“Eşitlik ancak çözümle olur”
“TC, politikalarında değişiklik yaparken bize sormadı” diyen Talat, “Türkiye’nin bizi maceraya sürükleme hakkı yoktur” vurgusunda bulundu.
Fayka Arseven KİŞİ
2’nci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılacağı 20 Temmuz törenine katılmayacağını açıkladı.
Talat, “Dünyaya meydan okunacak ve ilkel politikalara dönüştürülmesi muhtemel bu törenlere katılmayı düşünmüyorum” ifadesinde bulundu.
“TC, politikalarında değişiklik yaparken bize sormadı” diyen Talat, “Türkiye’nin bizi maceraya sürükleme hakkı yoktur” vurgusunda bulundu.
‘Federasyon, Ruma yama olmaktır’ söylemlerine de Talat, “Şu anda yama olduğumuz bir yer aranırsa o da Türkiye’dir. Ama kimse bize Rum tarafına yama olun demiyor. Rum tarafı ile eşitlik öneriyor. Ama Rum tarafı bunu kabul etmiyor, doğru” dedi.
Bu hafta 2’nci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile TC ile ilişkilerinin nereye gittiğini, TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaretini, yapacağı açıklamaları, muhalefetin göstereceği tavrın sonuçlarını konuştuk
- YENİDÜZEN: Geçtiğimiz hafta sosyal medya üzerinden yaptığınız açıklamalar çok konuşuldu. Türkiye ile KKTC ilişkisi nereye evirildi?
- TALAT: Biraz uzun vadeli bakarsak 1983 öncesinde bir Büyükelçilik görevlisi Bakanlar Kurulu’nda otururdu. Ayırt edici oyu da o kullanırdı; ‘bu iş yapılacak veya yapılmayacak’ gibi... 1983’te KKTC ilan edilince bu kaldırıldı. Tabi ki Türkiye’nin etkisi devam etti, birçok kararda Büyükelçiliğin görüşü alındı, desteği istendi. Yani Türkiye’nin bir parçası gibi hareket edilmeye devam edildi.
Bu tabi hükümetlerle değişti. Örneğin; bizim 1994’te ilk hükümet maceramızda Türkiye’nin doğrudan benim işlerime karıştığı olay yaşamadım. Bir iki teşebbüs oldu ama bunlar ufak şeylerdi. O dönemde Denktaş vardı. Sonuçta Türkiye makamları Denktaş ile ilişki kurardı, Denktaş, bizimle ilişki kurarak görüş söylerdi.
Elektrik Kurumu’nun STFA’ya devredilmesi baskıları oldu, Demirel’in selamını dahi getirdiler. ‘Hayır’ dedik, direndik. Elektrik Kurumu’nun STFA’ya devredilmesini engelledik. Bunun gibi şeyler oluyordu.
2002’de Kıbrıs konusunda başlayan büyük hareketlenme, Annan Planı süreci vs, o dönemlerde özellikle Türkiye’de de AK Parti’nin seçimi kazanması hemen akabinde de Annan Planı’nın taraflara sunulması ben muhalefette olduğum halde Türkiye ile ilişkileri çok farklı boyuta taşıma imkanı sağladı.
Benzer görüşleri paylaşıyorduk, Türkiye hükümeti de Kıbrıs sorunun çözümünü istiyordu. Çünkü AB yolunda ilerleme özellikle AK Parti için çok önemliydi.
AK Parti’nin, askeri gücünü ortadan kaldırması için AB sürecine ihtiyacı vardı. Bundan dolayı AB süreci de Kıbrıs’la paralel kılınmıştı. Dolayısıyla Kıbrıs sorunun çözümü de AK Parti’nin hedefi arasına girmişti. Bizim de hedefimiz oydu. Böylece bir uyum sağlanmış oldu. Bu uyum içerisinde epeyce ilerlemeler kaydedildi.
