1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. “Benzerlerin cehenneminden kaçmak gerek”
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

“Benzerlerin cehenneminden kaçmak gerek”

A+A-

Çoğunlukla olumsuzu konuşuyor, içine kapatıldığımız karanlıkta daralıyor, kuyunun dibinden gökyüzüne bakarak oraya erişmenin yollarını arıyoruz. Işığı istiyoruz. Bölük pörçük adanın kuzey yarısına salınan onca kötülük, umutsuzluk ve güvensizlik sarmalında yarım asırlık bir sanatçının atölyesine sığınıyorum, o ışığı görmek umuduyla… Çünkü aydınlığı sanatçılar gösterir toplumlara… Hem ülkemizin hem de aslında dünyanın hastalandığı bir çağdayız sanırım… İyileşmek istiyoruz; ortak düşümüz bu, biraz daha insanca, özenli, estetik, samimi bir geleceğe uyanmak… Kurtulmak bu belirsizlikten, yalnızlıktan, köhnelikten…

Kıbrıs’ın nitelikli sanatçılarından Aşık Mene’yle baş başayım. Aşık hocam, epeydir medyadan uzak… Surlariçi’ndeki atölyesinde kahve ve şarap ikramıyla karşılıyor bizleri, kendisi zivaniya tercih ediyor, sohbet böylece koyulaşıyor. Tarihi evin geniş avlusunda, kedi bakışlarında, bir tuvale fırçayla dokunur gibi konuşuyoruz.

“Izdıraba ses vermek”
---

“Hepimiz bu toplumda yaşıyoruz, sanatçılar da bu ülkeye dâhil… Derin karamsarlık sanatçıya da yansıyor. Hakikati arıyoruz, sebepleri sorguluyoruz, irkiliyoruz, çünkü tüm bu sorunlara birlikte maruz kalıyoruz.”

Aşık Mene, “ızdıraba ses vermek hakikate varmanın ön koşuludur” diyerek, Alman felsefeci Adorno’ya gönderme yapıyor.

Yaşadığımız ızdıraba ne kadar ses verebiliyoruz sahi?
“Izdıraba ses vermeyen bir insan hakikatten söz edemez. Resim bizim bir ağlama duvarımız oluyor. İflah olmaz bir muhalif halidir sanatçının duruşu… Hep şüpheyle yaklaşmak… O hakikati biz kendi malzemelerimizle, tekniğimizle, düşlerimizle dile vuruyoruz. Sanatçının ayrıcalığı ne oluyor, benzeşmezlik diyebiliriz. Benzerlerin cehenneminden kaçınıyor sanatçı… O cehennemden kaçmak gerek…”
 

Tarih boyunca sanatçının hep acıdan beslendiğini anlatıyor Aşık Mene…
“Yüzleşmeliyiz ve ses vermeliyiz” diyor.
Bir de “irkilmeliyiz.”

“Bir canlı eğer yaşadığı duyguyu dile getirmezse var olamaz. Yani insan dediğin en basitinden irkilme özelliğine sahiptir. Maruz kaldığı kötülüğe karşı irkilir. Duyarlılığı olur insanın, hem kendine hem dünyaya… Bir Filistin’i görür, bir Ukrayna’yı… İrkilir ve tepki vermek ister… Ama her duygunun bir dili var işte. Sanatçı bunu bir başka estetikle ortaya koyar. Yani mesela tezatları kullanır, tedirgin eder. Dedim ya benzerlerin cehenneminden kaçmak ister…”

Nedir bu benzerlerin cehennemi?
“Hiçbir gerçeklik göründüğü gibi değildir. Latinceden kalan bir terim vardır. Palyatif olma durumu… Aslında mantolamadır bunun anlamı, üzerini örtme… Ne varsa üstünü kapama, saklama ve hakikati de onun altına gömme. Böyle bir dönemdeyiz. O mantonun altında saklanan hakikati görmek gerekiyor öncellikle…”

İnsanlar da çoğunlukla gerçeğinden farklı görünüyor sanırım. Ya bir örtünün altına gizliyor niyetlerini, ya da asıl yüzünü göstermiyor, maskeyle geziyor…
“Tek tip insan yaratmak istiyor, yeni dünya düzeni… Her yerde örtülü bir hakikat var ve sanatçının görevi de o örtüyü kaldırmak… O örtüyü kaldırmak ve tedirgin etmek. Yaşadığımız düzeni değiştirmek istiyorsak, hayatlarımızı kuşatan onca örtüyü kaldırmalıyız önce…”


“Ne varsa satılığa çıkarıldı, çoğunluk gösterişe kilitlendi”

mene-3.jpg
Ressam Aşık Mene insanlığın geldiği noktaya isyan ediyor, özellikle de “anı yaşa” ve “her fırsatı avantaja çevir” kültürüne içerliyor, bunun bir boş vermişlik olduğunu anlatıyor.
“Günümüz dünyasında her duyguyu metalaştırma eğilimi vardır. Her şeyi satabilirsin artık… Duygularını da satabilirsin. Romantizmi de satabilirsin, acılarını da satabilirsin, ne varsa satılığa çıkarıldı. Bunu kabullenmek mümkün değil. Piyasalaşan hayatlar… Sanatla, felsefeyle, hakikatle ilgilenen birinin bu benzerler cehenneminden uzak durması gerekiyor. Aslında belki sanatçı olarak yalnızlığımız biraz da budur.”

Anı yaşamanın ne sakıncası var?
“Dünya onca acılara, trajedilere maruz kalırken, bir insan için anı yaşamak mümkün mü? Her gün on binlerce insan ölüyor, sakat kalıyor Filistin’de, Ukrayna’da… İnsan olan bu nedenle irkilir… Bunu hissetmezseniz, başkalarının acılarını da görmez olursunuz… Uyuşturulma halidir bu! Merhameti yitirmektir… Bütün bu dolambaçlar, bütün bu yalanlar, bütün bu ayak oyunları içerisinde hem sanatçı hem de aslında insan kalmak giderek zorlaşıyor.”

Peki, nasıl keşfedeceğiz yeniden iyiliği… Yeni bir dünyayı nasıl kuracak, hem kendimizi, hem ülkemizi nasıl kurtaracağız?

“Önce acılarla ve gerçeklerle yüzleşmek gerekiyor. En basiti bir yas tutacaksanız, bu yasın gereğini yerine getirmek zorundasınız. Özgürleşmenim ilk adımıdır bu. Bir de şunu bileceğiz, özgürlük senin donanımla ilgili bir durumdur. Hiç tutuklanmadan kendini bir zindana sokabilir ya da bir zindanda yaşarken, özgürleşebilirsin… Bir satranç oyununda, attığın ilk üç adım aslında senin özgürlüğündür. Ama o adımlar yanlışsa, o andan itibaren, özgürlüğün bir tutsaklığa dönüşebilir. Bunun ayırdına varmanın tek yolu aydınlanmadır, okumadır…”

Kıbrıs’ın kuzeyine dair toplumsal manzarayı nasıl görüyor Aşık Mene?
“Toplumun çoğunluğu neyle ilgileniyor sence? Gösterişle! Tam bir gösteri toplumuna dönüşüyoruz. Sosyal medya da bunu körüklüyor maalesef….”

mene-1.jpg

En fazla kimlerden besleniyorsunuz?

“İki isimden söz edeceğim, biri Dücane Cündioğlu… Türkiye’de sağ kültürden gelen ama kendini aşan bir isim… Ciddi anlamda bir düşünce adamı, yani neredeyse bir filozof durumuna gelmiş birisi… Bir diğeri dostum Hakkı Yücel’in bana önerdiği, Güney Koreli yazar, kültür kuramcısı ve filozof Byung-Chul Han…
Bir de az önce ismini andım.
Atölyemde her gün 11 saat çalışırken, dünyada neler oluyor, şiir ve felsefe, yeni çıkan kitaplar, tüm bunlarla beni buluşturan, hayattaki şanslarımdan biri doktor Hakkı Yücel var. Yani müthiş bir düşünce adamı, müthiş bir okuyucu, aslında bana sorarsanız, biraz böyle utangaç bir filozof…”

"Birbirimizi daha iyi anlamaya ihtiyacımız
var; eleştirerek ama aşağılamayarak”

mene-2.jpg

Sanatta 50 yıl ve bunca yılın hayat deneyimi Aşık Mene’ye neler öğretti?
“Yıkımlara, haksızlıklara, adaletsizliklere çok daha erken tepki koyardık, geçmişte… İnsan zamanla törpüleniyor, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlıyor. Pek çok farklı ilişkinin bir sonuç doğurduğunu görüyor ve bunun ayrımına varıyorsunuz. Çok daha fazla halden anlıyorsunuz, yaş ilerledikçe… Ön yargılardan uzaklaşıyorsunuz. Sonuç odaklı değil de daha derinlikli düşünmeye başlıyor, sebeplere de bakıyorsunuz. İnsan çok daha bağışlayıcı oluyor böylece… Kırmadan, dökmeden ilişki kurmaya çalışıyorsunuz. Birbirimizi daha iyi anlamaya ihtiyacımız var. Birlikte gelişmeye, zenginleşmeye… Bu mümkün olabilir. Hangi görüşten insanlar olursa olsun… Eleştiri payını da ortaya koyarak, eleştirerek ama aşağılamayarak, birlikte yaşamak, gelişmek, iyileşmek mümkün.”

