“73 yaşındaki Kaleburnulu ihtiyar ‘terörist’!...”
KIBRIS’TAN HATIRALAR...
Ulus Irkad
Geçen haftalarda 1950’li yıllarının sonlarından beri Londra’da yaşayan dedelerimin yeğeni “Mehmet Bodi” abim (Dedelerimin Bodi amcalarının oğlu) bana çok eski bir Rumca Gazeteden bir küpür göndererek, gazetedeki adamı tanıyıp tanımadığımı sordu. Gazetedeki fotoğraftaki adamı elbette tanımıştım. Çünkü o benim çok yakından tanıdığım ve hemen hemen çocukluktaki anılarımı süsleyen ailemden biriydi. Öncelikle gazetedeki küpüre döneyim. Şöyle yazıyordu:
“Baf’tan Lefkoşa’nın Türk Bölgesi’ne gelmek üzere yola çıkan (1963 olmalı) ama esas amacının Lefkede’ki kızına gitmek olduğunu söyleyen, Kaleburnulu Hasan Mehmet Vehbi “(Beppei) bugün Baf Kapısı’ndaki yoklama sırasında üzerinden çıkan ve de Baf’tan kendisine verilen bir mektubu, Lefkoşa’daki yetkili teröristlere götürmek için pardesüsünün cebinde bulundurduğu, Türk bölgesindeki askeri yetkililere götürmek üzere, kendisine Baf’tan Baf Türk teröristlerinin yetkilisi olan Behiç Kalkan (Behiç Kalkan Baf’ta saygın, beyefendi ve de hem Belediye Başkanlığı hem de Milletvekilliği yapan saygıdeğer bir büyüğümüzdü, o da rahmetle kalsın,u.ı.) adlı yetkiliden aldığı, bu gizli mektup da ortaya çıkınca, derhal tutuklanmış ve soruşturulmak üzere Baf Kapısı Polis İstasyonunda alıkonulmuştur. İhtiyar adam Türk teröristlerle teması olmadığını, bu mektubu da sırf iyilik olsun diye aldığını, okuma yazması olmadığını ve bu mektubun kendisine Baf Türk liderlerinden Behiç Kalkan tarafından verildiğini belirtmiştir. İhtiyar adamın söyledikleri doğru çıkınca polisler tarafından serbest bırakılmıştır”.
Aslında bu haberde Kıbrıslıtürkler’in 1963 yılında, “potansiyel terörist” olarak şüphelenildikleri ve onlara karşı bayağı tedbir alındığı da belli olmaktadır. O dönemde yolculuk yapılırken örneğin Baf’tan Lefkoşa’ya giderken yol üzerlerinde sık sık barikatlara rastlanmakta ve bu barikatlarda durdurulan Kıbrıslıtürkler yoklanmaktaydı. Mesela Baf’ta Aşelya Deresi üzerindeki köprüde bir polis ve asker barikatı varken, gene Lefkoşa tarafında Çağlayan tarafından da, 1963-68 yılları arasında da bir barikat bulunmaktaydı. Bu Barikat Denktaş-Klerides-Beyrut görüşmeleri Lefkoşa’ya kayınca aynı yıl yani 1968 yılında kaldırılmıştı. 1965 yılında olaylardan sonra Lefkoşa’ya yaptığım ilk yolculukta (8 yaşındaydım) ben de bu barikatlarda durdurulmuş ve büyüklerle aynı şekilde çoraplarıma kadar yoklanmıştım. Maalesef bu tip bir paranoya ki Makarios’un ve de devrin Kıbrıslırum egemenlerinin de sahip oldukları bir paranoyaydı, Kıbrıslıtürk egemenleri ve elitleri gibi onlar da gerici milliyetçi bir paranoya içinde, Kıbrıslıtürkleri Cumhuriyet’ten izole edip ayrı tutma, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni sadece bir Kıbrıs Rum Cumhuriyeti şekline getirmekti ki, çarpışmalar sonrasında, 1965 yılında, meclise geri gelmek için müracaatta bulunan Kıbrıslıtürkler’in 3 milletvekili meclise alınmamış, Glafkos Klerides’in Niyazi Kızılyürek’e anlattığı gibi (Glafkos Klerides-Tarihten Güncelliğe- sf.27) onlara artık veto haklarının olmadığı ve azınlık olmak istiyorlarsa meclise katılabilecekleri bildirilmişti. Ha, bu gibi yanlış eylemler, Taksim veya ayrı bir Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni savunan, Kıbrıslıtürk elit ve egemenlerine bölünme için ayrı bir manevra alanı sağlarken, Kıbrıs Cumhuriyeti de sonuçta bir Kıbrıs Rum Cumhuriyeti haline gelirken, 1974 yılıyla adanın hala daha bölünmüş kalmasına ve sayısız binlerce dert ve acının yaşanmasına, bugün Kıbrıslıtürklerin devletsiz ve hukuksuz olarak dünyadan soyutlanmış olarak yaşamalarına sebep olmuştu.
