıbrıs’ta hayal ve talep edenlerle işimiz olmaz. O türler ve Doğu Perinçek gibi sosyal faşistler bizim asla dostumuz olmaz, olamaz.
Benim tanımladığım bu siyasi perspektif eğer Türkiyeli demokrat ve sol kesimin düşünceleri ile kısmen de olsa çelişiyorsa, bunun nedenini bize değil, tarihsel bağlamda kendi kendilerine sormalarında yarar var diye düşünürüm.
Ancak, şu anki görüntü 24 Haziran seçimlerinden istikrarın çıkmayacağı yönündedir. Ortaya çıkacak yeni tabloya göre, birinci turdan Erdoğan’ın kazanma olasılığı çok yüksek. Yine HDP yüzde 13 dolayında oy ile barajı geçecektir. Bunun yanında Akşener’in, bu seçimleri İnce’nin önünde bitireceği bir diğer önemli saptama.
Gençlerde ciddi bir memnuniyetsizlik olduğu ve bu kesimde Akşener eğiliminin yüksek olduğu bir diğer dikkate değer konu. Bu çerçevede Parlamento çoğunluğu sağlayamamış bir Erdoğan’ın ciddi sıkıntıları olacağı açıktır. Bu noktada benim referansımın, değerli araştırmacı Bekir Ağırdır (Konda Araştırma Şirketi) olduğunu belirtmek isterim.
Dolayısıyla şu andaki gündem 2 yıl içinde yeni bir seçime gidilmesi. Hatta belki daha da önce.
Bu durum bizim için de ciddi bir istikrarsızlık unsuru olacak.
Bırakalım yardım kalemlerini, destek projelerini.
Öngörülebilir bir zaman içerisinde, Kıbrıs sorununda güçlü adım atabilecek bir aşamadayız.
Bu istikrarsızlık ne yazık ki bizim elimizden bu şansı alıp, iktidar boşluğundan yararlanmak isteyenlere yeni kapılar açabilir. İlerde istikrarın nasıl sağlanacağı da meçhul...
Kıbrıs sorununu öteleme derdinde olanların ve bu şartlarda müzakereler başlamamalı diyenlerin düştüğü yanlışı da burada not etmeliyiz. Bugünkü şartlarda, Kıbrıs sorununun çözümünü isteyenlerden çok ayrılıkçıların sesi yüksek çıkıyor. Bu durum BM Genel Sekreteri Guterres’in, Kıbrıslı Türklere de sorumluluk yükleyen, çözüm iradesini canlı tutma talebi ile de açıkça ters. Biz sadece Anastasiades’e sorumluluk yükleme oyunu ile var olan sorunları aşamayız. Ne de öteleyerek. Kıbrıs sorununu sürekli canlı tutma sorumluluğumuz vardır. Bunu unutuyor ve kendi kendimizi dünyadan izole ediyoruz gibi.
Kıbrıs sorununda herhangi bir gelişme olmaması yani bugünkü ortamın aynen devam etmesinin etkisi, Kıbrıslı Türkler için kısa ve orta vadedeki etkisi katastrofik* olacaktır.
Bunun farkına varmak için, daha ne kadar dibe vurmamız gerekir ?