1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. 90 yıllık hafızadan silinmeyenler…1
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

90 yıllık hafızadan silinmeyenler…1

A+A-

90 yaşındaki Gönyelili emekli gardiyan Ahmet Demirel geçmişi hatırlıyor…

 

 

se-002.jpg

Aslında bu röportaj için öncelikle değerli arkadaşımız Ülker Fahri’ye teşekkür etmeliyim…

1960-63 döneminde Kıbrıs Merkezi Hapishanesi’nde görev yapmış olan Kıbrıslıtürk gardiyanların kimler olduğu konusunda bana yardımcı olmasını istemiştim Ülker Fahri arkadaşımızdan – “kayıplar” konusunda yıllardır gönüllü olarak bana yardım ediyor Ülker Fahri arkadaşımız ve bunun için ona müteşekkirim…

Gardiyanların kimler olabileceğini sormamın nedeni, bir okurumun hapishanenin bahçesiyle ilgili yapmış olduğu bir ihbardı…

Bu okuruma göre 1964 yılının Ocak ayında, bir süre once iki toplumlu çatışmalardan kaçarak sığınmış oldukları Lefkoşa Merkez Hapishanesi yakınındaki bir çıkmaz sokakta bulunan bir evde, geceleyin sesler duymuşlar ve okurumun babası, aynı eve sığınmış olan bir papaz ve üçüncü bir şahıs dışarı çıkıp geceyarısı neler olduğuna bakmak istemişlerdi… Bir kamyon gelmişti ve hapishane avlusuna girerek sola dönmüş, hapishaneye ait bahçeye gitmişti… Kamyonda cesetler vardı…

Bahçeye şiroyla bir çukur kazılmıştı – kamyon damperini kaldırıp cesetleri bu çukura boşaltmış, sonra da bu çukur kapatılmıştı…

Okurumun babası anlatmıştı bunları kendisine ve bunu anlatırken de aradan yıllar geçmiş olmasına karşın dehşet içindeydi…

Okurumun bu ihbarını YENİDÜZEN’de bu sayfalarda da, haftada bir Pazar günleri yazdığım POLİTİS gazetesinde de yayımlamıştım.

Ama hapishaneye ait bahçe neredeydi?

Bunu da ancak eski bir gardiyanın bilebileceğine hükmetmiştim.

Ve işte bu yüzden aramıştım Ülker Fahri arkadaşımızı.

Çok kısa süre sonra beni arayıp bana bir liste yazdırmıştı – eski gardiyanların isimleriydi bunlar. Bunlar arasında bulunan Ahmet Demirel’in, Belgin Demirel arkadaşımızın babası olduğunu ve hayatta olduğunu da söylemişti bana sevgili Ülker Fahri.

Bunun üzerine Belgin Demirel arkadaşımızı bulmuştum ve babasıyla bu konuda konuşmak istediğimi, bunu kabul edip etmeyeceğini sormasını istemiştim ona…

Belgin Demirel babasına sormuş, o da elbette kabul edeceğini söylemişti…

Bunun üzerine bir randevu ayarlamaya çalışmıştım…

Ahmet Demirel 90 yaşındaydı, belleği pırıl pırıldı – her gün sabah saat 09.00-11.00 arasında kulübe gidiyor, sonra evinde istirahat ediyordu.

Kayıplar Komitesi’nden araştırma görevlileri Hristiana Zenonos ve Salih Örses’le birlikte geçtiğimiz günlerde onu görmeye gittik.

Hristiana, Lefkoşa Merkez Hapishanesi’nin 1963’te havadan çekilmiş bir fotoğrafını ve bir de günümüzde uydudan çekilmiş büyük bir fotoğraf getirmişti birlikte…

Ahmet Demirel, Hristiana Zenonos ile Salih Örses’e bu harita üzerinde bahçenin o dönem nerede olduğunu gösterdi. Bahçenin bulunduğu yere günümüzde herhangi bir inşaat yapılmadığı görülebiliyordu ki bu sevindirici bir şeydi. Eğer bu konuda araştırmalar ilerletilebilirse, o zaman burada kazı yapmak çok büyük bir sorun teşkil etmeyecekti.

Ahmet Demirel, bu iki genç araştırma görevlisine ayrıca başka teknik detaylar da verdi:  Hapishanenin bahçesi aslında 200 dönümlük dev bir yerdi! Yanında birkaç tane havuz olmalıydı. Hristiana’nın getirdiği fotoğraflarda bu havuzlar görülmüyordu… Hristiana’nın daha büyük boyutta fotoğraflar bulması gerekecekti…

Hapishane duvarlarından sonra 50—100 metrelik çepeçevre bir alan olduğunu, bu alanın da tellerle çevrili olduğunu anlattı Ahmet Demirel…

Böylece Kayıplar Komitesi’nin genç araştırma görevlilerinin işini kolaylaştırmaya çalıştık elbirliğiyle… Böylece artık Kayıplar Komitesi yetkilileri hapishaneye ait bu bahçenin 1964 yılında tam olarak nerede olduğunu, ne büyüklükte olduğunu, hapishanenin çevresinde neler bulunduğunu biliyordu, Ahmet Demirel sayesinde… Ahmet Demirel’e de, bunun gerçekleştirilmesini sağlayan Ülker Fahri’ye de, Belgin Demirel’e de, Kayıplar Komitesi araştırma görevlilerimiz Hristiana Zenonos ve Salih Örses’e de bu konuda teşekkür ederim… Böylece gerçeğe giden yolu biraz daha aydınlatmış oluyoruz elbirliğiyle…

Ahmet Demirel’le o günkü buluşmamızdan sonra, bir kez daha geçtiğimiz günlerde yeniden ziyaret ettim kendisini ve röportajımızı yaptık…

1928 doğumlu olan Ahmet Demirel, Gönyelili’ydi… İlkokulu bitirdikten sonra dört yıl çobanlık, dört yıl çiftçilik, dört yıl demircilikte kalfa olarak çalışmış, sonra da dört yıl kendi dükkanını çalıştırmıştı Gönyeli’de… Sonra da gardiyan olmuştu…

Şimdi tam 90 yaşındaydı ama belleği pırıl pırıldı…

90 yıllık hafızasında kalanları anlattı bize…

Gönyeli nasıl bir yerdi? Çocukluğu nasıldı? O dönem insanlar nasıl yaşardı? Ne tür zorluklarla karşılaşırlardı? Neler yerlerdi? Neler pişirirlerdi?

Gönyelililer’in civardaki Kıbrıslırum köylerle ilişkileri nasıldı?

Hapishanede neler yaşamıştı? Hapishanede neler yapılıyordu? Nasıl bir düzen vardı?

Hapishaneden iki gardiyan “kayıp”tı – bunlardan birisi Kutlay Erk arkadaşımızın babası Mustafa Arif’ti – Ahmet Demirel’le birlikte gardiyanlık yapmışlardı. Mustafa Arif, hapishanede görevi başındayken, 1963’te iki toplumlu çatışmaların başlangıcında liseye ateş açıldığı zaman evlatları lisede okuduğu için çok kaygılanmış ve bir kalp krizi geçirerek Lefkoşa Genel Hastanesi’ne kaldırılmıştı…

Hastanedeki hasta yatağından onu gelip alan H. adlı, “E….a” lakaplı bir Kıbrıslırum gardiyan arkadaşıydı… Elbette yalnız değildi bu adam – başkalarıyla birlikte gidip Mustafa Arif’i hasta yatağından pijamalarıyla almış, sonra da onu Strovulos’un Parisinos bölgesinde sıra kuyuların başında öldürüp kuyuya atmışlardı başka Kıbrıslıtürkler’le birlikte ve onu ve diğer Kıbrıslıtürkler’i “kayıp” etmişlerdi… Kayıplar Komitesi’nin yıllar sonra Strovulos’un Parisinos bölgesinde sıra kuyularda yürüttüğü kazılarda “kayıp” Mustafa Arif’ten geride kalanlar bulunmuş ve oğlu Kutlay Erk ve ailesi tarafından 31 Mayıs 2008’de ilk kez sivil bir törenle Mağusa’da defnedilmişti…

Ahmet Demirel, “kayıp” Mustafa Arif’i hastahane yatağından pijamalarıyla alıp götüren Kıbrıslırum gardiyan H.’i tanıyordu – onun Yunanistan’da bir evladının yanına giderek orada öldüğünü söylüyordu…

İpsona’nın 1950’li-60’lı yıllardaki baş belası mafya mensupları yakalanıp hapse atıldığında da gardiyan olarak Ahmet Demirel, bunların başını beklemiş, onun ne kadar gaddar ve acımasız bir insan olduğuna tanık olmuştu…

Tüm bunları konuştuk – uzun bir röportaj oldu bizimkisi… 90 yılda hafızasından silinmeyenlerin ancak küçücük bir bölümünü konuşabildik… Anlatacakları kitapları doldurabilirdi – sevgili kızı Belgin Demirel, onun ses kayıtlarını yaptığını anlattı bana sonradan. Umarım bunları bir gün bir kitaba dönüştürür ve eski Kıbrıs’ta hayata dair gençlerimizin hiç bilmediği şeyler bir belgesel gibi miras bırakılır geleceğe…

1928 Gönyeli doğumlu, emekli gardiyan Ahmet Demirel’le röportajımız şöyle:

 

SORU: Ahmet Bey, 90 yaşındasın… 1928 doğumlusun…
AHMET DEMİREL:
Evet, 2 Haziran 1928 doğumluyum. Gönyeli’de doğdum.

SORU: Annenin adı neydi?
AHMET DEMİREL:
Keziban Mulla Hasan… Babamın da Hüseyin Mustafa.

SORU: İkisi da Gönyelili’ydi?
AHMET DEMİREL:
İkisi da Gönyelili’ydi…

SORU: İlkokula Gönyeli’de gittiydin herhalde?
AHMET DEMİREL:
Gönyeli’de ilkokula gittim. Bizim gittiğimiz zamanlar da kız ve erkek çocukları ayrı ayrı okurlardı. Ve ben beşinci sınıfa geldiğimde kız ve erkek çocukları birleşti… Ve İngilizce dersi da başladı ben beşinci sınıftayken.

SORU: Yani 1939-40 gibi herhalde?
AHMET DEMİREL:
1939 olsa gerek… O zamana kadar yaş haddi yoktu, yani bir nizam yoktu. İstediği vakit herkes okula giderdi. Mesela bir çocuk okula gidecek, küçük çocuk yani onun kardeşi olan küçük çocuk “Ben da gideceyim” derdi, “E tamam, sen da git” derdi ama dört yaşında? Beş yaşında? Fark etmezdi… Ama ben beşinci sınıfa geldiğimde, kız çocukları ve erkek çocukları birleşti, bu nizam da geldiydi. Bir nizam geldi yani… Bir düzen geldi okullara: Artık yaş kağıdıynan gidecek…
Örnek mesela, bizim zamanımızda benim okulu bitirdiğim zamana kadar Gönyeli’de 30 kişi ilkokulu bitirmedi… Düşünün ki o zamanlar ilkokulu bitirenler – tabii eski Türkçe olduğu için – “Mulla” derlerdi. 30 tane bunda yok, Gönyeli’de… O zamanlar beşinci, altıncı sınıfta 15’er kişi, erkek çocuk…
Mesela biz 15 kişi ilkokula başladık, bitirme iki kişi… Çünkü çocuk, erkek çocukları işe gidecekti… Bir da Gönyeli’nin Kara Tepe’si vardı, mermer keserlerdi. O zaman Gönyeli da böyle geri kalmış bir yerdi – Lefkoşa’nın o kadar dibinde olmamıza rağmen, okuma-yazma çok geriydi… Mesela iki tane öğretmen çıktı Gönyeli’den – koskoca Gönyeli’den… Bu Kara Tepe’nin bu kadar şey olması…

SORU: Kara Tepe dediğiniz nedir?
AHMET DEMİREL:
Bu Kanlıköy’ün yanında mermer keserlerdi ve çocuklar oraya giderdi… Babasına yardım etsin diye… İşlemeye giderlerdi… Mermer taşı vardı, beyaz taşlar vardı, onları keserlerdi. Gönyeli’nin biraz da geri kalmasına neden olurdu bu… Gönyeli taşı başkadır – bu beyaz bir taştır, onu keserlerdi böyle…

SORU: Hatta biz küçükken onunnan çizerdik duvarlara resim, birayak oynardık… Plaka derdik…
AHMET DEMİREL:
Tamam, tamam, plaka oynardık… Birayak oynardık onlarla… İşte öyle bir şeydi…

SORU: Sen da gidip çalıştı mıydın orada hiç?
AHMET DEMİREL:
Yok benim babam iyi geçinirdi, ben gitmedim…

SORU: Baban ne iş yapardı?
AHMET DEMİREL:
Babam çiftçi-çobandı, ben çiftçi-çoban yetiştim yani. Ben okulu bitirdim, dört sene çobancılık ettim, dört sene çiftçilik ettim, dört sene demirci ve kalfalık yaptım. Ondan sonra dört sene da Gönyeli’de dükkanım oldu… 28 yaşındayken da vardiyan yazıldım. 30 sene da memuriyet hayatım vardır.

SORU: Gardiyan olduğunda, Lefkoşa Merkez Hapishanesi’ndeydin herhalde…
AHMET DEMİREL:
Bir taneydi o zaman cezaevi…

 

DEVAM EDECEK

Bu yazı toplam 3468 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar