1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “85 yıl aradan sonra İspanya iç savaşında kayıp edilenlerin gömü yerlerinin kazılma umudu doğdu...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“85 yıl aradan sonra İspanya iç savaşında kayıp edilenlerin gömü yerlerinin kazılma umudu doğdu...”

A+A-

Sam Jones/GUARDIAN

Katalonya’da araştırmacılar, İspanya iç savaşı esnasında faşizme karşı savaşmak üzere oluşturulan Uluslararası Birlikler’in 522 üyesini kimler olduğunu belirlemiş bulunuyorlar – bunlardan 286’sı Amerikalı, 86’si Britanyalı gönüllülerdi, İspanya iç savaşı esnasında ölmüşler ya da “kayıp” edilmişlerdi...

Geral Franko’nun askeri darbesi ardından İspanya’da demokratik olarak seçilmiş hükümeti savunmak üzere oluşturulan Uluslararası Birlikler’e 1936 ile 1938 yılları arasında 50 ülkeden yaklaşık 35 bin insan gönüllü olarak katılmıştı... 10 bin yabancı gönüllü İspanya’da iç savaşta ölmüş ve pek çoğu hala yeri bilinmeyen toplu mezarlarda yatıyor...

2022 yılından bu yana Katalan bölge hükümetinin Demokratik Anılaştırma Departmanı, iç savaş ve onu izleyen Franko diktatörlüğü esnasında “kayıp” edilenlerin bulunup bu kurbanlar için kazı yapılması üzerinde çalışıyor. Demokratik Anılaştırma Departmanı, yabancı gönüllülerin nerelerde “kayıp” edildiklerini bularak bu alanları daraltmaya ve bu “kayıp” gönüllülerin hayattaki akrabalarıyla temas etmeye çalışıyor.

Sivil kayıtları, Uluslararası Gönüllüler Birliği veri tabanlarını ve Rusya’nın siyasi ve sosyal tarihine ilişkin devlet arşivlerini iki yıllık tarama ardından bu departman, 286 Amerikalı, 96 Kanadalı, 86 Britanyalı, altı İrlandalı ve diğer ülkelerden 48 üyenin kimler olduğunu belirledi.

Askeri hareketleri izleyerek, hastane kayıtlarına bakarak, projenin öncüsü olan tarihçi Jordi Marti, pek çok gönüllünün 1938’de Ebro cephesinde öldüğünü ya da “kayıp edildiğini” belirledi – bu, savaş esnasında en uzun ve en büyük çatışma alanı idi...

Marti, “Yeni isimler aramıyorduk, savaşmak için buraya geldiğini bildiğimiz insanların tam olarak nerede “kayıp” edildiklerini bulmaya çalışıyorduk” diyor. “Onların kayıp edildikleri bölgeleri daraltmaya çalışıyorduk çünkü elimizdeki bilgiler o kadar da belirgin değildi” diye anlatıyor.

2017’den bu yana bu departman 900 kişiden geride kalanları kazılarda çıkarmış olmasına karşın ancak 30 kişi kimliklendirilmiş ve bunlar da uluslararası gönüllü birliği üyesi değiller.

Marti, yeni araştırmaların İspanya’nın kuzeydoğusunda ölen bazı gönüllü birlik üyeleri için kazılara yeni araştırmaların yardımcı olacağını umuyor.

“Eğer bu insanların kayıp edildiği bölgeyi belirleyebilirsek, o zaman o bölgede bir toplu mezar kazısı yapacağımızda o mezarda kimlerin olabileceği hakkında tahmin yürütebiliriz. Bu bilgileri de ailelerine verebiliriz. Eğer akrabalarından DNA örneği alabilirsek, bu da bize onları kimliklendirmede daha büyük olasılık sağlayacaktır” diyor.

Marti ve ekibi akrabaları Uluslararası Gönüllü Birlikleri’nde savaşıp vefat etmiş olan insanlara bir çağrıda bulunarak kendileriyle temas etmelerini ve DNA örneği vermelerini istiyor, böylece bazı yabancı gönüllü savaşçıların kimliklendirilmesine yardımcı olabilirler...

“Bazı gönüllü birlik üyelerinin kalıntılarına ulaşmış olmalıyız ancak kim olduklarını bilmiyoruz çünkü elimizde karşılaştırma yapabileceğimiz DNA örnekleri yoktur” diyor Marti.

“Biliyoruz ki bazıları hastanelerin yakınlarındaki mezarlıklara gömüldüler, bazıları ise Ebro cephesinde “kayıp” edildiler ve eğer ailelerinden DNA örneği alabilirsek, o zaman o bölgedeki toplu mezarı açabiliriz...” diye konuşuyor.

Katalan Demokratik Anılaştırma Departmanı genel müdürü Alfons Aragoneses ise önceliğinin, geç kalmış da olsa, ölülerin onurunun iade edilmesi olduğunu anlatıyor. “Önemli olan toplu mezarlardaki kalıntıları almaktır çünkü toplu mezarlara sel baskınları ya da yangınlar zarar verebilir – böylece onlardan geride kalanları bir mezarlığa defnedebiliriz... İnsan kalıntılarının hala toplu mezarlarda bulunması doğru değildir, bunları kazmalı ve onurlu biçimde mezarlara defnetmeliyiz” diye konuşuyor.

Bu araştırma, Uluslararası Gönüllüler Birliği uzmanlarınca memnuniyetle karşılanmış bulunuyor. İspanya iç savaşı tarihçisi Richard Baxell, “Güncellenmiş DNA analizleri, pek çoğu halen isimsiz mezarlarda yatmakta olanların kimliklendirilmesine yol açmalıdır” diye konuşuyor. “Bu, tarihçiler için çok büyük değere sahip olsa da, esas değeri Katalonya’da öldürülmüş olanların akrabaları içindir – böylece nihayetinde akrabalarının ebedi istirahatgahını ziyaret edebilecekler” diyor.

Büyük Britanya Uluslararası Gönüllü Birliği Anılaştırma Vakfı başkanı Jim Jump ise, “Bu araştırmanın son derece etkileyici ve sarsıcı bir araştırma” olduğunu söylüyor, halen isimsiz mezarlarda yatanların bulunmasına yol açacağını umuyor. Katalan bölge hükümetinin demokratik anılaştırma projelerini, komşu Aragon’daki yetkililerin bu konuda revizyonist tavırlarıyla kıyaslıyor Jump – Aragon, halen muhafazakar Halk Partisi ve aşırı sağcı Vox partisi tarafından yönetiliyor. Aragon, Valensiya ve Kastilla y Leon’un hükümetleri – ki bunlar Halk Partisi ve Vox tarafından yönetiliyor – BM uzmanları, tarihsel anılaştırma dernekleri ve İspanyol hükümeti tarafından eleştiri altında bulunuyor çünkü bu hükümetler, sivil savaş ve diktatörlük devrinde işlenen suçlar ve insan hakları ihlallerini “temize çıkarmaya” çalışan yasal düzenlemeler yapmaya kalkışmış...

Marti, kayıplar için araştırmaların ölülere, akrabalarına ve İspanya tarihine yönelik bir hizmet olduğunu anlatıyor...

“Aradan 85 yıl geçmiş olsa dahi, bir aile bireyin kayıp edilmiş olması, çoğunlukla aile içinde bir boşluk bırakıyor” diyor. “Tam olarak ne olduğunu öğrenmek, üç-dört kuşak sonra dahi, aileler için çok şey ifade edebilir... Ve tam olarak ne olmuş olduğunu doğru düzgün açıklama konusu da vardır... Tarihi anlamalıyız... Günün sonunda kayıpları aramak da, neler olduğunu açıklamanın bir yoludur...”

(GUARDIAN’da Sam Jones imzasıyla 29.5.2024’te yayımlanan yazıyı özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).


***  BASINDAN GÜNCEL...

“Savaşın kuralları: İnsanlık onurunu korumak için bir gereklilik ve İsrail ordusu bağlamında analiz...”

Serkan YILDIZ/INDEPENDENT

Savaşlar, insanlık tarihinin karanlık sayfalarında yer alan ancak kaçınılmaz bir gerçekliktir.

Ancak, savaşın bile kuralları vardır. Bu kurallar, hem askeri hem de sivil hayatı korumayı amaçlayan uluslararası anlaşmalar ve normlar dizisidir.

"Savaş kuralları" olarak bilinen bu normlar, insancıl hukukun temel prensiplerinden türetilmiştir ve savaşan tarafların belirli sınırlar içinde hareket etmelerini sağlar.

Savaş kurallarının temelleri, insanlık tarihi kadar eski.

Eski medeniyetlerde bile savaşın belirli ahlaki ve etik kurallar çerçevesinde yürütülmesi gerektiği kabul edildi.

Ancak, modern anlamda savaş kuralları, 19'uncu yüzyılda şekillenmeye başladı.

1864 yılında kabul edilen Birinci Cenevre Sözleşmesi, savaş zamanında yaralı ve hastaların korunması ve tedavisi ile ilgili hükümler getirdi.

Bu, savaş kurallarının uluslararası hukuki zemine oturtulmasının ilk adımı olarak kabul edilir.

Bunu izleyen diğer Cenevre Sözleşmeleri ve 1907 Lahey Konvansiyonları, savaşan tarafların uyması gereken kuralları daha da detaylandırdı.

Bu anlaşmalar, savaş esirlerinin hakları, sivillerin korunması, yasaklanmış silahların kullanımı gibi birçok önemli konuyu kapsıyor.

Günümüzde, savaş kuralları büyük ölçüde Cenevre ve Lahey Sözleşmeleri tarafından belirleniyor.

Bu kurallar, Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi tarafından denetlenir ve uygulanır.

Modern savaşlarda, özellikle de devletlerarası çatışmalarda, bu kuralların ihlali ciddi sonuçlar doğurabilir ve uluslararası mahkemelerde yargılamalara neden olabilir.

Özellikle 20'nci yüzyılda yaşanan iki dünya savaşı, savaş kurallarının önemini bir kez daha gözler önüne serdi.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Nürnberg ve Tokyo Mahkemeleri, savaş suçlularının yargılanması ve cezalandırılması konusunda önemli örnekler oluşturdu.

Bu mahkemeler, savaş kurallarının ihlal edilmesinin sadece uluslararası hukuku değil, aynı zamanda insanlığın ortak vicdanını da yaraladığını gösterdi.

Peki, bu "savaş kurallarına" kimler uymakla yükümlü?

Savaş kuralları, çatışmalara katılan tüm devletler ve silahlı gruplar için bağlayıcıdır.

Devletler, kendi askeri kuvvetlerinin bu kurallara uymasını sağlamak zorundadır.

Ayrıca, devlet dışı aktörler, yani isyancı gruplar ve terör örgütleri de bu kurallara uymakla mükelleftir.

Uluslararası toplum, bu kurallara uymayan tarafları sorumlu tutmak için çeşitli mekanizmalar geliştirdi.

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) gibi kurumlar, savaş suçlarını ve insanlığa karşı işlenen suçları yargılamak üzere kuruldu.

Günümüzde savaş kurallarının uygulanması hâlâ büyük zorluklarla karşı karşıya.

Özellikle iç savaşlar ve devlet dışı aktörlerin karıştığı çatışmalarda, savaş kurallarına uyulması genellikle göz ardı ediliyor.

1990'larda Balkanlarda, Filistin, Suriye, Yemen ve Myanmar gibi ülkelerde yaşanan çatışmalar, savaş kurallarının sıkça ihlal edildiği örnekler.

Sivillerin hedef alınması, kimyasal silahların kullanımı ve savaş esirlerine kötü muamele gibi ihlaller, uluslararası toplumun en büyük endişelerinden biri.

Günümüzde savaş kurallarının uygulanması, özellikle iç savaşlar ve devlet dışı aktörlerin dâhil olduğu çatışmalarda ciddi zorluklarla karşı karşıya kalıyor.

Bu durumu daha iyi anlamak için İsrail'in Hamas güçlerine karşı yürüttüğü savaşta genel eğilimlere bakmak gerekir.

İsrail ordusunun, Filistin topraklarında ve özellikle Gazze Şeridi'nde yürüttüğü askeri operasyonlar sırasında savaş kurallarını ihlal ettiğine dair birçok iddialar ve raporlar bulunuyor.

Bu ihlaller, uluslararası insan hakları örgütleri, Birleşmiş Milletler ve diğer gözlemci kuruluşlar tarafından sıkça belgelendi.

İşte İsrail ordusunun çiğnediği iddia edilen savaş kurallarına bazı örnekler:

 

Sivillerin hedef alınması (Gazze saldırıları)

İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik hava saldırıları ve topçu ateşleri sırasında, sivillerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerin hedef alındığına dair birçok rapor bulunuyor. Hastaneler, okullar, BM'nin korunma alanları ve sivil yerleşim yerleri, defalarca bombalandı ve büyük sivil kayıplara yol açtı. Bu durum, sivilleri savaşın etkilerinden koruma yükümlülüğünü ihlal ediyor.

 

Hedef gözetmeyen saldırılar

İsrail'in özellikle 2014'teki "Koruyucu Hat Operasyonu" sırasında yoğun sivil kayıplara yol açan hedef gözetmeyen saldırılar gerçekleştirdiği iddia ediliyor.

Ancak 7 Ekim'den sonra İsrail ordusu saldırılar sırasında kullanılan geniş alan etkili silahların, savaş kurallarına aykırı olarak siviller üzerinde yıkıcı etkiler yarattığı belirtiliyor.

 

Orantısız ve aşırı güç kullanımı

İsrail ordusunun Filistinli protestoculara ve göstericilere karşı aşırı güç kullandığına dair birçok örnek bulunuyor. Özellikle 2018 yılında Gazze sınırındaki protestolar sırasında, İsrail askerlerinin gerçek mermi kullanarak yüzlerce Filistinliyi öldürdüğü ve yaraladığı rapor edildi. Bu tür aşırı güç kullanımı, orantısız ve gereksiz güç kullanımını yasaklayan savaş kurallarını ihlal ediyor. Ancak son savaşta da bu acı örneği birçok yerde görmekteyiz.

 

Savaş esirlerine ve tutuklulara kötü muamele (gözaltılar ve işkence)

İsrail'in Filistinlilere yönelik gözaltı ve tutuklama politikaları, özellikle de çocuklara yönelik uygulamalar, uluslararası hukuka aykırı olarak değerlendirildi... Bu durum, savaş esirlerine ve tutuklulara insanlık onuruna uygun muamele edilmesi gerektiğini belirten savaş kurallarının ihlalidir.

 

Kollektif cezalandırma (Gazze ablukası)

"Kollektif cezalandırma"ya verilebilecek en güzel örnek sanırım işgal öncesi İsrail'in Gazze Şeridi'ne uygulanan sıkı abluka, Filistin halkına karşı icra ettiği kolektif cezalandırmanın bir örneği olarak görülebilir.

Abluka, Gazze'deki temel insani ihtiyaçların karşılanmasını engelliyor ve sivillerin yaşam koşullarını ağırlaştırıyor.

Kollektif cezalandırma, savaş kuralları çerçevesinde yasaklanmıştır ve bu uygulama, ciddi insani krizlere yol açıyor.

 

Yasaklı silahların kullanımı (Beyaz fosfor ve patlayıcı mühimmat)

İsrail'in, özellikle 2008-2009 Gazze Savaşı sırasında beyaz fosfor gibi yasaklı veya kullanım şekli kısıtlanmış silahlar kullandığına dair iddialar bulunuyor.

Beyaz fosforun yoğun sivil alanlarda kullanımı, sivil halk üzerinde ağır yaralanmalara ve ölümlere yol açtı.

Bu tür silahların kullanımı, uluslararası insancıl hukuk tarafından sınırlandırıldı.

 

Sivil altyapının tahrip edilmesi

7 Ekim'den sonra İsrail ordusunun Gazze'deki elektrik santralleri, su tesisleri, sağlık merkezleri gibi sivil altyapıya yönelik saldırıları, bölgedeki insani durumu daha da kötüleştirdi.

Bu tür saldırılar, sivillerin yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan temel hizmetlerin sağlanmasını engellemektedir ve savaş kuralları tarafından yasaklandı.

Savaş kuralları, insanlığın en zor zamanlarında bile insana saygıyı koruma çabasının bir yansımasıdır.

Tarih boyunca gelişen ve günümüzde de geçerliliğini koruyan bu kurallar, savaşın vahşetini bir nebze olsun sınırlamayı amaçlıyor.

Ancak, savaş kurallarının etkili bir şekilde uygulanabilmesi için uluslararası toplumun işbirliği ve kararlılığı şart.

Bu kurallara uyulmadığı takdirde, savaşın yıkıcı etkileri daha da derinleşecek ve insanlık büyük bir bedel ödeyecektir.

Bu nedenle, savaş kurallarına saygı göstermek ve ihlalleri engellemek, barış ve insanlık onuru adına atılacak en önemli adımlardan biri.

Ve çok ciddi yaptırımların olması şart, muhakkak ve zaruridir.

Irk, din, dil, devlet, bayrak ayırmadan bu acilen yürürlüğe girilelidir.

sayfa-17-1936-38-yillarinda-50den-fazla-ulkeden-35-bin-kisi-ispanyada-fasizme-karsi-savasmaya-gitmisti.jpg

1936-38 yıllarında 50'den fazla ülkeden 35 bin kişi, İspanya'da faşizme karşı savaşmaya gitmişti...

(INDEPENDENT TÜRKÇE – Serkan YILDIZ – 29.5.2024)

Bu yazı toplam 473 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar