1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. 90 yıllık hafızadan silinmeyenler… 2
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

90 yıllık hafızadan silinmeyenler… 2

A+A-

90 yaşındaki Gönyelili emekli gardiyan Ahmet Demirel geçmişi hatırlıyor…

 

 

1928 Gönyeli doğumlu, emekli gardiyan Ahmet Demirel’le röportajımızın devamı şöyle:

SORU: Güneyde hala öyledir…
AHMET DEMİREL:
Hala daha öyledir evet, ben oradaydım.

SORU: Orada, Kıbrıslıtürk-Kıbrıslırum karışık yaptınız…
AHMET DEMİREL:
Karışıktı yalnız biz Türkler fazlaydık… Onlar EOKA’dan korktuğu için fazla yazılmazlardı. Biz fazlaydık. Ve cezaevi o zaman ikiye bölünmüştü, bir ağır hapis derken bizim anladığımız başkadır, Türkiye’nin başkadır… Suça bakılmaksızın, iki seneden fazla hapislik alanlara ağır cezalı derdik. Ağır mahkumların ayda beş gün bağışlaması vardır, hafif mahkumların üç gün bağışlaması vardır.
Ben zaten 1956’da yazıldım, EOKA’nın içinde yani… Ağır tarafına EOKA’cıları koydulardı, ağır tarafında EOKA’cılar, hafif tarafında da adi suçlular… Bu defa biz fazla olduğumuz için bizi ağır tarafına aldılar – İngiliz’in şeyi bu…

SORU: Siz kaç kişiydiniz, Kıbrıslıtürk gardiyanlar o dönem, kabaca?
AHMET DEMİREL:
83 biz idik, 67 da Rumlar’dı… Onların 66’sı Rum, bir tanesi da Maronit’ti…

SORU: Kıbrıslıermeni yoktu?
AHMET DEMİREL:
Ermeni yoktu…

SORU: Sanki Kıbrıslıermeniler, çevirmen olarak hapishanede görev yaparlardı gibi kaldı aklımda…
AHMET DEMİREL:
Yok yok, hapishanede Ermeni yoktu… İngiliz Müdür ve biz vardık vardiyanlar…

SORU: Doktor var mıydı hapishanede?
AHMET DEMİREL:
Vardı doktor, gelirdi ama kalmalı değil. Yalnız bir müddet olduydu bir Rum doktor olduydu yani ama her branştan doktor gelirdi yani, bir iki saat görür giderdi.

SORU: 1963’te ne zaman ayrıldı Kıbrıslıtürk vardiyanlar hapishaneden?
AHMET DEMİREL:
Ben şanslı çıktım, tesadüfen izinliydim 63 olayları çıktığında. Bende böyle çok korkak bir şey vardı yani, öyle faal değildim – ama bir iki kişi gitti, çok korku çektiler – öldürmedilerdi kendilerini ama – vardiyan olarak iki kişiyi öldürdüler, biri hastaneden alınmıştı…

SORU: Kutlay Erk’in babası Mustafa Arif…
AHMET DEMİREL:
Kutlay Erk’in babası… Bir tanesi da Topal Mahmut’un eniştesi olurdu, Seyit Hüseyin idi onun adı…

SORU: O “kayıp” mıydı?
AHMET DEMİREL:
O, “kayıp”tır evet… 63’te olaylar çıkınca gidilmedi yani… 63’ten sonra gitmedik…

SORU: Herhalde Mustafa Arif’i tanırdınız…
AHMET DEMİREL:
Tanırdım evet. Beraber vardiyanlık yaptık…

SORU: Nasıl bir insandı?
AHMET DEMİREL:
Çok iyi bir insandı, arkadaş canlısı bir arkadaştı. Bizden büyüktü onlar. En son yazılan vardiyan benim.

SORU: Kalp krizi geçirdiydi Mustafa Arif ve hastanedeydi…
AHMET DEMİREL:
Çocukları lisede okurdu. Liseye ateş açmışlar, çocukları orada okuduğu için bunu duyunca kalp krizi geçirdi… Ve gitti yattıydı hastaneye… Hastanede yatırken, ben tanırım yani, o alan kişiyi da tanırım… Vardiyan arkadaşı aldı kendini dendi, Erk bir iki defa gazetede, bir defa da aradı yani “Babamı bilen var mı?” diye. Dedim “Ben bilirim…”
Ve takip etti olayı… Musafa Arif’i hastaneden alan bu vardiyan Yunanistan’a gitmiş ve ölmüş. Çocuğunu okula götürmüş Yunanistan’a ve onda ölmüş… H. idi adı, numarası “…” olduğu için biz devamlı surette “E…..a” çağırırdık kendine… O zaman omuz numarasını gördükleri için söyledilerdi bize “Bu adamdır” diye. Bende resmi da vardır çünkü bir eğitimde beraberdik o vardiyannan… Resmi da var. Dedim “Aha bu adamdır…”

SORU: Benim bir okurum bir süre önce dedi ki “1964’te, Ocak ayı falan, biz Suriçi’nden kaçtıydık Lefkoşa’da ve hapishanenin yanında bir çıkmaz sokaktaki eve sığındıydık 30-40 kişi… Ben çocuktum…”

Sonra bir gece yarısı gargargar bir sesler duydular, merak etti bu çocuğun babası ve bir papaz ve bir kişi daha, çıktılar takip ettiler, bir kamyon, içinde cesetler… Bu kamyon hapishanenin girişinden girmiş, sonra sola dönmüş, arkada enginar bahçesi varmış…
AHMET DEMİREL:
Enginar bahçesi değil bahçe vardı…

SORU: Bahçe evet… Şiroyla çukur kazmışlar bahçeye, kamyon damperini kaldırmış, ölüleri gömmüşler o bahçedeki çukura… Eğer bu doğruysa, biz tahmin ederik ki Ayvasıl’daki toplu mezarların açılacağı anlaşılınca, gidip aldıydılar dokuz kişi veya daha fazla Kıbrıslıtürk’ün naaşını gömüldükleri toplu mezarların birinden, belki da onlar olabilir diye düşündük…

SORU: Bu bahçe neydi? Tam neredeydi? Ne işe yarardı?
AHMET DEMİREL:
Bahçe, büyük bir bahçeydi… Ve Lefkoşa’nın hastanesinin suları hep oraya gelirdi. Atık suları oraya gelirdi ve orada bir havuz vardı büyük, arıtılırdı o atık sular o havuzda… Büyük böyle, iki-üç tane havuz vardı… Bu atık sular işte bu havuzlarda arıtılırdı.
Cezaevinde çok fazla, yani çok fazla su vardı… Çünkü o su geliyor… Arıtılmadan önce o su çok berbattı, kokusu kötüydü ama arıtıldıktan sonra pırıl pırıl bir su çıkardı. Yalnız “İçilmez” yazılırdı… Ama kullanılabilirdi. O nedenle her şey ekilirdi cezaevinde…

SORU: Siz gittiğinizde hapishaneye, var mıydı o su orada?
AHMET DEMİREL:
Ben vardiyan olduğumda, çıkamazdım. EOKA’cıları beklerdik. Ve bizim köyün hadisesi olduğunda 12 Haziran günü, bunlar da Türk gardiyanlarını dövdülerdi mahkumlar bu defa… Bu defa bizi EOKA tarafından aldılar Türk gardiyanları ve o tarafa Rum gardiyanları gitti.
Uzun zaman sonra ben çıkartmaya başladım dışarı… Yani 58’den sonra ben çıkmaya başladığımda dışarı, gördüydüm onu…
Enginar yoktu ama diğer şeyler ekilirdi…

SORU: Hiç enginar ekilmedi?
AHMET DEMİREL:
Benim zamanımda, yok… Ondan sonra ekildiysa bilemem…

SORU: Ne ekilirdi mesela?
AHMET DEMİREL:
Her şey… Her şey ekilirdi. Domates, patlıcan, kabak ekilirdi. Yani bildiğimiz her şey ekilirdi böyle…

SORU: Bu olayı bana anlatan okurum dedi ki bana, mahkumların serbest kalmasına altı ay kala falan koyarlardı kendilerini çalışsınlar bu bahçede, bahçecilik öğrensinler ki dışarı çıktıklarında “Bahçıvanım ben” deyip iş bulabilsinler… Öyle bir program mıydı? Kim işlerdi? Mahkumlar işlerdi herhalde…
AHMET DEMİREL:
Mahkumlar işlerdi. Öyle bir şey olurdu, vardiyan mesela götürürdü mahkumları, onda çalıştırırlardı.
Ne varsa dışarıda sanat olarak, cezaevinde da vardı aynısı. Dülgerliği da vardı, demirciliği da vardı, hep bütün sanatlar, onun içinde vardı. Eğer kişinin bir sanatı yoksa onu biz terziliğe koymayı tercih ederdik, şöyle ki o zamanlar bütün personelin ve mahkumların giysileri hep hapishanede dikilirdi.
EOKA’cıları dışarı çıkartma yoktu… Diğer adi suçlardan yatanları çıkartırdık dışarı. Ama terzilikte çalışırlardı yani… İç taraftaki bütün sanatlarda EOKA’cılar çalışırdı.
Hapishanede terzi ustaları vardı, hapishanenin içinde yani…
Dediğim gibi hem personelin, hem mahkumların elbiseleri orada dikilirdi. Hatta adanın mesincerleri ki hepsi da aynı üniformayı giyerlerdi, onların üniformaları da cezaevinde dikilirdi. İngiliz’in zamanında böyleydi. Halbuki şimdi, personelin giysileri bile dışarıda diktirilir. Ama bizim zamanımızda hep bunlar cezaevinde dikilirdi.
“Dışarı çıkar” dediğimde, onların adi suçluları çıkarlardı – şayet cinganyesa, geldiğinin ertesi günü dışarı çıkarlardı. Diğer mahkumlar, Rumlar ve Türkler, en az mahkumiyetinin üçte birini yahut da yarısını çekecek da ondan sonra dışarı çıkarırdık…

 

DEVAM EDECEK

 

Bu yazı toplam 1845 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar