AB, Birleştirici mi, Bölücü mü?
Özellikle son günlerde Güney'de, Kıbrıs Türk Toplumuna dönük olan, AB Mali Yardım Tüzüğünün yürütüldüğü birimden alınıp, bir başkasına verilmesi bir zafer havası ile karşılandı.
Sanırsınız ki kendi dar çıkarları için büyük bir kazanım elde ettiler.
Bu olay ise Kuzey'de öfkeye ve tepkiye dayalı açıklamalara yol açtı.
Bu gelişmelerin Kuzeyde ayrılıkçılık, Güneyde ise hakimiyetçilik siyasetleri açısından yol almak isteyen egemen güçlerin, iç siyasette de hamaset ile bezenmiş verimsiz üstünlük yarışlarını da yeniden öne çıkaracak.
Hele her iki tarafta, ekonomik, siyasi, toplumsal pek çok sorunun, insanların yaşamlarında inanılmaz sıkıntılara yol açtığı günümüzde, egemen siyasetler için hamaset bakımından bu inanılmaz yeni koşullar yaratacak.
Üstelik ayni kısır ortamı, yıllardır yaşıyoruz.
SORMAK LAZIM...
Şimdi Güneydeki egemen güçlere sormak lazım.
Yıllardır, "tarihi gelişme" diye tanımladığınız bu güncel gelişmeye benzer, BM'de ve AB'de yığınla ya kendi tezleri lehine, ya da Türkiye aleyhine bir hayli karar, ya tavır aldırdınız. Ne oldu?
Bunlar Kıbrıs sorununun çözümüne 50 yıldır ne denli katkı sağladı?
Ayni şekilde, Kuzey'de ve Türkiye'de de, BM veya AB'de alınan bu kararlara bağlı olarak tepki ve öfke ile dolu açıklamalar ve karşı tavırlar ile "ulusal" ismi verilen çok karşı kararlar alındı.
Öfke ve tepki ile alınan bu kararlar, açıklama ve tavırlar, egemen güç politikası bağlamında, esas hedef olarak akıllarda tutulan, Kuzey'in statüsünü yükseltme niyetine ne katkı sağladı?
Bu kararlarla yıllardır, Güneyde dünyalar kuruldu, Kuzeyde politika ve tavırlar yıkıldı.
Sonuç ne oldu?
Kıbrıslı Türklerin 1964, Kıbrıslı Rumlarında 1974 statükolarının esiri olması devam etti. Böylece iki tarafın kendi statükolarının esiri olması ile aslında iki tarafında acı ile yaşadıkları ekonomik ve demokratik bakımından gerilemesi yaşandı.
Bunlar sonuç itibarı ile iki toplumun öncelikle birbirinden daha da uzaklaşmasına ve ayni zamanda, Ortak Yurtta birbirlerinde daha fazla yabancılaşmalarına yol açıldı.
Şimdi, BM Genel Sekreterinin yeni Özel Temsilcisinin atanmasının ilk anından itibaren, AB'de alınan bu kararla, iki tarafta da, iki liderin, BM temelinde, Ortak olarak imzaladıkları belgenin, yani Ortak Belge'nin temellerine dönük, samimiyetsiz ve o imzanın ruhuna aykırı, yıkıcı rol oynamalarına katkı sağlama başlayacak.
Yani barışa dönük körlüğün düzelmesi için istenen bir çift göz iken, maalesef AB liderliği, bu tutumları ile her iki tarafın barışa ve çözüme kör bakan siyasi liderliklerine, körlüğün devam için kalın bir siyah bant daha sundu.
Yani AB liderliği, BM'nin barış girişimlerine dönük olarak çok olumsuz bir davranış üretmiş oldu. Bu barışa destek değil köstektir.
Böylece AB yine üzülerek ifade etmek isterim ki bu sığlık içinde bölünmenin derinleşmesine dönük olan noktaya hizmet üretti.
Bu da iki taraftaki egemenlerin, kendi erklerini, bölünmüş bir adada, ayrı ayrı, bu statükoların savunulması ile korunabileceği ortamının devamına katkı sağlamaktan başka bir şey üretmez olmaya devam etmektedirler.
Yani, AB, Avrupa'yı birleştirme adımı atar ve barış için birliği öngörürken, Kıbrıs'ta bölünmeyi bırakın gidermeyi, derinleştirmenin aracı olmaya sebep oluyor.
İşte bu hay huy içinde bir şey var ki gözlerden kaçmamalıdır. Üstelik Kıbrıs'ta ve bölgede barış, demokrasi diyen başta AB olmak üzere herkesin dikkatini çekmelidir.
Türkiye Kamu Oyunda, AB'ye Olumlu Bakışın Yükselişi...
Önce, Sayın Kadri Gürsel'in makalesinde okudum, dikkatimi çekti.
Arkasından Sayın Joost Lagendigc'in makalesinde de ayni olguyu okuyunca daha dikkatli bakmak gerektiğine karar verdim.
Alman Marshall Fonu( GMF) dış politikaya dair, Trans Atlantik Eğilimleri çerçevesinde kamuoyu araştırmaları yapmış. İşte bu sonuçlara temel alarak makalelerinde yorumlar yapmış iki yazarda. Yorumları gerçekten önemli ve değerli.
Bence çok önemli olan bu kamuoyu yoklaması ile ilgili sonuçlara kısaca bakalım.
Türkiye'de, insanlara, AB üyeliğinin Türkiye'nin yararına olup olmayacağı sorulmuş.
Buna göre bu soruya olumlu yanıt verenlerin, geçen yıl % 45 olan oranı, bu yıl, % 53 olmuş.
Ayrıca NATO'nun Türkiye'nin güvenliğine olumlu katkısı olup olmadığı da sorulmuş.
Türkiye'nin Güvenliği için NATO'nun önemi konusunda ki destek, geçen yıl % 39 iken, 2014'te bu oran %49 olmuş.
Peki bunların nedeni nedir?
Üstelik bu sonuçlar, günümüzde, özellikle Gazze'deki ve diğer gelişmelere bağlı olarak güncel siyasette, çok açık bir Batı karşıtlığı ve güvensizliği söyleminin en yetkin isimlerce dile getirildiği bir dönemde, Türkiye'de kamuoyunun eğilimleri olarak anket sonuçlarına yansıyor.
Ayrıca, bu sonuçlar, AB-Türkiye ilişkilerinde hiç bir olumlu gelişmenin olmadığı ve Kıbrıs sorununda ise olumsuz ortamın sürdüğü bir ortamda, bu sonuçlar ortaya çıkıyor.
Bu çok önemlidir.
İşte bunu hem bizim, hem AB'nin hem de Güney Kıbrıs'ın iyice değerlendirmesi gerekmektedir.
Bence, Türkiye kamuoyunda AB ve NATO'ya dönük eğilimlerdeki artışın ana nedeni ,bir yandan Türkiye'nin sınırlarında yanan ateş ve çatışma ile insanlık dışı vahşi bir ortamın oluşmasının yol açtığı güvenlik endişesidir.
Diğer yandan ise Türkiye insanının, AB değerlerinde bir hukuk, demokrasi ve insan hakları temelinde yaşamaya dönük arzularının, son dönemlerde yaşadıkları pek çok gergin iç siyasi gelişmeler nedeni ile daha çok öne çıkması ve belirginleşmesi....
Bu nedenlerle en geniş kamuoyu, AB değerlerine dönük daha fazla duyarlılık içine girdi.
Bu son derece önemlidir. Bu yüzden insanların bu özlemlerini öncelikle iç aktörler değerlendirmelidir.
Bu değerlendirme sonuçları yalnızca Türkiye siyasi kadroları için değil, ama özellikle, AB ve Kıbrıs Rum siyasi kadroları ve Kıbrıs Türk siyasi kadroları içinde çok önemli olmalıdır.
Türkiye'deki siyasi kadrolar ve düşünürler kadar, kafa patlatması gerekenlerin en başında ise AB'nin siyasi liderliği ile Güney , Kuzey Kıbrıs ve Yunanistan'daki siyasi kadrolar ve düşünürler olmalıdır.
Özellikle Kıbrıs Türk halkının AB ile ilişkilerinde Mali Yardım Tüzüğü ilişkisinin AB Genişleme biriminden alınıp da, bölgesel ilişkiler birimine aktarılmasını, zafer nidaları ile karşılayan Güney Kıbrıs'taki siyasileri ve düşünce üretenleri daha çok düşünmelidir.
Neyin zaferini kazandılar. Bölünmeyi mi engelleyecekler, yoksa bu tavırlarla adada kopuşu daha da mı derinleştirecekler?
Çözüm olmadan gerçekleşen Kıbrıs'ın AB üyeliğini kullanarak, Türkiye'yi AB ile ilişkilerde sıkıştırarak kendi kafasındaki çözümü dayatacağını, ya da Kıbrıs Türk halkına dönük, bu avantajı kullanarak, 1964 statükosunu dayatacağını zan etme hatası ile yıllardır çözülmeyen Kıbrıs sorununu çözümsüzlük girdabına daha fazla sürükleme hatasını pekiştirmekten başka bir sonuç elde etmediklerini artık anlamaları gerekiyor.
Ayni şekilde Kuzey'de de, Güneyin bu dar bakışı ile ayrılma siyasetinin yol alma umudu ile bu yanlışlığı fırsat sayan mantığına dayalı siyasetinde yıllardır bir arpa boyu yol yürüyemediği gerçeğini görmeleri gerekir.
AB'nin KONUMU..
AB'nin Sayın Junker'sin başkanlığındaki yeni yöntemi, Kıbrıs'ın çözüm olmadan gerçekleşen AB üyeliğinin, bölünmüş Kıbrıs'ın birleşmesini sağlamadığı gibi, o günden sonra izlenen siyasetlerle de AB' ye, Kıbrıs sorununun çözümünde oynaması gereken yapıcı rol yerine, bölücü konumu geliştirdiğini görmesi lazımdır.
Gelecek 5 yılında, Avrupa'nın barış diyarı, Doğu Akdeniz ile Ege ve tüm Akdeniz'in huzur ve barış alanı olmasını hedefliyorsa, Kıbrıs'ın bu, "müktesebatının" yarısının "askılı" olan üyeliğinin ,2004'ten itibaren birleşmeye katkı sağlamadığını görüp birleşmenin gelişmesi için bunu aşmak maksadı ile yeni siyasetler üretmesinin zorunlu olduğunu görmesi gerekir.
Bu yüzden o günden beri izlenen bu siyaseti, en azından artık sorgulanmaya ihtiyaç olduğunu, artık AB organlarının göze alması gerekir.
AB'nin bu barış ve demokratik misyonunun yerine gelmesi için, Kıbrıs Rum Toplumuna ve Yunanistan'a da çok büyük görev düşer.
AB üyeliğini AB'nin temel ilkeleri ve halklar arası dostluk için mi değerlendirecekler, yoksa dar ulusal çıkarlarının aracı olarak mı, bu evrensel oluşumu değerlendirecekler?
İşte GMF'nin bu anket sonuçları, bu sorulara yanıt arama niyeti olanlar için çok anlamlı olmalıdır...
Çünkü, Türkiye kamuoyu, AB süreçlerine dönük çok pozitif gelişmelerin olmadığı bu aşamada, bu demokratik alana dönük ilgisini daha da artırdı. Bunu görmemek cinayettir.
AB bu gelişmeyi görmez ve bunu sağlıklı olarak ele alamazsa, AB'nin temelinde var olan, demokrasi, insan haklarına dayalı, halklar arası barışın temel olduğu ekonomik ve siyasi ortaklığın, bu ilkelerin ötesinde , dini ve dar "Avrupa" milliyetçiliği ile malul ötekileştirici olduğu kanadının farklı olan herkeste, yerleşmesine neden olacaktır.