Biz muhalefetteyken, AK Parti ile temaslarımız vardı. Gidiyorduk, görüşüyorduk. TBMM’ye gidip gruplarla görüşmeler yapabiliyorduk. Sonuçta 2004’te başbakan olmamla birlikte bu iş tabi daha da üst düzeye çıktı. O dönemde ekonomide çok büyük büyümeler yaşandı. Referandumdan sonra Türk ekonomisi de aldı, başını gitti. Dıştan aldığı yatırım belki de 10 misline çıktı.
Hatta o günün Cumhurbaşkanı bana herkesin önünde ‘siz Kıbrıslı Türkler olarak Annan Planı’na evet demekle Türkiye’nin bugüne kadar size yaptığı her desteği ödediniz’ dedi. Bunu Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Dışişleri Bakanının önünde ifade etti. Dolayısıyla Türkiye ile bizim ilişkilerimiz gerçekten çok iyiydi. Karşılıklı saygı, sevgi, uyum vardı.
Örneğin; ben cumhurbaşkanı olduğumda bana dediler ki; Mali Protokol’ü lütfen imzalar mısınız? Ben de onlara dedim ki; ‘bu cumhurbaşkanın işi değil. Bunu hükümetle görüşün’. Hatta protokolde Türkiye’de açılacak ihalelerle ilgili de ifadeler vardı. Bunu kabul edemeyeceğimizi söyledim. İhaleler burada açılmak zorunda. Çünkü bizim ekonomimizin onun katma değerine ihtiyacı var. Evet, yol yapılsın ama o yol oraya kondurulsun istemiyoruz. O yolun yapımında bizim insanımız çalışmasa bile bizim esnafımız da çalışmalı. O yüzden bunun katma değeri yansımalı. Nitekim öyle yaptılar, bir yol hariç; Girne Çevre Yolu… Geçitköye’e kadar gidecekti. Bir tek o başladığı için Türkiye’de ihaleye çıktı ve sadece bugün oldu, o yol bitmedi.
Kıbrıs sorunu çözümü noktasında da çok iyi noktadaydık. Hele 2010’nda son girişimlerimiz oldu. Rum tarafına paket öneride bulunduk. O paket öneri için yoğunlaştırılmış görüşme süreci oldu. Her akşam Dışişleri Bakanı Davutoğlu beni arardı. ‘Ne oldu? Ne gelişme oldu? Bu iş olacak mı?’ gibi sohbet ediyorduk. Çok istekliydiler. Sonra güvenli bir haberleşme ağı oluşturmuştuk. O yolla çok hızlı haberleşme yapıyorduk. Gerçekten abartmıyorum mükemmel bir ilişki vardı.
UBP’nin genel karakterini biliyorsunuz yani çok şey isteyip hiçbir şey yapmamak, söz vermek sadece ama gereğini yerine getirmemek, dilde ‘peki efendim yapalım’ diyerek hiçbir şeye karşı çıkmamak… Hiçbir şeye karşı çıkmamak seni silikleştirir, ezikleştirir ve hiçbir şeye karşı çıkmayınca da hem karşı tarafı ona alıştırırsınız hem de ilişkileri sağlıklı olmaktan çıkarır.
“Türkiye idareye el koymuş gibi”
“TC Cumhurbaşkanı Yardımcısı gelip şu an yapımı devam eden ihaleleri denetliyor. Türkiye Büyükelçiliği ihalelerin ilerleyişiyle ilgili bilgi veriyor. Yani Türkiye idareye el koymuş gibi bir durum yaşanıyor.”
Şimdi geldiğimiz nokta bambaşka. Özellikle Kıbrıs’ta yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimine Türkiye’nin çok büyük karışması ile seçimin gerçekleşmesi ve Türkiye’nin istediği adayın seçtirilmesi ilişkileri bambaşka bir noktaya taşıdı. Artık burayı Türkiye idare eder gibi oldu.
TC Cumhurbaşkanı Yardımcısı gelip şuan yapımı devam eden ihaleleri denetliyor. Türkiye Büyükelçiliği ihalelerin ilerleyişiyle ilgili bilgi veriyor. Yani Türkiye idareye el koymuş gibi bir durum yaşanıyor.
- YENİDÜZEN: Türkiye’nin Kıbrıs ile ilgili planı, amacı nedir?
- TALAT: Gerçekten bilemiyorum. O yüzden bu dönemeçte özellikle Tatar’ın Cumhurbaşkanı seçtirilmesiyle birlikte Türkiye’nin buraya çok daha fazla karışması ve doğal olarak da TC-KKTC ilişkilerini berbat bir noktaya taşıması karşısında tarihsel bir sorumluluğum olduğunu düşündüm ve açıklama yaptım.
Türkiye’nin tam olarak niyetini bilemiyorum. Bir ara ilhak köpürtüldü. Ben ‘bunu konuşmayın, köpürtmeyin bir de böyle bir garabetle karşı karşıya kalmayalım’ dedim. Çünkü unutmayalım bizim bir de dünya ile ilişkilerimiz var veya olmalı. Onun peşindeyiz. Onu daha da berbat duruma sokup Kıbrıslı Türkleri daha da tecrit edilmiş hale getirmeyelim.
Türkiye’nin niyeti daha fazla etkili olmak. Belki buradaki Ak Parti’nin oylarını artırmak için günlük faaliyetlerde daha görünür olmak istiyor. Çünkü biliyorsunuz Kıbrıs’tan iyi oy almadı. Dolayısıyla daha görünür olmak, o insanlara daha fazla bir şeyler vermek, böylece seçmenlerin AK Parti’ye teveccühünü artırmak gibi düşünceler içinde olduklarını düşünüyorum.
Türkiye’de aklı selim çevreler iki devletli çözümün olmayacağını biliyor. Buna rağmen dünyanın AB’nin ve Kıbrıs’la ilgilenen diğer ülkelerin sinir uçlarıyla oynayıp bir deneme yapma niyeti ile hareket ettiklerini düşünüyorum.
Kıbrıs, AB’nin bir parçasıdır. AB’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni desteklemesinden daha doğal bir şey olamaz. Bunu herkesin bilmesi lazım. Bizim buna karşı mücadelemiz de olmalı mı, olmalı. Ama bu da diplomatik olmalı. Meydan okuyarak olmamalı. Çünkü AB’ye, dünyaya meydan okuma kapasitemiz yoktur.
Benim için en güzel örneklerden biri Kosova’dır. Kosova bağımsızlık ilan etmezden önce öyle bir ortam oluşturdu ki hazırlanan raporlar dünyaya Kosova’nın bağımsızlığının desteklenmesi mesajını verdi. Ancak o zaman Kosova bağımsızlığını ilan edebildi. Dünya ile kavga etmedi. Tam tersine iyi ilişkiler kurdu.
Biz ise tam tersini yapıyoruz. Türkiye yurttaşlarının milliyetçi duygularını harekete geçirerek AK Parti ile MHP ittifakının yarattığı yeni Türkiye düşüncesini Tatar ile takviye ederek, oya dönüştürmeye çalışan bir çaba var.
“Tatar, Türkiye’nin kuklası görünüyor”
“ (Tatar) ‘ben Türkiye’nin emrindeyim’ diyor. Yani öteye geçiyor. ‘Ne derse Türkiye onu yaparım.’ Hatta duyduğuma göre; ‘Türkiye federasyon derse ben federasyon isterim’ demiş”
- YENİDÜZEN: Cumhurbaşkanı Tatar’ın Kıbrıs konusunda siyasi bir tutumu var mı? Yoksa Türkiye’nin kuklası durumunda mı?
- TALAT: Öyle görünüyor. Ama konu şu; hem bunu kabullenmiştir hem de ondan öte ‘ben Türkiye’nin emrindeyim’ diyor. Yani öteye geçiyor. ‘Ne derse Türkiye onu yaparım.’ Hatta duyduğuma göre; ‘Türkiye federasyon derse ben federasyon isterim’ demiş. O ölçüde Türkiye’ye bağlılık belirtiyor.
Düşüncem bir süre bu böyle devam edecek. Ama dünyanın gerçekleri ile karşı karşıya kalacağız.
2004’ten beri AB’nin hemen hemen hiçbir kararında Türkiye’ye ‘Kıbrıs sorunun çözümüne destek ol’ çağrısı yapılmadı. Hatta bizim dönemimizde AB, Türkiye’ye ‘Kıbrıs sorunun çözümüne destek olmaya devam edin’ diyordu.
Dış politikada da hayatımız protesto oldu. Bu gerçekten çok ilkeldir. Denktaş’ın da gerisine gidildi. Çünkü Denktaş hiç olmazsa iki devleti murat ediyordu ama iki devlet demeden hareket ediyordu. Gerçi dünyanın gözünden esas niyeti kaçmamıştı. Ama hiç olmazsa bir dönem sadece konfederasyon istedi. Ondan sonra New York’ta başlayan görüşmelerde birkaç kez daha ‘konfederasyon istiyoruz’ dedi önüne mülkiyet, yönetim, güvenlik, harita kondu ve konfederasyon işi bitti. Bu da herhalde kısa süre gidecek ama bu uzarsa bize çok zarar verecek.
“Federasyonlarda iki devlet eşittir, iki toplum siyasal olarak eşittir. (Eşitlik) Çözümle mümkündür”
- YENİDÜZEN: ‘Federasyon Rum’a yamadır’ söyleminde de bulunuyorlar.
- TALAT: Bu kadar saçma bir şey olabilir mi? Federasyon Rum’a yamadır, ne kadar akıl ve mantık dışıdır. Bunu söyleyen inanır mı, inanırsa şaşarım. Dense ki; ‘üniter devlete dönelim’, orada çünkü kararları çoğunluk verir, o zaman yama olabilir. Ama federasyon öyle değil. İki devlet eşittir, iki toplum siyasal olarak eşittir. Dolayısıyla yama diye bir şey söz konusu değil. Federasyonlarda eşitlik söz konusudur.
“Şu anda yama olduğumuz bir yer aranırsa o da Türkiye’dir”
- YENİDÜZEN: Bu çözümle mi mümkün yoksa başka bir formül var mı?
- TALAT: Bu çözümle mümkündür. İsviçre, ABD, Almanya tabi hepsinin kendine özgü tarihsel süreçleri var. Tümü bunların bağımsız veya özerk devletlerdi yani bağımsız devletler de federasyon kurabilir. ABD bunun bir örneğidir. Ama Kıbrıs ondan farklı bir şekilde ele alınıyordu.
‘Üniter fonksiyonel federal bir devlet, federal devlete dönüşecek. Bazen evrilecek’ der ama evrilme değil bu, dönüşmedir. Çünkü evrilme yavaş yavaş olan bir süreçtir. Bu öyle değil, anlaşmayla birlikte federal devlet haline gelmiş olacak. O zaman işte birine yama olmaktan kurtulacağız.
Çünkü şu anda yama olduğumuz bir yer aranırsa o da Türkiye’dir. Ama kimse bize ‘Rum tarafına yama olun’ demiyor. Rum tarafı ile eşitlik öneriyor.
Rum tarafı bunu kabul etmiyor, doğru. Crans Montana’da reddetti, hatta Anastasiadis, Türkiye Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nu, ‘bu seçim sürecini atlatayım ben konfederasyonu hatta iki devleti görüşmeye bile hazır olacağım’ diyerek kandırdı. Zaten o nedenle bugünkü politika yürütülüyor. Aslında bu politikanın mimarı Anastasiadis’tir, Çavuşoğlu veya Türkiye değil.
Çünkü şöyle düşünün; ‘ben federasyon istiyorum’ diyorsun ‘yahu merak etme ben sana bağımsız devlet vereceğim’ dediğinde daha iyisidir ‘tabi ki’ dersin.
Sonra sen istersen yine federasyon altında birleşirsin ya da AB’ye girersin AB’de birleşirsin gibi düşünceyi uyandırdığı için sevinçle karşılarsın.
Hatta o dönem Cumhurbaşkanı Akıncı idi. TC Dışişleri Bakanı, Akıncı’ya, New York’ta, Anastasiadis ile görüşmek istediğini söyledi ve görüştü.
