43 Yıl Geriye Dönmek...
Şu bir gerçek ki; insanın çocukluk döneminde yaşadıkları unutulmaz ve silinmez bir hafızanın merkezini oluşturmaktadır. Bundandır ki kimi psikatrislerin kişi sorununun anlaşılmasında ilk indikleri yer, "çocukluk" dönemleridir.
Bizim gibi savaşı görmüş, yaşamış çocukların geçmişinde bu "travma" her zaman yaşamla birlikte bir yerlerde durmaktadır.
Sırası gelir ortaya çıkar sırası gelmezse ölene kadar bir yerlerde kendini saklar.
Ama ben 20 Temmuz 1974 savaşını düşündüğümde, dokuz buçuk yaşımın çocukluk anılarının ikiye bölündüğünü ve bu bölünmüşlüğün de hüzünlü olduğunu hatırlarım.
Dokuz buçuk yaşımda, savaşın kendisini bizzat yaşadım.
Teslim olmanın, mermilerin, kovanların, barut kokusunun, havan mermisinin ıslığını, yaralıları, cesetleri, iaşe kartını, örfi idareyi...
Kısacası bir çocuğun yaşayabileceği en büyük dehşetlerden birini gördüm, yaşadım.
O günlerde çocuk aklımla anlamlandıramadıklarımı, bugün en doğru bir şekilde anlamlandırıyor, savaşın özellikle çocuklar üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu değerlendirebiliyorum.
Dokuz buçuk yaşımdaydın 20 Temmuz 1974'ün o sıcak gününde.
Leymosun Türk kesminin merkezinde, Hastahanemizin tam karşısında.
Anılarımı; Taksim Sineması'ndaki filmlerle, film başlamadan ve film aralarında çalınan Türkçe şarkılarla, mahallede ve Park Gazinosu'nun bahçesinde oynadığımız futbolla, mahalledeki Sandüviççi Kemal dayı, Çakır dayı, dönerci Osman dayı, berber Salih dayı, Salih Yek'in kahvehanesi, Mustafa Muhsin'in dükkânı, kahveci Naim dayı, Bakkal Durmuş dayı, Cemal dayı, Sedat Simavi İlkokulu, okul arkadaşlarım ve öğretmenlerim, 23 Nisan coşkusu, Bayramlarda el öpmeler, para toplamalar. Ladies Mile, Moloz, dedemin ahşaptan deniz tekneleri, liman, deniz panayırı ve Leymosun karnavalı. Doğan Türk Birliği,Türk Ocağı Limasol'la kanımıza giren futbol aşkı, By Pass'daki araba gezintileri, Ağrotur Üssü'ne babam tarafından götürüldüğümüzde yediğim ilk "fish and chips", Eski Leymosun tarafındaki okaliptus ağaçları altındaki saksıcılar, kafesteki maymun, bana ezberlettirilen ilk Rumca cümleyle; "ena şelinya bağado" diyerek dondurma arabasından aldığım dondurma ve yeni yıl yakşalıp da ağacımızı süslerken yine dilimize kazandırılmış bir başka Rumca sözcük; "Ay Vasili Erkede" şarkısını okuyuşumuz...
20 Temmuz 1974'ün saat sabah 10'una kadar bunlardı çocuksu belleğimde.
Ta ki silahlar ötene, bombalar patlayana kadar.
Leymosun Türkleri olarak teslim olacağımız öğleden sonra 5 civarlarına kadar bir evden diğer eve koşmalar, onlarca insanın sığındıkları odalar, ağlaşmalar, korkular.
Ve teslim olma saati geldiğinde kapıya vuran dipçik sesine karışan "ekso"(dışarı) kelimesinin ne anlama geldiğini şıp diye kavrayışım, evimizin karşısındaki Hastahane avlusuna birikmekte olan sivil halkın içine sokulurken öğrendiğim bir başka Rumca kelime daha oluyordu: "Gatse de gado" (yere oturun)...
Gerek Leymosun merkezinden gerekse civarından getirilen binlerce çoluk çocuk, yaşlı kadın ve gençler.
Arnavut Camii'nin yüksek duvarı önüne kalabalıktan ayrı tutulan mücahitler, ya da mücahit olduklarına inanılanlar.
O gece çok uzun olmuştu...
Susuzluktan kıvrananlara yaralıların acı iniltileri ekleniyor, birbirini bulmaya çalışanlar, kalabalığın önüne dizilen, siper almış Rum-Yunan askerlerinin namlularına bakan korkulu gözler, bayrak direğine çekilen beyaz çarşaf, karşıdaki evimizin yağmalanmasını izleyen benimle birlikte ailem...
43 yıl sonra tam da o yerde yine bağdaş kurdum.
Yanıma kızımı oturttum ve sadece düşünmesini hissetmesini istedim yapabildiği kadarıyla.
Tam da onun yaşında ve bu şekilde oturmuşken beton zemine, savaşın ne kadar kötü birşey olduğunu anlamasını istedim...