1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. 40 Kara Gün Ve Hayattan Koparılmanın Hukukçası
40 Kara Gün Ve Hayattan Koparılmanın Hukukçası

40 Kara Gün Ve Hayattan Koparılmanın Hukukçası

Eğer öldüren birinin hayatının tehlikeye girdiği bir senaryoda onun ölebileceğini düşünüp “ölürse ölsün, ben bu hareketi yine de yapacağım” diye hareket ediyorsa olası kastla hareket etmiş olur.

A+A-

Nurcan Gündüz
[email protected]

Hukukun, diğer bütün bilim ve düşünce alanları gibi sessiz, çaresiz kaldığı bazı haller, yaşamımızın bir parçası. Kendince çare bulduğunu iddia ettiği deneyimlerden biri de ölüm kuşkusuz. Oysa diğer bir kibirli “tababet ve şuabatı san’atları” gibi hukuk da ölüme çare bulmak, öleni sevdiklerine yeniden kavuşturmak konusunda eli kolu bağlı. Yapabildiğimiz, insan hayatını hukuka aykırı bir nedenle sonlandıran katillerin cezalandırılmasını sağlayabilmek.

Kırk gün önce büyük bir felaket yaşadık. Türkiye Kahramanmaraş merkezli depremle tam on bir ilde büyük hasarlar meydana geldi, binlerce can yitirdi bu iller. Çok ciddi sayıda kayıp, nerede olduğu bilinmeyen, ailesi olduğu halde kimsesizler mezarlıklarına kayıtsız gömülen binlerce insan var. Bu keşmekeşin tek nedeni kâğıttan kaleler misali yapılar değil kuşkusuz. Kâğıttan kalelerin birkaç saniye içinde tuzla buz olarak içeride uyuyanları yutmasının ardından, hiçbir yere hızlıca, yeterli şekilde yardım gitmemesinin etkisi de çok büyük.

 

Takvimlerde Hep Aynı Gün: 6 Şubat…

Görece yakın bir zamanda savaş görmüş, Venedik zamanından kalma surların içinde sığınaklarda saklanmış, depremlerin yıktığı düşünülen Salamis Antik Kenti’nin harabelerini görerek ve efsaneleriyle büyüyen, deprem konusunda oldukça deneyimli Mağusalılar, altısının sabahında hayatlarının bir anda kararacağını tahmin edemezlerdi. Biz Kıbrıslılar, deprem konusunda çok tecrübeli olmakla birlikte, depremle ilgili hiç olmayacak şeyler de düşünüyoruz anlaşılan. Örneğin binaların yapılması gerektiği gibi yapıldığını, gerekli denetimler yapıldıktan sonra ruhsat alıp kullanılmaya başlanıldığını ve bu denetimleri geçemeyen binalara güvenli otel diye ruhsat ve sertifika verilmeyeceğini düşünürüz. Bununla da kalmayıp, bir bina yıkılırken canlıların dışarıya çıkacağı sürenin onlara tanınacağı şekilde tasarım ve hesaplamaların yapıldığını, binanın göçmesi halinde insanların dışarı çıkmak için süresi olmazsa, oluşacak yaşam üçgeni alanlarında hemen gelecek olan arama kurtarma uzmanlarını bekleyebileceklerini ve en geç birkaç saat içinde göçükten kurtarılarak bir hastaneye götürülerek tedavi edileceklerini, sağlıklarına kavuşacaklarını zannederiz. Ne saçma sapan düşünceler bunlar böyle? İnsan hiç böyle bir deli saçmasına inanır mı? Biz inandık… Normal olan buydu çünkü.