Gelelim Hasan Mehmet Vehbi (Beppei)’ye... Kim miydi? Benim büyük büyük amcamdı... Kalbi temiz, cömert, hoş sohbet, yeğenlerini çok seven bir adamdı amcam. Önceleri Lefke madenlerinde maden taşıyan gemilerde kaptanlık yapmış, sonra da emekliye ayrılınca (Birinci hanımından ayrılmış mıydı, yoksa vefat mı etmişti birinci hanımı onu bilmiyorum) Baf’a 1950’li yılların sonlarıyla 1960’lı yılların başlarında gelip yerleşmiş ve Baf’ın “Maciler” ailesinden gene kendi gibi yaşlı ama oldukça anlayışlı, hanımefendi Cemal yengemizle evlenip, yeğeni Hamza Erdoğan gibi (Dedem-annemin babası) bir tarafından Baflı bir tarafından da Kaleburnulu olmaya karar vermişti. 1960’lı yılların başlarında, hatta Baf çarpışmalarından sonra, bayramları ve boş zamanlarımda amcama ve Cemal yengeme uğrar, onların ellerini öper ve tam kapı girişlerinde çocuklara şekerler ve tatlılar sattıkları masaların üzerinde bulunan şekerlerden ceplerimi doldururken, cebime de para koyarlardı. 1962 yılında onu Kaleburnu’nda yaşayan Nazife Halamız (Resmiye Halamın annesi-Hoca Efendi dedemin kızkardeşi) ziyarete gelmiş, birkaç gün amcamda kalmış, hatta bu ziyareti sırasında halamız bizi de ziyaret etmişti. Halamızın aynen amcamız gibi bizi (şimdi sevmesinler) sevgiyle kucakladığını, bizi çok sevdiğini, o ziyareti sırasında birkaç defa evimize geldiğini çok iyi hatırlıyorum. Büyük büyük halam Nazife’yi, rahmetli dedem Hamza Erdoğan’ın benden bir dileği olarak ben de 1980 yılında öğretmen olunca Kaleburnu’nda ziyarete gidecektim. Halalarımın torunları bugün köyde yaşamakta ve bizlere aynen büyük halalarımız gibi sevgiyle dolu olarak davranmaktadırlar onu da ekleyeyim (Abide halama, Şerife halalarıma ve de eniştelerim Hacı ve Behçet’e buradan selamlarımı gönderiyorum). Amcamın Lefke’de hem anneme hem de babama (Annem ve babam iki kardeş, yani amca çocuklarıydılar) yeğen düşen “Aliye” adlı bir kızı olduğunu sonraları gene Baflı “Maciler” ailesinden biriyle evlenip Londra’ya gittiğini biliyorum. Cemal yengem de, Amcam da çok iyi insanlardılar. Maalesef 1969-70 yılında bu iki güzel insan ayrıldılar. İnanın beni çok üzdü ayrılmaları. Büyük amcam Hasan Vehbi (Beppei) Baf’tan ayrılırken yengemle ortak alınan eşyaları ve tüm mallarını satarak ayrıldı Baf’tan. Bu ayrılmadan sonra yengem kısa bir süre sonra vefat etti (Aydınlıklar içinde kalsın). Amcamsa Lefke ve Kaleburnu arasında gezerek bir müddet daha yaşadı ve o da hayata gözlerini kapadı.
Amcam terörist değildi, aşağıdaki gazete sütununda geçtiği gibi... Fakat amcama yapılan bu muamele aslında benim da şahit olduğum gibi Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kıbrıslıtürkleri kendi vatandaşları gibi davranıp, onları terörist görmese, keşke, 1963’lerin yaşanmayacağı, Gerici Milliyetçiliklerin ve de gerici liderlerin etkili olmadığı, vatandaşlarını eşit vatandaşlar veya eşit insanlar olarak gören demokratik milliyetçi liderlerin varlığının ne kadar önemli olduğunu, işte o terörst tanımlamasının bizi hem 1963, hem de 1974 yılını yaşamamıza neden olarak içinde bulunduğumuz birçok sorunlara da kaynaklık ettiğini şimdi daha iyi anlamaktayım.
Büyük büyük amcam Hasan Mehmet Vehbi (Beppei) ve de ayrıldığı hanımı güzel huylu, insan sevgisiyle kalbi dolu olan (Amcam da öyleydi) Cemal yengemin anılarının önünde saygıyla eğiliyorum...
