25 bin mi, 90 bin mi kalabalık?
25 bin kamu çalışanı hayatın pahalılaşmasıyla ilgili aslında sigortalı.
"Hayat pahalılığı ödeneği" denen ve yılda iki kez ödenen artış bu gruptaki çalışanları pahalılığa karşı koruyor.
Maaş artışı, ek mesai, hafta sonu tatilleri, resmi tatiller ve dahası…
Haklar belli bir düzeye çekilmiş. Allah artırsın, artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin.
Peki 80-90 bin özel sektör çalışanını hangi sistem koruyor?
Ara sıra artırılan asgari ücret dışında bir şey var mı? Ülkede aslında sosyal devletmiş gibi görünen ancak kendi kendine bile yetemeyen sosyal olamayan devletimiz belli kesimleri koruma-kollama üzerine bir sistemi besliyor.
25 bin kamu çalışanının maaşı, ek mesaisi ödeneği, teşviki şusu busu derken kamu maliyesindeki paranın % 80’den fazlası bitiyor.
Tüm bu yaşananları 80-90 bin kişilik sessiz ama öfkeli özel sektör çalışanı izliyor, görüyor.
Öfkeliler çünkü ayrıcalıklı zümrenin hayat standardının kendi hayat standardının üzerinde olduğunu görüyor ve bu duruma kızıyorlar.
Öfkeliler çünkü, sosyal olamayan devlet onlar için her adım atmaya kalktığında ayrıcalıklı zümre "hani bana" diye su yüzüne çıkıyor. (Bakınız: Kiracı-ev sahibi döviz kuru sabitleme tartışmaları)
Öfkeliler çünkü, bu adaletsiz durumun biteceğine ilişkin bir ümit yok. (Bakınız: Özel sektöre maaş desteği konusunun kilitlenmesi)
Örgütlü olmayan bu öfke şimdilerde kendini sosyal medyada iletilerde gösteriyor.
Dağınık, parça parça ama fazla!
Büyük çoğunluğu göçmenlerden oluşan ancak hatırı sayılır sayıda yerli halkı da barındıran bu kitlenin öfke çıkışları izlemeye değerdir diye düşünüyorum.
'Ortanın altı' sayılan ve yoksul sınıfa girmemek için çabalayan bu kesimin mutlak surette büyük bir patlama yaşayacağını düşünüyorum.
Ancak bu patlama, ellerde pankartlarla lay lay lom Dereboyu eylemleri gibi olmayacak.
Çok daha fazlasına gebedir bu öfke birikimleri!
Bu öfkeyi tetikleyen, dürtükleyen ve bir kısmına da hükmetmeye çalışan bir de siyasi oluşum var şimdilerde… Kimileri bunu görmezden geliyor ama etki alanları geniş!
Yabancı göçmenler üzerinde siyaset güden ve “garibanın sesi” rolünü çok iyi oynayan bu oluşumun kışkırtmaları da dikkatle izlenmelidir.
Zira kitle ekonomik olarak haksız değildir ve kendi ile ilgili ortaya konan her mağdur edebiyatı karşısında galeyana gelebilme eğilimindedir.
***
Yapılması gereken aslında dile kolay gelse de toplumsal düşünebilmekten geçmektedir.
Ancak şimdilerden ve daha öncelerde ortaya konan genel hak arayışı anlayışı zümresel çıkarların korunmasına hatta daha ileri taşınmasına yöneliktir.
Bu nedenle gelenekselleşen bu “hak” arama modeli öteki kesimi daha da büyütecek ve daha da öfkelendirecektir.
Er ya da geç şimdilerde dağınık patlamalar yaşayan bu zümre patlayacak, bundan eminim.
Birileri “benim ek mesaim, benim maaşım” dediği müddetçe, birileri “benim teşvik primim” dediği müddetçe öfke büyüyecek.
Son dönemdeki örgütlü yapıların son eylemlerine olan ilgisizliği ve kamuoyundaki karşılık bulamama durumunu buna yoruyorum. Zümresel hak arayışları genel bir destek almıyor artık, bırakın destek vermeyi insanlar eyleme bile tepki gösterebiliyor.
Hal böyle olunca ayrışma daha da büyüyor.
Büyüdükçe sorun da katlanıyor.
Bu durum devam ederse peki?
O zaman bugünkünden çok daha başka şeyleri konuşacağız.
Çok başka şeyleri… Az kaldı, maraz kaldı…
… medyada göze çarpanlar…
“Restoranlarda balık yiyememek” gibi bir derdimiz var (!) Meclis gündeminde üstelik bu “sorun”… Şaka değil, gerçek… Ana uhalefetin gündemi: “Balık yiyemiyoruz”
‘Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü’ne yakışan sözler mi bunlar? Sözcü müsün Barış Bey, yoksa ‘adayın propaganda sorumlusu’ mu? Bu açıklama olmamış… Belli ki seçim havası sarmış Lefkoşa Surları’nı… :)