Ama hayat acımasız olabiliyor. Olağanüstü bir çaba, özveri, çalışmayla şampiyon olan Gazimağusa Türk Maarif Koleji (GMTMK) ortaokul kız ve erkek voleybol takımları 3 Şubat’ta Adıyaman’a gittiler. 6 Şubat’ta sabaha karşı bir deprem oldu. Kaldıkları Grand İsias Otel adındaki dört yıldızlı cehennem, tozdan yapılma bir kuleye dönüştü saniyeler içinde. Bu da yetmezmiş gibi arama kurtarma ve yardım da gitmedi. Belirsizlik, yalan haberler, KKTC cumhurbaşkanının iletişim danışmanı Kartal Harman’ın yalan yanlış bilgilerle dolu sosyal medya paylaşımlarıyla çocuklarıyla birlikte Adıyaman’a gitmeyen anne babalar ve Sivil Savunma ekiplerini taşıyan uçağın Adıyaman’a ulaşması ve bizim aslında o ana kadar oraya hiçbir şekilde yardım ulaşmadığını anlamamız tam 18 saat sürdü. On sekiz saat… Aslında on sekiz saat insan ömründe çok bir yer kaplamıyor. Ancak bu süre boyunca sürekli yalan yanlış, yardımları engelleyen, insanları gereksiz yere ümitlendiren haberlere maruz kalındığını ve söz konusu olanın insanların çocuklarının, eşlerinin hayatı olduğunu düşündüğümüzde; hepimiz için çok uzun bir süreydi. Belirtmek isterim, yazıyı yazma amacım İsias cehenneminde yitirdiğimiz canların ölümüyle ilgili ceza hukuku sorumluluğunun, binayla ilgili kısmına dair birkaç kelam etmekti. Dolayısıyla bu yazıda bu kurtar(ama)ma sürecine değinmiyorum. Fakat o da bir başka yazının konusu olacak kadar önemli bana kalırsa.

 

Nasıl Bir Öldürme?

“6 Şubat depremi, Adıyaman’da 26 çocuk, 9 öğretmen ve veli olmak üzere 35 Kıbrıslı Türk’ün hayatını kaybetmesine yol açtı.” Haberlerin birçoğunda geçen bu ve benzeri cümleler var. Yanlış. Doğrusu şöyle “Adıyaman’da dört yıldızlı ve lüks bir otel olarak hizmet veren Grand İsias Otel’i, otelin sahiplerinin, mimarların, mühendislerin, müteahhidin, yapının onay ve vize işlemlerini yapanların, denetleyenlerin görevini yapmaması nedeniyle depremde birkaç saniye içinde göçerek insanları öldürdü” olmalıydı haber. Dolayısıyla bu sayılanlar da tüm kafilenin ve orada bulunan turist rehberleri kafilesinin katilidir.

Türk hukukunda öldürme suçu, kusurluluk biçimi bakımından birkaç farklı şekilde karşımıza çıkar. Öldürenin planlayarak veya soğukkanlılıkla bu suçu işlemesi halinde kusurluluk en yoğundur ve bu taammüden öldürmedir. Kanundaki adı tasarlamadır. Hem hareketi hem de bunun sonucunu biliyor ve istiyorsa, bir başka deyişle o sonucu meydana getirmek amacıyla hareket ediyorsa burada karşımıza doğrudan kast çıkar. Bizi asıl ilgilendiren, İsias’ta söz konusu olan kusurluluk biçimi olan olası kasttır. Olası kast veya muhtemel kast denilen bu durumda kişi, gerçekleştirdiği hareketin sonucunu öngörmekte, ancak bu sonucun gerçekleşmesini göze alarak hareketini yine de yapmakta, tamamlamaktadır. Eğer öldüren birinin hayatının tehlikeye girdiği bir senaryoda onun ölebileceğini düşünüp “ölürse ölsün, ben bu hareketi yine de yapacağım” diye hareket ediyorsa olası kastla hareket etmiş olur. Sanırım oldukça tanıdık geliyor. Hele otelin kum yığını görsellerini görünce!

Muhtemelen savunma tarafı, müvekkillerinin böyle hareket etmediğini, taksirle hareket ettiğini söyleyecek. Aslında taksir, Fasıl 154 Ceza yasasında ismi geçmemekle birlikte, 210. maddede düzenlenen tedbirsizlik veya dikkatsizlik yüzünden ölüme sebep olma senaryosudur. Taksir, katilin ölüm sonucunu öngörüp öngörmemesine göre iki biçimde karşımıza çıkar. Failin, öldürenin, ölüm sonucunu öngörmesine ve buna rağmen hareketine devam etmesine, “ben bu yaptığımı yapsam da öleceğini zannetmiyorum”, “nasıl olsa ölmez” demesi, bilinçli taksirdir. Eğer fail bulunduğu konum itibarıyla, örneğin bir inşaat mühendisi olarak veya bir inşaat için onay, denetleme makamlarında bulunan bir uzman olarak öngörmesi gereken bir sonucu öngörmüyor ve fiilini gerçekleştiriyorsa bu da basit taksir olarak karşımıza çıkan kusurluluk biçimidir.

Bizim için en önemli nokta, Türk Ceza Kanunu (TCK) ilgili hükümleri gereğince bu suçların cezaları arasında epeyce fark olmasıdır. Bu fark bir uçurum gibidir. Bu nedenle, herkesin hak ettiği cezayı alması, taksirli hareket etmedikleri açıkça ortada olan bu sorumluların kasten öldürmeden sorumlu tutulmasıyla olacaktır. Sorumluların bulundukları konum ve sahip oldukları bilgiler ışığında bu sonucu öngörmemiş olması ihtimalini geçiyorum. Sanırım buna inanmak da, birinin buna inanmasını beklemek de en hafif tabiriyle aptallık olur! Öngörülen sonuçları istemediklerini, ölüm sonuçlarının gerçekleşmeyeceği inancıyla hareket ettiklerini de hiç mi hiç sanmıyorum. Bir mimarın, mühendisin, onay ve denetleme makamının işlerini yapmadıkları zaman ortaya çıkan sonuçları öngördükten sonra, gerçekler bütün çıplaklığıyla ortadayken, sonucun gerçekleşmeyeceğine inanmaları değil, bu sonucu göze almalarıdır söz konusu olan. Dolayısıyla olası kastla öldürmeden söz etmemiz en doğrusudur. Elbette ki bu görevini yerine getirmeme, bazı şeyleri olması gerektiği gibi değil bir başka şekilde yapma gibi süreçlerde başka fiiller de söz konusuysa, örneğin denetim makamı bu denetimi yapmamak için rüşvet almışsa, inşaat mühendisi ve müteahhit bu onayı almak için rüşvet vermişse, onay makamındakileri tehdit etmişse vb. o fiillerden de sorumlu olacaklar kuşkusuz. Bizim derdimiz burada ölüm sonucu bakımından bütün bu sayılanların çocukların, hocaların ve ailelerin ölümüne taksirle sebep olmadıkları apaçık ortadayken bu insanların hak ettikleri cezayı, en ağır cezayı almadan bu konunun kapanmasına engel olmak.

 

Şimdi Ne Olacak?

GMTMK voleybol takımlarını, hocalarını ve ailelerini öldüren katiller hakkında bir soruşturma başlatıldı. Tam bir aydır sosyal medya platformu Twitter “#isiashepimizindavası” vb. ses getiren taglarla adalete sesleniyoruz. Bu kampanyayı Türkiye’nin çok ünlü sanatçıları da sahiplenmiş durumda. Aktif olarak katılıyor, tivitler atıyorlar. İki farklı avukatlar ekibi hem Kıbrıs Türk Barolar Birliği hem de Türkiye Barolar Birliği ortaklığında davayla ilgileniyor. Türkiye ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu taziye ziyareti için Mağusa’ya gelip sessiz sedasız ailelerle görüştü, davanın takipçisi olacağını söyledi.

Bundan sonra yapacağımız, tıpkı ilk günden bugüne yaptığımız gibi olayın kamuoyundaki önemini korumasını sağlamak için çabamızı ortaya koymak, hukuki süreçte mesleki bütün yeteneklerimizi seferber ederek bahsettiğim şekilde bir sonuç alabilmek için çaba göstermeye devam etmektir. Bunun ilk adımı, mahkemenin gündemine geldiğinde hızlıca bir mahkûmiyet kararını doğurabilecek niteliği olan, güçlü, sağlam bir iddianamenin hazırlanmasına mümkün olduğunca katkı vermemiz. İddianame ne kadar iyi olursa, dava süreci o kadar hızlı olur ve adil bir sonuca ulaşılır. Unutmayalım ki KKTC’de yargıya bakış açısıyla Türkiye’de yargıya bakış açısı aynı değil. Ama ben bu davada adil bir sonuç çıkacağını düşünüyorum. Yaratılan adalet ikliminde, güçlü kamuoyu bilinciyle hiçbir hukukçunun apaçık ortada olan bu gerçeği göz ardı edeceği düşüncesinde değilim.

Bu haber toplam 2850 defa okunmuştur
Gaile 500. Sayısı

Gaile 500. Sayısı