“Kıbrıs’ta köylerin isimleri ve bu isimlerle ilgili anlatılanlar...”
Rita Severis’in “The Centre of Visual Arts and Research (CVAR)” yani “Görsel Sanatlar ve Araştırma Merkezi”nin “Bunları biliyor musunuz?” başlığıyla yayımladığı Kıbrıs’ta köylerin isimleri ve bu isimlerin nereden geldikleri hakkında bir yazıyı, okurlarımız için Türkçeleştirmeye çalıştık. CVAR’ın sayfasında yayımlanan bu yazıda özetle şöyle deniliyor:
*** Akursos: Ortaçağ döneminde bu bölge Templar şövalyelerine aitti ve burada bir zamanlar keşişlerin yaşadığı bir konak vardı. 1200 yılında burası Templar şövalyelerine aitti ve adı da “Acurzos” yani “Akurzos” idi. Osmanlı döneminde bu köy yeniden canlandırıldı ve adı iki Türkçe sözcükle tanımlandı: Akarsu... Türkiye’de Afyon Karahisar yakınlarında aynı isimli bir köy bulunuyor. Fitzgerald’ın internet sayfasında, bu köyle ilgili şu efsaneyi okuyabilirsiniz: “Kuzeye kısa bir mesafede, tepeler arasında kıvrılıp giden rüzgarlı yolun yanında, bir caminin arkasında bir plato (düzlük-yayla) vardır. Bu yayla bir zamanlar Laoni tu Çakri diye bilinmekteydi (“İçi boş kavga”) – iki rakip kral arasında bir savaşın olduğu yerdi diye meşhur olmuştu. Burada Kral Rose-Petros, Akursos köyünü savunurken kendisine saldıran İnya Kralı’nı yenmişti. Ancak İnya Kralı’nın parçalanmış bedeninden uzaklaşırken de Kral Rose-Petros, İnya Kralı’nın intikam almak isteyen okçularından birisi tarafından sırtından vurulacaktı... Kral Rose-Petros, bir tepenin ucunda bulunan Ammpa Mağarası’na gömülecekti, İnya Kralı ise Papadimandra Mağarası’na gömülecekti ki burası artık keçi sürülerinin sığınağıdır...
*** Alambra: Köylüler bunun “yangın/ateş yok” anlamına gelen “alambron” sözcüğünden kaynaklandığına inanıyor. Anlatıya göre bu köy bir zamanlar ormanlarla çevriliymiş ve yangın çıktığında tüm çevresi ateşlerle çevrilmiş ve köylüler diri diri yanma tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlar. Böylece Aziz Marina kilisesine giderek yangından kurtulmak için dua etmişler – rivayete göre genç bir kızın kiliseden çıkıp yangına doğru gittiğini görmüşler. Genç kız, yanmakta olan ormanın kıyısında diz çökmüş ve köy için dua etmiş ve aniden yangın sönmüş. Böylece köy de “A-lambra” yani “yangın yok” ismini almış...
*** Kazafana/Kazafani: Bu köyün orijinal adı Aziz Epifanios idi (St. Epiphanios). Frenkler bu köye Kasal-Pifani diyordu (Casal-Pifani), bunun anlamı da Epifanios köyü demekti. Rumca’da o şekilde yazılmış ve sonra da Kazafani sözcüğüne dönüşmüştür. Ortaçağ döneminde Kazafana’da pek çok Maronit yaşamaktaydı ancak 1596 senesinde ya buradan ayrıldılar ya da dinlerini değiştirerek İslam’a geçtiler. Böylece köyde Müslümanlar ile yarı Fransız, yarı Rumca isimlere sahip insanlar yaşamaya başlamıştı. 17nci ve 18nci yüzıllar boyunca burası bir Türk köyü idi ancak 19ncu yüzyılın sonlarına doğru, köy sakinlerinin çoğu Rumlar’dan oluşuyordu. Köy harnıp pekmezi ve sısamla yapılan pastellisi ile meşhurdu...
*** Kaymaklı: Lefkoşa’nın varoşlarından biri olan Kaymaklı, büyük olasılıkla Türkçe “Kaymak” sözcüğünden gelen bir isme sahiptir. Görülen odur ki burada yaşayanlar çok lezzetli kaymak ve yoğurt üretmekteydi... Ortaçağ döneminde Kaymaklı’ya “Alisoklepsis, Misoklepsis ve Misti” de denmekteydi. Bu köy yapıcıları ve taş işçileriyle meşhurdu, büyük olasılıkla bu zanaatları kendileri Frenkler alıştırmıştı...