1. YAZARLAR

  2. Mert Özdağ

  3. 25 bin sterlinlik arabası… 1500 TL MAAŞI…
Mert Özdağ

Mert Özdağ

25 bin sterlinlik arabası… 1500 TL MAAŞI…

A+A-

"Üniversiteli işsizler" konusu, uzun süre başımızı yakacak, görünür, ancak 'konuşulmaz-tartışılmaz' bir sorun olmaya devam edecek belli ki…

Bu sorun görmek isteyenler için evet var!
Somut olarak görmek de mümkün.
Ancak konuyu irdeleme yöntemlerimiz ya da tartışma ağırlığımız ne kadar yeterli?
İşte bu, tartışma kaldırıyor.
Gençlerin aileleri, ya da daha doğrusu ‘veliler sorunu’ ile başlamak lazım bu durumu irdelemeye…
Zira esas mesele orada başlıyor.
Velilerin istek ve beklentilerinde…

"Bizim zamanımızda yoktu, biz okuyamadık" diye başlayan cümleleri kuran anne ve babaların evlatlarını çok güzel yerlerde görme güdüsü ile fitillenen bu istek sonuçları kimi zaman belirsiz olan bir tünelde bitiyor.
Aslında kendini "alt sınıfta" gören aile "oğlum doktor olsun, mühendis olsun" dürtüleri ile sınıf atlama çabasına girişiyor.
Ve bunun için de elbette "üniversite" bir araç!..
Elbette yeni dönemin trendi "özel okullar" da bu güdülerin ve dürtülerin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor.
Konumuz özel okullar değil ama ben de bir baba olarak kendimi bu "sürüden" ayırmıyorum.
Evet 6 yaşında bir kızım var ve ben de kızımı özel ana okulda okuttum.
3 yıl bitti, şimdi yine aynı özel okulun ilkokulunda devam edecek.
Belli ki özel okullardan devam edecek eğitimine…
Şikayetçi miyim?
Hayır, aksine kızımın okuduğu okuldan çok memnunum.
Ancak kızımı özel okula göndermemdeki tek sebep sınıf atlama güdüsü değil elbette…
Devlet okullarının harap görüntüsünden tutun da grevlere kadar birçok sorun beni devletin verdiği hizmetlerden uzaklaştırdı.
Bu nedenle evet, kızımı özel okulda okutuyorum, binlerce liralık ek külfetin altında eziliyorum.
Neyse konumuz özel okullar değil, esas konumuza dönelim…

*** 

Mesele şu; ne olacak bu üniversiteli işsizler?
Gerçekten kafa yorulması gereken ciddi bir sorun bu…
Çocuk yaşta velilerinin bitmek tükenmek bilmeyen "daha iyiye" baskısı altında ezilen gençlerin zirveye çıktıkları eğitim hayatlarının sonunda ellerine verilen bir kağıt parçası ile hayata atılmaları ya da atılamamaları çok katmanlı bir sorun…
Bundan 10 bilemedin 20 yıl önce üniversiteden mezun olan bir genç için iş bulmak devasa bir sorun değildi.
Neredeyse işi hazırdı herkesin.
Peki ne oldu da işler artmazken üniversiteli profesyoneller arttı?
Evet, yakın çevremde izlediğim kadarıyla benim dayım, teyzem gibi Türkiye üniversitelerinde yüksek öğrenim yaparak adaya gelenlerin devlet kadrolarında rahatlıkla istihdam edildiği dönemleri yaşadık.
1980'lere denk gelen bu iyi dönem giderek kötüleşti.
1980'lerde bir TC üniversitesinde öğretmenlik okuyan genç adaya geldiğinde rahatlıkla devlete istihdam olarak hem sınıf atlama olanağı buldu hem de devlet şartlarında iş güvencesi…
Ancak şimdi aynı şartlarda mezuniyet diplomasını alan gençleri aynı kolaylık beklemiyor.
İktidara mensup partide “en kıymetlilerin” çocuğu değilseniz, kamuya girmek neredeyse imkansız…

Geriye özel sektör kalıyor ki bu da "güvenceden yoksun-düşük maaş" ve beklentilerin aşağıya çekildiği bir ortam demek…
İşte uzun uzun seneler kendini geliştiren, yüksek öğrenimini en üst seviyeye taşıyan üniversiteli de bu durumu kabul etmek istemiyor, çalışmıyor!..
Yakınan izlediğim bazı örneklerde bu "çalışmama" hallerine ailelerin de destek olduğunu izliyorum.
"Ne gidecen babam 2 guruşa çalışasın, otur evde devlete girene gadar da ben veririm sana onların vereceğini" diyen baba çok!..
Elbette herkes bu yöntemi seçmiyor.
Hayat bir mücadele ve bu mücadelede "devam" etmek isteyenler ise iş hayatına girme yolunu da seçiyor.
İş hayatına girenleri de çok farklı bir sorun bekliyor bu kez…
Binlerce rakip!..
Malum özel sektör çok çalışan ve azla yetinenleri arıyor!..
Bu nedenle azla yetinenler, daha fazla ezilmeyi göze alanların şansı yüksek…

Bizim üniversiteli, bu kez de kendi gibilerle rekabet etmek zorunda kalıyor.
Kamuya girmek ise hem adaletsiz bir süreç hem de artık maddi olarak bir çekiciliği de yok.
"Göç Yasası" denen yasa işte burada ciddi bir soruna yol açıyor.
Okuyan, kendini geliştiren üniversiteli tam da kamuya girme olanağı da yakalamışken bu kez "daha az maaş" sorunu ile beklediği sınıfsal fırlamayı yapamıyor-mevcut durum beklentilerini karşılamıyor.
Zira ailesinden gördüğü alıştığı şartlar, tüketim alışkanlıkları, çevresi ona "daha fazla tüketmeyi" emrederken o, iyi bir yarışın sonunda kazandığı zaferle (kamuya istihdam edilerek) keyif alması gerekirken yine yenilgi, yine hüsran yaşıyor.
İşte burada Göç Yasası denen yasanın yarattığı yeni model bir travma gün güzüne çıkıyor.
Burada takip ettiğiniz üzere birçok unsurun birleşmesi ile ciddi bir travma beliriyor.
 Ailelerin beklentisi…
 Üst seviyeye çekilen tüketim alışkanlıkları.
 Ve özel okullara ödenen binlerce liralık kaynak…
Bu üç faktörün birleşmesi ile oluşan hayal kırıklığı ortamı bizlere şunu gösteriyor:
Ailelerin desteği olmadan bu şartları sürdürmek olanaksız.
Yani üniversiteli kamuya istihdam edilse bile (ki bu en şansıları) yine aileye bağımlı yaşamaya devam ediyor.

Daha açık bir örnekleme yapacak olursak; 25 bin sterlinlik spor araba kullanan ancak özel bir bankada 1500 TL maaşla çalışan yüzlerce genç gösterebilirim size… Arabasını ailesi satın almıştır, muhtemelen de emeklilik ikramiyesi filandır.
Bu ciddi bir sorundur dostlar, önemli bir toplumsal travma…
Kendisinin alt sınıfta olduğunu kabul etmeyen, daha doğrusu "işçi" olduğunu reddeden gençlerin üst sınıf gibi yaşam alışkanlıkları geliştirmesi ve bunu yaşaması, ya da yaşamaya çalışması ele alınması gereken bir sorundur.
Bu mevcut durum yarattığı travma nedeniyle gençlerde ciddi bir ‘sinir harbi’ yaşatmaya devam edecek belli ki…
Bu sinir harbi sınıfsal bir duruş olmaktan çok "anlık-günlük" çıkışlarla kendini hissettirecek.
Sosyal medyadaki aşırı çıkışları dikkatle inceleyiniz.
Sözünü ettiğim yaşlardaki gençlerin çok fazla öfke ile çıkıştıklarını göreceksiniz.
İşte bu öfke patlamaları ana okuldan günümüze ailelerin beklentileri ile tırmanan 'biriktirdiği özel çabanın' özel ürünüdür, özel sonucudur…
Ve bu sorun irdelemeye değerdir.

--------------------

Hükümete birkaç soru…
Ve bu iddialar doğru mu?

 Piyangolar Birimi’nde eldeki kazı kazan biletlerinin tükendiği, bilet bastırmak içinse gecikme yaşandığı, matbaa konusunda kararsızlık yaşandığı ve sırf bu nedenden dolayı kurumun 300 bin TL civarında zarara uğratıldığı doğru mu?

 Kooperatif Merkez Bankası’nda bu güne kadar 1 olan “genel müdür yardımcılığı” makamının çoğaltılarak makam yaratıldığı iddiası doğru mu?

 Yine Kooperatif Merkez Bankası’nda bir milletvekilinin oğluna verilmek istenen 2.3 milyon sterlin borç konusunda teknik sıkıntı çıktığı, hatta borcun uygulamaya giremediği doğru mu?

 İskele sahil şeridinde 3 milyon sterlin değerinde olduğu söylenen kamu arazisinin bir UBP MYK üyesine devredilmek istendiği iddiası doğru mu?

 Girne Belediyesi Halk Dansları ekibinin Meksika’da düzenlenen festivaline bazı işadamlarının bağışçı olarak destek verdiği hatta bu destek karşılığında bazı izinlerin onaylandığı iddiası doğru mu?

 Kıbrıs Türk Elektrik Kurumu’nda müdür ve yeni yönetimin inisiyatifi ile çoğunluğu UBP’lilerden oluşan bir gruba ait akaryakıt istasyonlarından akaryakıt alındığı bilgisi gerçek mi?

 Girne bölgesi emirnamesi ile ilgili olarak Başbakan Özgürgün’ün Girneli bakan Kutlu evren’e baskı yaptığı, hatta bu gerilim yüzünden Kutlu Eren’in gözden çıkarıldığı iddiası doğru mu?

 Kamuda örgütlü bir sendikanın Lefkoşa’daki büfesinin, daha doğrusu sendikaya ait binanın alt katındaki restoranının Başbakan’ın bir yakınına kiralandığı ve yasadışı olarak izinsiz şekilde restoran olarak satış yapıldığı iddiası doğru mu?

 Vergi borcu olduğu halde yasadışı bir şekilde LAÜ'nün bir kamu bankasından borçlandırıldığı doğru mu?

 Sunat Atun’un bakanlığını yaptığı Ekonomi Bakanlığı’na bağlı Kalkınma Bankası’na bir belediye başkanının kızının istihdam edildiği bilgisi doğru mu?

 Spor Dairesi’ne bağlı “Piyangolar Birimi”ne yapılan 3 istihdamdan birinin UBP Milletvekili Zorlu Töre’nin kızı Aysel Töre olduğu bilgisi doğru mu?

Bu yazı toplam 35200 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar