1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. 8 Kasım Dünya Kent Planlama Günü yaklaşırken Planlama(ma)nın düşündürdükleri
8 Kasım Dünya Kent Planlama Günü yaklaşırken Planlama(ma)nın düşündürdükleri

8 Kasım Dünya Kent Planlama Günü yaklaşırken Planlama(ma)nın düşündürdükleri

... plansız çevrelerde, her türlü çevresel sorunla birlikte ve kötü koşullarda yaşıyor olmamızın suçlusu kim?

A+A-

Şebnem Hoşkara
[email protected]

Kent mekanlarının, daha sağlıklı, daha yaşanabilir çevreler olarak gelişimi, değişimi, dönüşümü için ‘planlama’ şart. Ama Kıbrıs’ın kuzeyinde bazılarımız, özellikle de yetkiyi elinde bulunduranlar, karar yetkisinin kendilerinden yasal yolla alınacağı endişesiyle ‘plan’ ve ‘planlama’ lafından pek hoşlanmıyorlar. (Bunu yaklaşık 20 yıllık adada yaşama deneyimime dayanarak söylemekteyim.) Kent plancıları ve/veya planlamanın geleceğin yapılandırılmasındaki önemine inanan diğer meslek insanları - mimarlar, mühendisler, kentsel tasarımcılar, peyzaj mimarları, vb. – ki bunların da, benim de içinde bulunduğum küçük sayılabilecek bir grubu; plansızlıktan, plansız kentlerde ve yerleşimlerde, günübirlik, toplumsal yarar yerine kişisel çıkarların ve rantın hakim olduğu çevrelerde yaşamaktan mutsuz, her gün daha fazla umutsuz, ama yine de direnmeye çalışan bir irade ve şevkle ‘plan’ ve ‘planlama’nın sürdürülebilir bir gelecek için gerekliliğini gündemde tutmaya çalışıyorlar. Tabi bu gruptaki kişilerin herbirinin de plan ve planlamaya yaklaşımı farklı. Bazısı çok tutucu, çok katı, bazısı daha çağdaş, yeniliklere açık. Bilimsel ve kuramsal çalışanlar var, daha pratik ve pragmatik yaklaşanlar var konuya. Tabi bir de herşeyi en iyi, herşeyin en doğrusunu bilenler!

Şu anda dünyanın başka bir ucunda, bulunduğum ortamda, kendimi de yenilemek üzere çalışırken, pek çok okuma yapma ve düşünme fırsatı buluyorum. Bu ortamda, küresel ve daha geniş çerçevede bilimsel düşünmenin yanında, yaklaşık 20 yıldır yaşadığım – bu yıl yaşamaya bir süreliğine ara verdiğim – Kıbrıs’ın kuzeyine de yeniden ve uzaktan bakıyorum. Ve soruyorum: Biz nerede hata yaptık, yapıyoruz?

Belki de strateji değiştirmemiz gerekir. Bazı arkadaşlarımız sivil inisiyatifler içinde yer alarak bu strateji değişikliğini yapma çabasına girdiler. Eylem, söylem, raporlama, sosyal medyada demeçler… Ancak, bu da yeterli olamadı; olması da pek olası değil. Yetkiyi elinde bulunduranlar – kayıtsız, bilgi ve donanımsız ve hatta (kimse kusura bakmasın, olanları tenzih ederim) vizyonsuz hükümetler, ilgili bakanlar, belediye başkanları ve bu kişilerin ekiplerinde, belki de bilgileri ve donanımları yüzünden değil de başka sebeplerle yer/görev alanlar, yine söz sahibi. Çoğu Belediyemizde bir imar bölümü olmadığı gibi, kent plancısı istihdamı çok az. Planlamadan sorumlu dairemiz, değişen hükümetler içinde kendi konumunu ve yetkilerini korumak, az elemanla çok iş üretmek gibi ulaşılması imkansız hedefler içinde; yapılan yanlışların karşısında durmak adına, bazen de fazlasıyla içe kapalı yapısıyla, yetki paylaşımından kaçınarak plan yapmaya çalışmakta. Yapılması gereken planların hazırlık süreçleri olması gerektiğinden çok daha uzun zaman almakta ve bu da kentlerin plansız, spontane ve yayılımcı büyümesinin önüne geçememekte ve dolayısıyla toplum içinde çevresel, fiziksel, sosyal ve ekonomik anlamda pek çok sorun ortaya çıkmakta. Plan, planlı gelişim yine yok.

Üniversitelerimiz? Üniversitelerimizde üretilen ‘bilim’ ve ‘araştırma’ temelli çalışmalar? Sistem içinde kimin umurunda? Adanın kuzeyini neredeyse kişisel rant için ‘Üniversite cenneti’ gören bir zihniyet içinde, Üniversite ne yapsa boş iş (mi?). Üniversitelerin potansiyelini kullanmak isteyen kurum o kadar az ki. (Bu değeri bilenlere teşekkür ederim.) Peki Üniversitelerdeki öğretim üyeleri? Bu ortam içinde sadece ‘akademik yükselme’ amaçlı yayınlar yapıp, toplumun hiç bir sorununa değinmeyen, tabiri caizse, etliye-sütlüye dokunmayan, dersini verip, yayını yapıp evine giden bir grup akademisyen örneği sergiliyor. (Böyle olmayan arkadaşlarımı bu durumdan tenzih ederim.) Ya da, üniversitelerin pek çok bürokratik işi içinde boğulup, topluma zaman ayıramıyor;  zaman ayırmaya çalışanlar ise, bunun için özel olarak üniversiteden yük indirimi vb. gibi teşvik alamadığından, ek yük olarak vermeye çabaladığı hizmetlerden zaman içinde vaz geçebiliyor ya da bunu hakkıyla yapamayabiliyor.

Peki ya bireyler, kentliler? Tatil amaçlı gittikleri yerlerde (adanın Güneyi, Türkiye, Avrupa, vb.), gezip gördükleri yerleri, mekanları, çevreleri çok beğeniyorlar; sosyal medyada paylaşımlarda bulunup pek çok ‘beğeni’ alıyorlar. Sonra tekrar adanın Kuzeyine dönüp, bıraktıkları yerden yaşamaya devam ediyorlar. Önceleri gezip-gördükleri yerlerin ne kadar güzel olduğunu anlatıp, biraz mevcut ortamlarından şikayet edip, serzenişte bulunsalar da, kendi (çoğu pahalı ve özenle kurulmuş olan) özel mekanlarında (evlerinde), çoğu belki de borçla edinilmiş olan özel araçlarını kullanarak, toplu taşımayı, bisiklet ve yürüme yollarını, daha temiz, düzenli, sağlıklı, yaşanabilir, çağdaş mekanlarını, meydanlarını, parklarını, vb. kendilerini yönetenlerden talep etmeyerek, yaşamlarını sürdürüyorlar. Daha ötesi; bu tür talepler için dövünüp kendini üzen, çabalayan, gerektiğinde sokağa çıkan azınlığa katılmadıkları gibi, ‘boş işler’ diyerek ‘enayi’ gözüyle baktıkları da olabiliyor.

 

Bu durumda, plansız çevrelerde, her türlü çevresel sorunla birlikte ve kötü koşullarda yaşıyor olmamızın suçlusu kim? Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayanlar, ideal çevrelerde, ideal kentlerde yaşamayı hak etmiyorlar mı? Peki Kıbrıs’ın kuzeyinde, çoğu ‘Avrupa Birliği’ pasaportu taşıyan kentliler; ‘Avrupa Kentsel Şartı’ içinde tanımlanmış olan ‘ideal kent’ kavramını, ya da farklı biçimlerde ele alınan ‘yaşanabilir kent’, ‘sağlıklı kent’ vb. kavramlarını bilip, ‘Avrupa Kentli Hakları Deklerasyonu’ içinde sıralanmış olan, kentlilerin haklarının – ki bu hakları sorumlulardan ve yetkililerden talep etmek kendi sorumluluklarıdır – farkındalar mı? Sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilir kent denince ne anlıyorlar?

Bu noktada, Türkiye’nin yetiştirdiği ünlü mimarlardan sayın Cengiz Bektaş’ın bir sözünü hatırlatmakta fayda var: ‘Kentli, herşeyden önce kentli olmanın sorumluluklarını taşıyan kişidir.’ Bu anlamda Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayanların yüzde kaçı gerçek anlamda ‘kentli’?

Hatırladığım kadarıyla, önceki yıllarda, DAÜ Mimarlık Fakültesi Dekanı olarak, Detay gazetesinde köşe yazıları yazarken, bu konuların büyük bir kısmına yine değinmiştim. Ancak adanın kuzeyinde çevresel ve kentsel anlamda iyiye doğru değişen birşey olduğunu düşünmediğimden, bazı bilgileri - yazının seyrinin ve dilinin değişeceğini de göze alarak - farkındalığa katkı olması açısından, yeniden paylaşmakta fayda görüyorum.

İdeal kent tanımından başlayalım. Avrupa Kentsel Şartı’nda ideal kent tanımı şu şekilde yapılmaktadır:

“İdeal kent: kentli haklarını koruyarak; en iyi yaşam koşullarını sağlayarak; halkına iyi bir yaşam biçimi sunarak; değerini orada yaşayan, ziyaret eden, çalışan ve ticaret yapan, eğlence, kültür ve bilgiyi orada arayan ve eğitim görenlerden alarak; birçok sektör ve aktiviteyi (trafik, yaşam, çalışma, dinlence gereksinimleri) bir arada uyum içinde barındıran yaşam yeridir. Bir kent, aynı zamanda modern gelişmeyle tarihi mirasın korunması arasında dengeyi kurmalı, eskiyi tahrip etmeden yeniyle bütünleştirmeli ve sürdürülebilir kalkınma ilkelerini sağlayabilmelidir. Geçmişi olmayan bir kent, hafızasını yitirmiş bir insana benzer. Kent dokuları, yapılar, ağaçlar, kiliseler, kütüphaneler, insanların kentlerdeki yaşamışlıklarının, çalışmışlıklarının ve kişisel tarihlerinin izleridir. Bunlar, geçmişin mirası olup, insanların fani yaşamda kalıcılık duygusuyla geleceğe hazırlanmalarını sağlar.” 

İdeal kente ulaşabilmek iyi yönetim ve yönetişim ile mümkündür.

Kentli haklarına gelince; kentli hakları ile ilgili en geniş metin ‘Avrupa Kentli Hakları Deklerasyonu’dur. Bu deklarasyonda aşağıda sunulan başlıklar altında toplanmış olan hakların  gerçekleşmesi, bireylerin dayanışma ve sorumlu kentdaşlığına ilişkin eşit yükümlülükleri kabul etmesine bağlıdır. Avrupa yerleşimlerinde yaşayan kent sakinlerinin, şu haklara sahip olmaları beklenir. (Çev. Zerrin Yener ve Kumru Arapkirlioğlu, Avrupa Kentsel Şartı, İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara 1996.)

  1. Güvenlik: Mümkün olduğunca suç, şiddet ve yasa dışı olaylardan arındırılmış emin ve güvenli bir kent; 
  2. Kirletilmemiş, Sağlıklı bir Çevre: Hava, gürültü, su ve toprak kirliliği olmayan, doğası ve doğal kaynakları korunan bir çevre; 
  3. İstihdam: Yeterli istihdam olanaklarının yaratılarak, ekonomik kalkınmadan pay alabilme şansının ve kişisel ekonomik özgürlüklerin sağlanması; 
  4. Konut: Mahremiyet ve dokunulmazlığının garanti edildiği, sağlıklı, satın alınabilir, yeterli konut stokunun sağlanması; 
  5. Dolaşım: Toplu taşım, özel arabalar, yayalar ve bisikletliler gibi tüm yol kullanıcıları arasında, birbirinin hareket kabiliyetini ve dolaşım özgürlüğünü kısıtlamayan uyumlu bir düzenin sağlanması; 
  6. Sağlık: Beden ve ruh sağlığının korunmasına yardımcı çevrenin ve koşulların sağlanması; 
  7. Spor ve Dinlence: Yaş, yetenek ve gelir durumu ne olursa olsun, her birey için, spor ve boş vakitlerini değerlendirebileceği olanakların sağlanması;
  8. Kültür: Geniş bir çerçeve içinde kültürel etkinliklere ve uğraşılara erişim ve katılım sağlanması;
  9. Kültürler arası Kaynaşma: Geçmişten günümüze, farklı kültürel ve etnik yapıları barındıran toplulukların barış içinde yaşamalarının sağlanması; 
  10. Kaliteli bir Mimari ve Fiziksel Çevre: Tarihi yapı mirasının duyarlı bir biçimde restorasyonu ve nitelikli çağdaş mimarinin uygulanmasıyla, uyumlu ve güzel fiziksel mekanların yaratılması; 
  11. İşlevlerin Uyumu: Yaşama, çalışma, seyahat işlevleri ve sosyal aktivitelerin olabildiğince birbiriyle ilintili olmasının sağlanması; 
  12. Katılım: Çoğulcu demokrasilerde; kurum ve kuruluşlar arasındaki dayanışmanın esas olduğu kent yönetimlerinde; gereksiz bürokrasiden arındırma, yardımlaşma ve bilgilendirme ilkelerinin sağlanması; 
  13. Ekonomik Kalkınma: kararlı ve aydın yapıdaki tüm yerel yönetimlerin, doğrudan veya dolaylı olarak ekonomik kalkınmaya katkı konusunda sorumluluk sahibi olması; 
  14. Sürdürülebilir Kalkınma: Yerel yönetimlerce ekonomik kalkınma ile çevrenin korunması ilkeleri arasında uzlaşmanın sağlanması; 
  15. Mal ve Hizmetler: Erişilebilir, kapsamlı, kaliteli mal ve hizmet sunumunun yerel yönetimi, özel sektör ya da her ikisinin ortaklığıyla sağlanması; 
  16. Doğal Zenginlikler ve Kaynaklar: Yerel doğal kaynak ve değerlerin; yerel yönetimlerce, akılcı, dikkatli, verimli ve adil bir biçimde, beldede yaşayanların yararı gözetilerek, korunması ve idaresi; 
  17. Kişisel Bütünlük: Bireyin sosyal, kültürel, ahlaki ve ruhsal gelişimine, kişisel refahına yönelik kentsel koşulların oluşturulması; 
  18. Belediyeler arası İşbirliği: Kişilerin yaşadıkları beldenin, beldelerarası ya da uluslararası ilişkilerine doğrudan katılma konusunda özgür olmaları ve özendirilmeleri;
  19. Finansal Yapı ve Mekanizmalar: Bu deklarasyonda tanımlanan hakların sağlanması için, gerekli mali kaynakları bulma konusunda yerel yönetimlerin yetkili kılınması; 
  20. Eşitlik: Yerel yönetimlerin; tüm bu hakları bütün bireylere cinsiyet, yaş, köken, inanç, sosyal, ekonomik ve politik ayrım gözetmeden, fiziksel veya zihinsel özürlerine bakılmadan; eşit olarak sunulmasını sağlamakta yükümlü olması.

Burada sıralanan hakların ne kadarına hangi ölçülerde sahip olduğumuzu hepimizin düşünmeye başlaması, kentli haklarımızı talep etmeye yönelik önemli bir adım olacaktır.

Kent plancılarının ve kent planlamasıyla ilgili örgütlerin, tüm dünyada planlamanın değerini ortaya koymak, kent planlamasıyla ilgili farkındalık yaratmak amacıyla heryıl 8 Kasım tarihinde kutladıkları Dünya Şehircilik Günü / Dünya Kent Planlama Günü (World Planning Day) dolayısıyla konuyla ilgili içimden geçenleri, Kıbrıs’ın kuzeyi bağlamında bir kez daha yazma gereği gördüğüm bugünlerde, planlama vizyonu geliştirilebilmesine yönelik bazı önerilerimi de öz olarak paylaşmak istiyorum.

Günümüz koşullarında bir kentin bütünüyle planlanması ve yapılan planın uygulanması, sadece geleneksel anlamda yapılan ve aslında sadece kullanım planlaması, yapı-arsa oranları gibi daha çok iki boyutlu üst düzey kararları içeren büyük ölçekli planlar hazırlanmasıyla mümkün değildir. Kentlerimiz, tamamen kişilerin (özel sektörün) çok da eskimiş yasalara bağlı olarak yönlendirdikleri bir şekilde büyümekte, ancak gelişememektedir. Kentlerimizin ve kentsel alanlarımızın daha iyiye doğru değişimi, gelişimi ve dönüşümü için, üst ölçekte yapılacak planların ‘bir vizyona dayalı, esnek ve stratejik bir çerçeve’ ortaya koyması, ve yanında mutlaka temel hedefler, eylem planları ve kentsel tasarım rehberleriyle desteklenmesi gerekmektedir. Bu tür bir planlama anlayışına ve esnek, stratejik bir çerçevenin oluşturulmasına yönelik aşağıdaki koşulların sağlanması, torunlarımızdan, çocuklarımızdan ödünç aldığımız kentlerimizi daha yaşanabilir kılmak adına, adanın kuzeyinde yaşayan tüm paydaşların görevidir:

  1. Kentin geleceğine şekil verecek profesyonellerin, ve arazi sahiplerinin, kendi kişisel egolarından arınması ve kişisel kazanımları yanında kamu çıkarını da düşünecek adımlar atabilme yetisine ve sorumluluğuna sahip olması. Devlet kurumlarının bu durumu özendirici inisiyatifler alması, teşvikler vermesi; meslek örgütlerinin ve üniversitelerin bunu teşvik edici eğitim programları düzenlemesi.
  2. Özellikle kentsel alanların, kısıtlı mali kaynaklar çerçevesinde kamusal amaçlı geliştirilebilmesi adına, kamu-özel sektör ortaklığı oluşturulması.
  3. Kentsel mekanların tarihlerinin ve dokularının ortaya koyduğu kimliğin, kullanıcılar ve kentliler tarafından bilinir kılınması; kentlilerin sosyal ve kültürel belleklerine sahip çıkmalarının sağlanması. Sivil toplum örgütlerinin ve üniversitelerin bu konularda öncülük etmesi.
  4. Kentler ve kentsel alanlar için geleceğe yönelik zengin – ancak yerele değer veren, yereli ve mevcudu koruyan, yeniden kullanıma olanak veren ve canlandıran senaryolar üretilmesi. Kentsel kamusal mekan kalitesini ön planda tutan tasarımlara önem ve öncelik verilmesi.
  5. Kentsel mekanların ve alanların tasarlanmasında zaman-mekan ilişkisine hassasiyet gösterilmesi; zamanına uygun ancak gelecekte değişen gereksinimlere adapte olabilecek esnek mekanlar yaratılması.
  6. Arazilerin (ve diğer tüm kaynaklarımızın) hoyratça kullanılmasını engelleyecek tedbirler alınması; daha kompakt, daha az yayılımcı, daha yoğun, karma-kullanımlı, yeşili de içinde barındıran kentsel gelişmelere yönelinmesi yoluyla, dengeli kentsel yaşam olanaklarının artırılması.
  7. Sürdürülebilir bir ulaşım planlaması yapılması yoluyla, daha az motorlu taşıt odaklı, yürünebilir, yaya ve bisiklet dostu çevreler yaratılması; çevre dostu toplu taşıma olanaklarının artırılması, ve buna yönelik hertürlü yasal düzenleme için cesurca adımlar atılması.
  8. Her tür karar noktasında, çevresel-sosyal/kültürel-ekonomik anlamda bütünsel düşünmeyi içeren ve hatta zorunlu kılan ‘sürdürülebilirlik’ ilkesinin ön planda tutulması.

Tüm bu koşulların sağlanması için atılacak adımlar, Kıbrıs’ın kuzeyinde geniş anlamda sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşabilmek adına büyük önem taşımaktadır. 1992 yılında Rio de Janeiro’da gerçekleştirilen ve ‘Yeryüzü Zirvesi’ olarak adlandırılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda, 21. yüzyılda tüm insanlığın ortak hedefi olarak benimsenmiş olan ‘sürdürülebilir kalkınma’ kavramının, 2018 yılına gelindiğinde, hala güncelliğini korumakta olduğunun bilinmesinde fayda vardır. Bazı çevrelerce gereksiz ve/veya fazla kullanım dolayısıyla sıradanlaşmış olarak eleştirilen, Türkçe dilinde ise anlam olarak ‘sürdürülmek’, ‘sürdürülebilir olmak’, ‘sürdürülür olmak’ kavramlarıyla karıştırılarak zaman zaman yanlış anlamlar yüklenen ‘sürdürülebilir kalkınma’ ve ‘sürdürülebilirlik’ kavramları, son olarak,  Birleşmiş Milletler Habitat Programı tarafından 7-13 Şubat 2018 tarihleri arasında Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’da bu yıl dokuzuncusu düzenlenen Dünya Kentsel Forumu (World Urban Forum)’nda yeniden vurgulanmıştır. ‘Yeni Kentsel Gündem’ temasıyla  gerçekleştirilen ve 165 ülkeden yaklaşık 22 bin kişinin katıldığı 9. Dünya Kentsel Forumu’nda, sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin gerçekleştirilmesine yönelik hazırlanan Yeni Kentsel Gündem’in uygulama adımları, yerel, ulusal ve bölgesel düzeyden kamu sektörü, özel sektör ve sivil toplumu temsil eden katılımcılar tarafından tartışılmış ve Forumun sonunda, Yeni Kentsel Gündem’in uygulanmasına yönelik ‘Kuala Lumpur Deklarasyonu’ yayınlanmıştır. (Söz konusu deklarasyonun kapsamı başka bir yazı konusudur.)

Görüldüğü üzere kentsel ve çevresel konular ve sorunlar, yerel, bölgesel ve küresel ölçekte, ve her düzeyde katılım ile ele alınmaktadır. Küresel ölçekte bakıldığında göreceli olarak küçük bir ada ve kara parçası olan Kıbrıs’ta yaşayan halkların, özellikle de pek çok kentsel ve çevresel sorunla birlikte adanın Kuzeyinde yaşayanların; yerel-kentsel sorunlarına, yerel özelliklerini, değerlerini, kimliklerini koruyarak, ancak küresel ölçekten bakarak ve küresel örneklerden faydalanarak çözümler üretmeyi öğrenmeleri, uzun dönemli ve belli vizyonlar çerçevesinde planlar yapmaları, gelecek nesillere iade edeceğimiz çevreler ve yerleşimler açısından en doğru yaklaşım olacaktır.

Geleceğimizi planlayalım! 19. yüzyıl Amerikalı yazar-şair ve düşünürlerinden Ralph Waldo Emerson’un söylediği gibi: ‘Gelecek, gelecek için hazırlananlara aittir.’

s1-033.jpg

Not: Tüm görseller için DAÜ Mimarlık Bölümü Doktora adayı ve yarı-zamanlı öğretim elemanı Aminreza Iranmanesh’e teşekkür ederiz.

 

Bu haber toplam 4743 defa okunmuştur
Gaile 458. Sayısı

Gaile 458. Sayısı