3 MAYIS
Bina çöktü!..
Hem de koca bina!..
Hem de şehrin göbeğinde...
‘Nasıl olur’ dedik.
Vizesi yoktu!..
İzni yoktu!..
“İşçi güvenliği”nin peşine düştük..
Ne oldu?
İlgili şirket bize ‘reklamı’ kesti!..
Ambargoluyuz!..
“Basın Özgürlüğü” budur!..
***
Eğer ki ‘ekonomik özgürlüğü’ yoksa medyanın, gazetecilerin, sektörün...
‘Özgür’ olamaz...
‘Muhtaç’ olur...
Ve ancak, bizim gibi ‘inceldiği yerden kopsun’ diyenler direnir...
O da nereye kadar, bilinmez...
Veya ‘muhabirsiz, kadrosuz, az sayfa, dar içerik, kurumsal olmayan’ bir medya çoğalır...
***
“Dünya kötülük yapanlar yüzünden değil, hiçbir şey yapmayıp seyredenler yüzünden tehlikeli bir yerdir” demişti Albert Einstein...
İşte ‘medya’nın rolü budur!..
‘Seyreden’ olmamak...
Oysa çok başkadır beklenti.
***
Geliniz, bir başka ‘usta’nın sözüyle anlatalım.
“Gazetecilik, birisinin yayınlanmasını istemeyeceği şeyi yayınlamaktır. Gerisi, halkla ilişkilerin alanına girer.”
George Orwell söylemiş...
Doğru söylemiş...
Ve bizim medyamız, çoğu zaman ‘halkla ilişkiler’le uğraşır!..
Çünkü ‘gelir kapısı’ büyük şirketler, bu ‘halkla ilişkiler’ bültenlerini gözetler...
Ona göre verir payınızı!..
‘Siyasi erk’ de böyle bakar, ‘büyük şirketler’ de...
Herkes ‘övgü’ ister, ‘aferin’i sever...
“Aman bu yayınlanmasın” dedikleri kusurların örtülmesi talimatını verir reklamlamcılarına, halkla ilişkiler bürolarına, özel kalemlerine...
Heşası, alkışı, fotoğrafı bol olmalıdır.
***
Ne zaman ki ‘çöken’ binanın ardından, “gazetecilik görevlerini yaptılar, bizi uyardılar, toplumsal bir sorumluluk üstlendiler” diye ‘aydınlanır’ beyinler ve ‘ceza’ ya da ‘ambargo’ yerine saygı gösterirler...
O durumda..
Belki ‘umut’ vardır..
***
Velhasıl, ‘Dünya Basın Özgürlüğü’ gününüz kutlu olsun (!)
Avunalım, ‘beterin beteri var’ diye!..