1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. “28 Temmuz Süreci”
“28 Temmuz Süreci”

“28 Temmuz Süreci”

“28 Temmuz Süreci”

A+A-

 

İlke Gürdal
[email protected]

28 Temmuz 2013 tarihinde gerçekleşecek olan erken seçime artık sayılı günler kaldı. Tabiri caizse toplumumuzda bu günlerde bir “28 Temmuz süreci” yaşanmakta, siyaset her yerde kişiler tarafından bolca konuşulmakta, tartışılmaktadır. Peki bu dönemde KKTC' deki siyasi iklim nasıl şekillenmektedir?  Bu seçimin kendine has dinamikleri nasıl oluşmuştur? Belki de aslında sorulması gereken soru bu seçimde iktidar talep edenlerin KKTC'de neleri dönüştürme potansiyeli olduğu ile ilgilidir. Halkın arasından yükselen “Siyasi partilerin hepsi aynı” ya da “Zaten Türkiye ne derse o olur” ezberlerini bozmak için ne tur yollar izleyecekleri ve bunu başarmak için alışılmışın dışında ne önerecekleridir.
İtalyan filozof ve siyasetçi Antonio Gramsci'nin kendi dönemi ile ilgili söylediği “Eskinin çürüyüp yok olduğu, yeninin ise bir türlü ortaya çıkamadığı bir değersizleşme, bir çürüme, bir nihilizm dönemi yaşıyoruz” sözü aslında günümüzün şartlarında Kuzey Kıbrıs'ta da geçerlidir. Günümüze kadar süregelmiş siyasetlerin 1974 sonrası Kuzey Kıbrıs' ı istenilen, arzulanan noktaya getirmediği ortada olmasına rağmen, yeni üretilen tezler de gerekli siyasi dönüşümü gerçekleştirme hedefine ulaşamamakta ve bu durum da toplum bireylerini ümitsizliğe ve dolaysı ile apolitikliğe itmektedir. Dünyadaki mevcut siyasetle benzeşen(ekonomik kriz, yolsuzluk) dinamikleri  taşımasına rağmen  kendine has dengeleri barındırmış olan siyasetimiz, politik simalar zamanla değişmiş olsa bile maalesef ayni kalıplara hapsolmuştur.
Şu ana kadarki açıklamalar göz önüne alındığında, bu seçim döneminde ortaya çıkan söylemlerin aslında partilerin kendi siyasi, ekonomik ve sosyal programlarından çok 2009 Nisan’dan 2013 Haziran'a kadar 4 yılı aşkın bir süre tek başına iktidarda kalmış olan Ulusal Birlik Partisi’nden ne yönde farklı oldukları üstüne kurulmaktadır. Bir acıdan bakarsak “ne oldukları” değil “ne olmadıklarıdır”. Ulusal Birlik Partisi'nin hükümet döneminde devletin ekonomik yetersizliğinden doğmuş maaş ödeme sıkıntıları, iktidar partisinin kendi iç hesaplaşmaları ve devlete ait kurumlarda uygulanmış veya uygulanmaya çalışılmış özelleştirme projeleri toplumda farklı boyutlarda tepkileri de beraberinde getirmiş, zaten pek de güllük gülistanlık olmayan siyasi düzen, haliyle daha da karmaşık bir hal almıştır. 
KTHY’nin batırılması, Saray Otel, DAİ-DAK, ETİ ve Ercan Havalimanı gibi kuruluşların sermayeye peşkeş çekilmesi, hayat pahalılığı ile kıyaslandığında gerekli maaş artışı olmaması, kamuda küçülmeye gidilme planı olmasına rağmen kurultay hesapları nedeni ile kamunun geçici memurlar ile şişirilmesi ve 2009’dan bu yana 7000 yeni vatandaşlık verilmesi sayabileceğimiz örneklerden birkaçıdır. Bu politikalar aslında ülkemizdeki alışılagelmiş kirli siyasetin bir parçası olmakla beraber, özelleştirme adı altında neo-liberalizmin Kuzey Kıbrıs'ta en belirgin hissedildiği dönem olmuştur.
Bunlara ek olarak Ulusal Birlik Partisinin hükümet döneminde Türkiye Cumhuriyeti ile imzalanan ekonomik protokolün getirdiği yaptırımlar yüzünden Kıbrıslı Türklerin iradesi derin bir darbe almış, vesayet rejimi kendini açıkça belli etmiştir. Toplum olarak kendi geleceğini ilgilendiren bir olayda siyasi aktör olmayı başaramamıştır. Ülkedeki sivil toplum örgütlerinin ekonomik pakete olan muhalefeti yok sayılmıs, protestolar sırasında KKTC tarihinde görülmemiş polis şiddeti görüntüleri ortaya çıkmıştır. Özellikle 19 Temmuz 2011 tarihinde KTHY önündeki barışçıl protestolarda polisin müdahalesiyle yaşanan görüntüler utanç vericidir.
UBP içinde İrsen Küçük ile Ahmet Kaşif arasında yaşanmış iktidar kavgasından dolayı istifa eden 8 milletvekili muhalefetle beraber sunulan güvensizlik önergesine evet deyince UBP hükümeti düşmüş, erken seçimin yolu açılmıştır. İlginç olan ise UBP’nin secim propagandasında  “Oyunu boz” sloganı ile kendisinin hükümetten düşürülmesinin bir oyun olarak gerçekleştirildiğini savunmasıdır. İktidar dönemi boyunca hem Özgürlük ve Reform Partisinden hem de Demokrat Partiden belirli vaatlerle milletvekili transfer eden bir partinin bu söylemi en basit haliyle tuhaf gözükmektedir. Buradaki amaç UBP’nin demokratik yollarla iktidara geldiğini ama anti-demokratik bir şekilde götürüldüğünü savunup parti içinde bir nevi “milli dava” yaratmaktır.
KKTC'de mevcut diğer sağ parti Demokrat Parti-Ulusal Güçleri’n “Yeni anlayış, yenileniyoruz, biz geleceğiz ” gibi sloganları da aslında kendilerinin iflas etmiş olan, alışılagelmiş siyasetin temsilcileri olmadıkları ve siyasete yeni bir bakış açısı getirdikleri yönünde bir kanaat yaratma çabasıdır. Ülkemizdeki iki sağ partiden biri olan DP'nin UBP'den memnun olmayan sağ görüşlü seçmen oylarına talip olmakla beraber, kararsız seçmen için cazip hale gelmek için bu tarz bir söylem getirdiği olasıdır. Son zamanların tartışmalı milletvekillerinden olan Ejder Aslanbaba'nın liste dışı kalmasıyla 9 mevcut milletvekili ile seçime girecek olan DP-UG' nin performansını belirleyici olacak olan “yeni” söylemlerinin ne kadar taraftar bulacağıdır. Hükümet döneminin son gününe kadar UBP milletvekili olmuş, alınan kararlarda imzası bulunan bu kişilerin ne türlü bir değişim içerisine girdiği aklı kurcalayan sorulardan biridir.
İktidara talip olan diğer siyasi partilerin sloganları ele alındığında ise Cumhuriyetçi Türk Partisi'nin “1 Parti var” sloganı, yukarıda bahsedilmiş “Siyasi partilerin hepsi aynı” görüsüne karşı geliştirilmiş bir reaksiyon olarak değerlendirilebilir. Bu söylemin biraz iddialı oluşu da olası tepkileri beraberinde getirebilir. Geçmiş hükümet döneminde oluşmuş bazı hayal kırıklıklarından dolayı sol seçmenin oy verme konusunda çekimser olduğu CTP, bu algıyı kırmak için kendi siyasetinin toplumsal meselelerde ne gibi farklar yarattığını öne çıkarma çabası içindedir. Bu sloganın teorikten pratiğe geçebilmesi için yönetim kadrolarında değişiklik yapmış, bu secim döneminde ise geçen döneme kıyasla genç ve yeni adaylara yönelmiş olan partinin yasadığı dönüşümün zaman içinde kendisini belli etmesi gerekmektedir.
Toplumcu Demokrasi Partisi'nin “Zamanı geldi”  sloganı ise yıllardır iktidardan uzak kalmış, son siyasi dönüşümünden beri hükümette denenmemiş olmasına bir vurgu olarak değerlendirebiliriz. CTP'nin hükümet döneminde beklentileri karşılayamamasından sonra sol oyların kendisine yönelmesi ile büyüme yapması beklenen TDP'nin bu konuda pek başarılı olduğunu söylemek zordur. Seçime girecek 3 sol partiden biri olan TDP'nin aday belirleme sürecinde parti içinde yaşanmış bazı fikir ayrılıklarının secim performansını nasıl etkileyeceği tam belli olmamakla beraber, oyunu artırabileceği bir donemde oy kaybetmesi de olasıdır.
Birleşik Kıbrıs Partisi-Toplumsal Varoluş güçleri ise “Seninle Varız” sloganı ile AKP ve Kıbrıs'ın kuzeyindeki “isbirlikçi” hükümetlere karsı halkı direnmek için çağıran bir slogan niteliğindedir.  Birleşik Kıbrıs Partisi, Baraka Kültür Merkezi ve Devrimci Komünist Birlik ortaklığında kurulan bu seçim platformu, seçime girecek partiler arasında en radikal  ve ideolojik söylemlere sahip parti olarak göze çarpmaktadır. Seçim manifestosu Türkiye Cumhuriyeti'ni adanın kuzeyinde “işgalci” olarak nitelendirip, bir hükümetçilik oyunu oynandığını iddia etmektedir. Diğer partilerin sisteme eleştirileri bu tarz söylemlerden uzaktır.
Belki de bu yüzdendir ki bu seçimde diğer partiler tarafından “ideoloji” yerine “vizyon” veya “misyon” gibi daha yumuşak kabul edilen terimler kullanılmaktadır. Bu terimlerin kullanılmamasının bir sebebi de bu tarz “uç” söylemlerin prim yapmadığı düşünüldüğü mevcut siyasi ortam olabilir. Partilere güvenin azaldığı bir dönemde bu tarz söylemlerin toplumun her kesiminden oy almayı hedeflemekte olan partilerin ihtiyatlı davranmalarına yol açtığı gözlenmektedir.
Karma oy sayısının mevcut siyasi konjektürde artacağı öngörülmektedir. Partilere mühür vurulup mevcut yapılarının tümden desteklenmemesi, onun yerine aday bazında oy verme fikri bazı sivil toplum örgütleri tarafından teşvik edilmekte, bu durusun da sistem karşıtı bir hareket olarak lanse edildiği bir süreç mevcuttur. Parti milletvekillerinin karma oylarla seçildiğinde bile partilerinden ne kadar bağımsız hareket edebilecekleri sorusu akla gelmekte, temsil ettikleri kitlelerden gelecek olan taleplerde ne kadar tarafsız olabilecekleri olası bir engel olarak görülmektedir.
Mevcut duruma bakacak olursak, Sibel Siber başkanlığında kurulan teknokrat hükümetin şu ana kadar yaptığı icraatlar kesinlikle olumlu olarak değerlendirebilir. Kabinenin önümüzdeki seçimde seçilme kaygısı olmaması bu noktada önemli bir faktördür. Bu tarz bir hükümet modelinin secimden sonra oluşacak hükümette de benimsenmesi gerektiği her ne kadar dillendirilse de, kanımca bunun gerçekleşmesi pek ihtimal dahilinde değildir. Ülkemizdeki mevcut siyasi alışkanlıkların dönüştürüldüğü, siyasetin sadece seçilme kaygısına endekslenmediği bir siyasi kültürün gelişmesi lazımdır. Toplum olarak kendi kendimizi yönetme yolunda doğru adımlar atıp, Kıbrıslı Türklerin siyasi bir aktör olarak kendi tercihlerini yapıp, kararlarını alabilmesi durumunda Kıbrıs Türk siyaseti için daha güzel şeyler söyleyebileceğimize eminim.

Bu haber toplam 1804 defa okunmuştur
Gaile 223. Sayısı

Gaile 223. Sayısı