İşte tam bu noktada, ülkemizde nitelikli sanat üretenlerin yeterince bir araya gelemediği iddiamı ortaya koyuyorum.

“Burada bir yanılgı payı olabilir” diyor Aşık Mene…
“Yaşamın farklı alanlarında olduğu gibi sanatçılar arasında da zaman zaman çıkan tartışma ya da ayrılıklar olabilir. Bana sorarsan bunlar son derece normal, aslında sanatın doğasında var. Birbirimizi üretim adına kışkırttığımız da olur. Tatlı rekabetler de doğaldır, kimi zaman toplum da sanatçıları o rekabete iter…”


“Geriye baktığımda ya ben sanatımı yaptım ve saygı gördüm, bu ülkede sanatçı saygı görüyor” der mi Aşık Mene?
“Yani ister inan ister inanma 20, 25 yıl önce sanatçılar çok daha fazla saygı görüyordu bu toplumda… Elbette nitelikli sanatçılardan bahsediyorum. Belki sosyologların bunun sebebini araştırması gerekiyor. O günden bugüne ne oldu? Bunun sebeplerini düşünürken, uzun yıllardır ülkemizde yaşayan, 80 yaşlarında bir Alman sanatçı, Heidi Trautmann’ın sorusuyla kendi yanıtımı buldum. Bir gün olmadık bir saatte beni aradı. Aşık, dedi. Benim kafamı kurcalayan bir soru var. Belli ki başka insanlara da sormuş bunu… Dedi ki, nasıl oluyor da Kıbrıs'ta özellikle resim alanında var olan hareketi hep aynı kuşaktan insanlar sürdürüyor. Yani hiç kimse bana böyle bir soru sormadı. Ben de bunun ayırdındaydım ama böyle bir soruyu kimseye sormadım çünkü cevabını biliyorum. Çünkü bizim kuşaklar, akademik eğitimin yanı sıra usta çırak ilişkisiyle gelişti, okudu, araştırdı.  Neşet Günal’dı benim hocam… Emin Çizenel’in Devrim Erbil’di… Bir başkasının Dinçer Erimez’di. Onların da Avrupalı ustaları vardı…”

Yine söze giriyorum ve “sizin de öğrencileriniz var, o zaman özeleştiri yapmanız gerekmez mi” diyorum.
“Benim de öğrencilerim var, ancak bir gerçeği de görmek gerekiyor. Yeni nesil çok fazla okumuyor, yoğunlaşmıyor. Elbette her yaş grubundan insan resimle ilgileniyor, bu da çok güzel… Takdir ediyorujm. Resim yapmanın kimseye bir zararı olmaz. Yeni mezunlar da var… Ama bu işin bir kültürü var, yalnızca birkaç teknik öğrenmekle değil. Genelleme yapmak istemiyorum tabii… Işık verenler de oluyor arada…”

Sanata, sanatçıya gerekli desteğin verilmediğini pek çok farklı isim gibi Aşık Mene de söylüyor. Adanın güneyinde katıldığı sergileri soruyorum, Larnaka ve Limasol’da yaşadığı mutluluğu anlatıyor, her iki kentte de çocukluğuna, gençliğine dair yaşanmışlıklar var. Avrupa Kültür Başkenti adayı olarak Limasol’daki özel komiteye aldığı davetten gururla söz ediyor.

“Uluslararası sergilere katılma şansımız çok azdır, bunun ciddi bir maliyeti var. Bu anlamda sanatçıya destek yoktur. Emekli maaşınızla bir yere kadar… O nedenle sizin kendi bağlantılarınız önemli oluyor.”

Yeni bir seri çalışıyor şimdi, “Ayak Oyunları…”
Özel seçilmiş davetlilere yönelik farklı bir sergi düşünüyor, kariyer sergisi gibi…
“Ayak Oyunları, belki bir meydan okuma olacak, tarihe not düşmek anlamında…”

[ Fotoğraflar: Fatoş Arca ]

Bu yazı toplam 2900 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar