77 Yıl Önce Kıbrıs'ta "10 KASIM"
10 Kasım 1938 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk'ün hayata gözlerini yummasıyla sadece Anadolu insanının değil, misak-ı milli sınırları dışında kalan "dış Türkleri" de derinden yasa boğmuştur. İşte misak-ı milli sınırları dışında kalan ve Kıbrıs'ta yaşayan Kıbrıslı Türkler için de müthiş bir hüzün ve acı yaratmıştı Atatürk'ün vefat. 1942 tarihinde müdür ve imtiyaz sahibi olarak Dr.Fazıl Küçük (Dr. M. Fadıl Küçük) tarafından yayın hayatına başlayan Halkın Sesi gazetesinde baş yazar olarak Küçük'ün ve "Yavuz" ile, "Günün Cilveleri" başlıklı köşesinde bu konuya yer veren, isminin sadece başharfleri olan Y.Z.'nin, 10 Kasım 1938 gününü yaşamış Kıbrıslılar olarak yazıya döktükleri duygularından bazı pasajlar aktarmak istiyorum.
Kıbrıslı Türklerin önderi Dr. Fazıl Küçük, o yıllarda "M. Fadıl Küçük" olarak imzasını atmaktaydı. Bu kısa bilgiyi verdikten sonra Küçük'ün konuyla ilgili yazısını okuduğumda, şiirane bir dil kullanması en çok dikkatimi çeken oldu. Hani, bir gazeteci ve bir lider olacak Fazıl Küçük'ün, daha bir hamaset-milliyetçi söylemin keskinliğinde bir yazıyı kaleme almasını beklerdim doğrusu. Ama 77 yıl önce duygularını şiirane bir dille okura aktarması, bildik "lider" harici söylemlerin altında, yumuşak bir yüreğe sahip olduğunu da görmekteyiz...
"Halkın Sesi-10 Kasım 1942- s:1
"ATA'NIN 4üncü ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ"
"Bugün Milli Matem Günümüzdür"
Yazan: Dr. M. Fadıl Küçük
10 Teşrini sani 1938 yalnız Türk dünyası için değil, eski ve yeni dünya için de en matemli ve kara bir gün olarak kalacaktır. Bu gündür ki; tarihin sayfaları arasına bir eşini alamadığı Türk ülkesinin kurtarıcısı ve yapıcısı büyük Atamız hayata gözlerini kapamıştır. Her Türk bugünün sabahının erken saatlarında, yataklarından, bir hissî kablelvuku(dönüm noktası) ile fırlamış, mağmum(gamlı) mükedder(üzgün) müdavim doktorların verecekleri raporları sabırsızlıkla bekliyorlardı.
Boğazın suları bile koyu siyah bir renk almış ve her an Dolma Bahçe kıyılarından Anadol sahillerine haber götüren mavi coşgun sular görünmiyordu.
Ufuklar siyah, semalar mağmum... Bütün çehreler ıstırabın verdiği, işkence ile kırışmış kalpler bir mengene tazyiki altında serbest hareketten kalmıştı.
Yarabbi demiyordu. Bunu bize bağışla. Buna kıyma. O doymak bilmeyen kara toprağına, bu kıymetli vücudu aguşuna(kucağına) almasına müsade etme. Bu bizimdir. Müsade et kurtardığı toprakları O'nun çizmeleri daima çiğnesin. Mahmuzlarının şakırdısı dağ ve taşı çınlatsın.
Fakat eyhat... Bütün ağlamalar, dualar, yalvarmalar duyulmamış, işidilmemişti. Birden bir Sarayın üzerindeki şerefle dalgalanan al sancak bel kemiği kırılmış bir insan gibi çökmüştü. Artık onu ne rüzgârlar, ne de fırtınalar harekete getirebiliyordu. O, kurtarıcısının mübarek cesedi üzerine kapanmış hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
Bütün evler matem içinde. Benizler uçuk, sararmış titrek dudaklar, kızarmış gözlerden mütemadi yaş akıyordu. Islanan mendiller üzerindeki bu yaşlar ta kalplerden gelen hakikî acıların birer ifadesi idi. Ölüm döşeğindeki hastalar kendi acılarını unutmuş ona ağlıyordu. Millî hudutlar dahilindeki ve hudut haricinde yaşamak betbahtlığında kalan Türklerin evinde ayrı ayrı birer ölü yatıyordu.
Ne kara bir gün...
....."
Uzun yıllar Halkın Sesi gazetesinde kalemiyle okura çeşitli düşünce-eleştiri-bilgi yazılarıyla ulaşan ve sadece YAVUZ olarak imza atan yazarın anlattıkları ise, o günün hatıralarından derlenmiş. Bu acı haberin Kıbrıs'a nasıl ulaştığı ve ulaştıktan sonra neler yaşandığı hakkında bilgi verir nitelikte...
"Tarih O'nun Öldüğünü Yazarsa Yalancıdır!"
Yazan: Yavuz
......
Ne bedbaht kalem. Ne talihsiz sahifeler!.. Onu yakından tanımadığımız fakat kalbimizin en derin köşelerine hâkkettiğimiz Ebedî Şefimizin ölüm haberini Royter'in mahut(bilinen) telgrafı memleketimizde haber verdiği anda adeta isyan edercesine bu acı habere inanmadık. Fakat o inadına ısrar ederek ikinci ve üçüncü haberleri ile bizi inandırdı. İşte o an idi ki Kıbrıs Türklüğü en masum yavrulardan tutunuz da en ihtiyarlarına varıncaya kadar adeta şuurumuzu gaip(görünmez) etmiş gözlerimiz bir çağlıyan, kalplerimiz bir cehennem halini almıştı. Çünkü gençler bir babayı, kadınlar bir kardeşi, millet bir hamiyi, dünya bir sulh âbidesi olan Atatürk'ü gaip etmiş bulunuyordu.
Onun adını henüz ilk mektep kitaplarında okumaya başlıyan ilk bilgi çağındaki çocukların bile boynu bükülmüş içten gelen yürekler yakıcı hıçkırıklarle "Kemal Paşamız öldü" feryadı ile annelerinin kucaklarına düşen çocuklar bütün tesellilerini yine annenin şefkatli kucağında arıyordu. Anneler, babalar, çocuklar, hatta bütün tabiat tek bir kişi gibi ağlıyordu.
Hiç unutmayacağım bir gün idi. O... Atamızın ta Ankara ufuklarından cenaze merasiminin izahatını bize kadar ulaştıran radyonun başında kulübümüzün en geniş odasında herkes bir huşu ve sessizce Said Çelebi'nin yanık sözlerini dinlerken o sessizliği henüz dokuz yaşındaki küçük Yavuz'un çok içten gelen hıçkırıkları ve buna eklenen büyüklerin ağlayışları ihlâl ediyordu.
Türkün ölmez ve ölmiyecek peygamberi, Türkün Kâbesi Ankara'ya sevki muvakkat kabrine vaz'ı günü onu dünya milletleri selamlamış ve en büyük hürmeti göstermiye can atmıştırdı.
....."
Y.Z. takma ya da baş harfleriyle gazetede "Günün Cilveleri" isimli bir köşeye sahip köşe yazarının anlattıkları da 10 Kasım 1938 tarihinin Kıbrıs insanına hüzünlü yansıyışlarından biriydi. Bu acı haberi aldığında bulunduğu mekan, o mekandaki insanların ruh hali, Kıbrıslı Türklerin Atatürk'ün vefatından nasıl etkilendiklerinin bir başka küçük örneğiydi...
"GÜNÜN CİLVELERİ"
"Matem Günü"
Yazan: Y. Z.
.....
O günün gecesi beynim ateşler içinde yanarken şuursuzca dolaşırken adeta benim olmıyan ayaklarım beni aplamın evine sevketmişti. Bir hayal gibi kapıyı açıyorum, sessizce merdivenleri çıkıyorum ve bir gölge gibi, bulundukları odaya giriyorum. Etrafıma baktığımda yirmi kadar genç kız talebe... Ne bir ses, ne de bir nefes... Gûya o büyük ölünün kabri huzurunda boyun eğmiş içten gelen hıçkırıklar bu sessizliği ihlâl ediyordu ve onlar mini mini mendilleriyle muttası(aralıksız) göz yaşlarını siliyorlardı. Hiç birimiz diğerine tek bir söz söyliyemiyorduk. Çünkü ağzımızdan çıkacak tek bir kelime hepimizi coşturacak ve bayıltacaktı.
Kıbrısın bu Ata kızlarını Ebedi Şefimize karşı olan muhabbetlerinin bir nişanesi olarak ağlayışlarında serbest bırakarak yine bir gölge gibi sessizce çıktım. Nereye gidecektim? Bilmiyordum. Ayaklarım irademe değil, iradem ayaklarıma tabi olarak yürüyordum. Evime perişan bir halde girdiğimde birisi sekiz, diğeri dokuz çağlarındaki Sevim ve Altan ismindeki yavrularımı annelerinin kucağına düşmüş bir yas içinde bulduğumda artık kendimden geçmiş ve bir divane gibi "Atamız öldü... Ağlayınız ve ağlıyalım" feryadıyle çocuklarıma sarıldım. Bu acı manzaranın ne kadar devam ettiğini bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da Atatürk'ün ölmediği, ölmiyeceği ve bütün canlılığı ile kalplerimizde yaşayacağıdır.
......"
Sadece 10 Kasım 1942 tarihli bu üç yazıdan da anlaşılacağı gibi, Mustafa Kemal Atatürk, sadece Türkiye için değil, Kıbrıslı Türkler için de, Kurtuluş Savaşı'ndan bu yana her daim bir "önder-yol gösterici" olarak içselleştirilmiş, laik devlet anlayışının hayata geçmesinde devrimlerinin takipçisi ve uygulayıcısı olmuştur.