Ama Anastasiadis, Türk Dışişlerini kandırdı. Ondan sonra da Türkiye iki devletten yana tavır koyunca Cumhurbaşkanı Akıncı bunun imkansız olduğunu bilip, karşı çıkınca o meşhur kavga başladı.
İletişimsizlikte vardı, Akıncı’nın yaklaşımlarından kaynaklı olabileceği gibi Türkiye’nin amir pozisyonuna geçmesi ile kavga büyüdü. Bu defa seçimlere Türkiye var gücüyle karışma ihtiyacı duydu. Çünkü Akıncı’nın Cumhurbaşkanı olmaya devam etmesi halinde bu çatışma daha da devam edecek ve Türkiye, müdahalede daha da görünür olacak endişesi içerisine girdi. Var gücüyle karıştı. Onun alışkanlığı ile UBP’nin kurultayına da karıştı.
Şu an bir ara dönemdir. Yani Türkiye federal çözümden yana olmaktan çıkıp iki devletli siyasete girdi bir dönem ama bunun sürdürülebilir olmadığını görünce nasıl bir manevra yapacak onu bilmiyorum. Çünkü Türk tarihi, Kıbrıs sorunuyla ilgili bin bir çeşit siyasetle doludur.
- YENİDÜZEN: TC’nin müdahalelerine yeterince tepki koyabiliyor muyuz? Türkiye’ye karşı koyma gücümüz var mı?
- TALAT: Var tabii ki … Her şeyden önce bunu davet eden, ne konuda konuşursa konuşsun şükranlarını ifade eden Cumhurbaşkanı ve Başbakan olursa tabi ki Türkiye’nin karışmacılığı büyük ölçüde kamufle edilebilir. Nitekim görünür olanların kamufle edildiğini düşünüyorum, görünmez olanlar da var.
O yüzden muhalefetin görünür müdahalelere karşı çıkması mümkündür ve çıkmalı da. Zamanında çıktık, yürüyüşler bile yaptık.
Zamanın Güvenlik Kuvvetleri Komutanı Ali Nihat Özeyranlı’nın geri çekilmesini istedik. ‘Ülkeyi terk et’ diye çağrıda bulunduk.
Yani yapılabilir bunu muhalefet de örgütleyebilir. Tabi şunu da ifade edeyim; bugünün şartlarında erken bir seçim olursa kimin ne kazanacağı net olmamakla birlikte UBP’nin kolay kolay yeni bir hükümet kurabilecek güçte olacağını düşünmüyorum. Onun için zaten ömrünü uzatmaya çalışıyor.
Ekonomiyi mahvettiler. ‘Salgın var’ diyecekler. Doğru da salgın her yerde var. Türkiye’de de güneyde de… Güney Kıbrıs, tedbir alarak ekonomik çarkların dönmesini dönmediği yerde de hibeleri aktif hale getirmeyi başardı.
Türkiye de başardı. Ama neydi dezavantajı hem bizim hem Türkiye’nin; birikimimiz yoktu. İşletmelerin ihtiyacı hibedir. İşletmelere hem bir yandan ‘işçi durduramazsın’ diyorsun ki istihdam için doğru ama işletmenin yürütülmesi için destek olmuyorsun. Kredi vermekle olmuyor.
Biz ne yaptık ilk günden her yeri kapattık. Bütün ekonomiyi geri döndürülemez şekilde sakatladılar.
Beceriksizce yaptılar. Vakaları sıfırlarken, ekonomiyi de sıfırladılar.
Ekonomik boyutu düşünülmeliydi. Hatırlarsanız Akıncı, Bakanlar Kurulu toplantısına gitti ve açıklama yaptı; ‘derhal kapanalım önerisi yaptım. Her şeyi bırakalım eve kapanalım dedim. Kabul görmedi’ dedi.
Tabi bu havayla Bakanlar Kurulu da mecburen kapanma anlamına gelen bir dizi kararlar aldı. Sonuçta ekonomi battı.
“Dünyaya meydan okunacak ve muhtemel ilkel politikaların dillendirileceği bu törenlere katılmayı düşünmüyorum”
- YENİDÜZEN: 20 Temmuz törenlerine katılacak mısınız? CTP ve TDP, Erdoğan’ın konuşma yapacağı Meclis oturumuna katılmayacak. Sizin tavrınız nedir?
- TALAT: 20 Temmuz törenlerine katılmayı düşünmüyorum. Çünkü dünyaya meydan okuma ilan edildi. Dünyaya meydan okuyabilirsiniz, gücünüz varsa. Türkiye okuyabilir. Dünyaya göre nedir bu güç ayrı bir konu. Ama Türkiye NATO’nun en güçlü üyelerinden biridir, bir sürü de kapasitesi var. Ama bizim yok.
Dünyaya meydan okunacak ve ilkel politikalara dönüştürülmesi muhtemel bu törenlere katılmayı düşünmüyorum.
“Bize sormadılar, bizim de onaylama mecburiyetimiz yok”
- YENİDÜZEN: Size bunun geri dönüşü nasıl olur? Türkiye ile karlı karşıya getirebilir mi sizi?
- TALAT: Getirebilir. Ama politikalarında değişiklik yaparlarken bize sormadılar. Bu politika, kabul edilebilir bir politika değil. Türkiye’nin bizi maceraya sürükleme hakkı yoktur. Türkiye bizim dünyaya açılan penceremizdi şimdi en azından görünürde olan iki vatandaşımıza pencereyi kapattılar. O insanlar şimdi yurtdışına giderken mecburen Güney’den gidecekler. Buna yol açıyor davranışları.
O yüzden siyasetteki değişikliği bize sormadan yaptıklarına göre bizim bunu onaylama gibi bir mecburiyetimiz yok.
“Türkiye küser”
- YENİDÜZEN: CTP ve TDP’nin Meclis oturumuna katılmamasının sonuçları ne olur? Türkiye ile ilişkiler nasıl etkilenecek? Baskılar artabilir mi?
- TALAT: Artabilir. Baskının artmasından öte Türkiye küser. Geçmişte de bu yaşandı. Yıllar önce Denktaş ile bir görüşmemizde bana kendisinden sonra Türkiye’nin KKTC Cumhurbaşkanı adayının Akıncı olduğunu söylemişti. Ben de inanmadım. Çünkü o sıralarda Hakkı Atun’un, Nail Atalay’ın adı geçerdi. Şükrü Sina Gürel geldi. Bir yemekte buluştuk. Denktaş da vardı. Sordum; ‘Denktaş bey böyle diyor, doğru mu?’, ‘evet doğrudur bizim tercihimizdi ama artık bitti’ dedi. Niçin bitti? O meşhur komutan çizmeyi aştı hikayesinden… Akıncı, polisin içişlerine bağlanmasını ifade etti, general de ‘bu olmayacak’ diye konuşma yapınca Akıncı’da orayı terk etti. Bu terke Türkiye küstü.
Tabii Sayın Akıncı 2015’te Cumhurbaşkanı seçildi ama Türkiye’nin tercihi olarak olmadı. Böyle şeyler yaşadık.
“(Seçim dönemindeki) müdahaleler bugün Kıbrıs Türkü’nü hiç olmadığı kadar zayıf ve hiçleşmiş hale getirdi”
- YENİDÜZEN: Erdoğan’ın ne açıklayacağı merak ediliyor. Sizce Erdoğan ne açıklamalarda bulunacak, tedirgin misiniz, ne kadar ileriye gidebilir? Maraş konusunda yeni bir gündem yaratılabilir mi?
- TALAT: Fazla ileriye gidemez. Sonuçta Türkiye Dışişleri de ne kadar ileri gidilebileceğini biliyor. Laftan öte fazla bir şey olabileceğini düşünmüyorum.
Adımlardan birinin de Maraş olacağı düşünülüyor ama Maraş ile ilgili şu ana kadar yapılanlar sadece Tatar’ın seçimi kazanmasını sağlayacak bir adım olarak yapıldı. Dünyanın nasıl tepki vereceği denensin diye devam ettirildi. Nitekim şu ana kadar yapılan Maraş’ın açılması değil. Sadece kamusal alanlarında bazı düzenlemeler yapılmasıdır. Zaten ‘kamusal alanlar dışında özel mülkiyeti ilgilendiren bir şey yapmayacağız’ diyerek o ihtimali de ortadan kaldırıyorlar.
Dolayısıyla çok büyük ihtimalle Maraş ile ilgili bir şey yapılmayacak. Yapılsa bile belki bir gezi olabilir. O yıkıntıları gezmenin de ne anlama geldiğini bilmiyorum. Biz eskiden utanırdık, yabancıları oraya sokmamaya çalışırdık. Şimdi yıkıntılar övünç meselesi oldu.
Bunun dışında Erdoğan, Tatar ile dayanışma gösterecek. Çünkü yüzyıl düşünülse seçileceği düşünülmeyen birisini Türkiye zorlaya zorlaya seçtirdi.
İş insanları bile korktu; ‘Maazallah Türkiye’nin istediği seçilmezse Türkiye bir kuruş vermez buraya. Tam bir felaket olur’ dediler.
Ama o müdahaleler bugün Kıbrıs Türkü’nü bu kadar zayıf ve hiçleşmiş hale getirdi.
- YENİDÜZEN: Erdoğan’ın üslup ve tavrı nasıl olacaktır?
- TALAT: Mutlaka kendisine özgü üslup olacak. Ama ben çok fazla ileri gitmeyeceğini umuyorum. Zaten sosyal medyadaki açıklamamı da bunu söylemek için yaptım. Çünkü bu bize zarar verir.
- YENİDÜZEN: Ali Bizden ve Ahmet Cavit An’ın, Türkiye’ye girişleri yasak … Aktif siyasette olan isimlerin bu listede olma ihtimali ne? Neden böyle bir tavır gösterildi?
- TALAT: Bana bu uygulama Özker Özgür’ün pasaportunun geri alınmasını çağrıştırır. Ya da Türkiye’de okuyan Kıbrıslı öğrencilerin sınır dışı edilişini… O zamanın siyasetleri böyleydi. Soğuk savaş vardı, solculuk tehlikeydi vs… Bugün öyle bir şey yok. Türkiye Komünist Partisi de var, İşçi Partisi de var. Solun ya da komünizmin anavatanı yok. Ne Rusya, ne Sovyetler Birliği ne Çin var. Dolayısıyla böyle bir tehlikeyi kimse öngörmüyor.
Akıncı’nın ekibinde olması nedeniyle Ali Bizden, belki Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava etti diye Ahmet Cavit An, değişik nedenlerle farklı bir uygulamaya tabi tutuldular.
Çok ilkel bir durum. Türkiye’nin güvenliğini tehdit edecekmiş Ali Bizden ya da Ahmet Cavit An. Dedim ya küser Türkiye… Kendisini dava etti diye küstü. Ali Bizden’e de öyle... Akıncı’nın yakın çalışma arkadaşıdır diye çocuk gibi küstü. Güvenlik gerekçesiymiş, ne münasebet…
“Bir zamanlar TC Büyükelçisi ‘Türkiye istenmezse ben elçiliği kapar giderim’ demişti”
- YENİDÜZEN: 20 Temmuz’da herhangi bir olay yaşanır mı?
- TALAT: Fazla bir şey olacağını düşünmüyorum. Grupların protesto gösterileri olabilir. Onlar da demokratik anlayış içerisinde olabilir. Bir zamanlar TC Büyükelçisi ‘ben çok korkuyorum eğer elçilik önünde eylem yaparken birileri taş fırlatırsa içeri, KKTC’de bile Türkiye istenmezse ben elçiliği kapar giderim’ dedi. Yani Türkiye o kadar hassastı. Ama o günlere kadar Türkiye protesto edilmemişti. Türkiye bu kadar aleni karışmazdı her işe. Dolayısıyla protesto edilecekse de normaldir. Bizim protestomuz açıklamamız ile olur, örgütlerin yola çıkarak olur.