1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. AB TÜRKİYE GÖÇ PAZARLIKLARI ve KASIM ZİRVESİ’NİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
AB TÜRKİYE GÖÇ PAZARLIKLARI ve KASIM ZİRVESİ’NİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

AB TÜRKİYE GÖÇ PAZARLIKLARI ve KASIM ZİRVESİ’NİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

AB TÜRKİYE GÖÇ PAZARLIKLARI ve KASIM ZİRVESİ’NİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

A+A-


Halit Kadir
[email protected]

29 Kasım’da AB ve Türkiye arasında, Türkiye’yi başbakan Davutoğlu’nun temsil ettiği, gündemini ağırlıkla göçün oluşturduğu bir devlet başkanları zirvesi gerçekleştirildi. Zirvenin geçekleşmesinde temel etkenin Türkiye üzerinden AB’ye yönelen göç dalgasının görülmemiş bir büyüklüğe ulaşmış olmasının AB içerisinde yarattığı panik havası olduğu zirveye giden süreçte açıkça görüldü. Zirve sonrası Türkiye ve AB arası ilişkilerin yeniden canlandırılmasına ilişkin olumlu mesajlar da bol bol verilmiş olsa da zirvenin esas gündemi ve yapılan ortak bildirgenin ana mesajları göçe ve özellikle de AB’yi hedef alan düzensiz göç hareketlerine odaklandı.

Türkiye üzerinden, düzensiz göç yollarını kullanarak Yunanistan’a geçen kişi sayısının sadece 2015 yılı için 800-900 bin arasında olduğu değerlendiriliyor.(1) Türkiye üzerinden geçen Doğu-Akdeniz göç rotasının AB’ye gidiş için kullanılan ana rotalardan biri olduğu bilinen bir gerçek.(2) Fakat göç dalgasının boyutu ilk kez böylesine yüksek rakamlara ulaştı ve AB içerisinde zaten yıllardır büyümekte olan göçmen/mülteci karşıtı tepkileri ateşlendirerek insani boyutu ikinci plana atılan bir kriz ortamının doğmasına yol açtı. Oysa AB’nin hazırlıksız yakalandığı bu boyuttaki bir insan hareketliliğinin örneği görülmemiş olsa da, öngörülmesi hiç de zor değildi. Ne Türkiye’deki 2,5 milyon kayıtlı mülteci nüfus bir sene içinde oluşmuş yeni bir olgu, ne de Orta Doğu ve Afrika üzerinden Avrupa’ya yönelen göçün dinamikleri son bir iki yıl içerisinde ortaya çıktı. Fakat görülen o ki, Suriye’de mevcut yaygın şiddet durumunun artarak sürmesinin ve dünyanın en çok mülteci barındıran ülkesiyle komşu olmanın göç bağlamında olası sonuçları AB hükümetleri düzeyinde yeterinde değerlendirilemedi ve ne yazık ki, neticede sınır güvenliğinin öncelik olduğu bir ortak AB tepkisi ortaya çıktı. AB ve Türkiye arasında son haftalarda daha da sıklık kazanan görüşme ve açıklamalar hakkında yapılabilecek değerlendirmeler çok çeşitli olsa da, bu yazının odağında bu sınır güvenliği vurgusu ve AB’nin göç hareketlerini engellemek için panik halinde hayata geçirmeye çalıştığı önlemlerin olası etkinliği bulunmakta.

Avrupa Konseyi Başkanı Tusk’un da açıkça ifade ettiği gibi, AB’nin temel beklentisi “oyunun kurallarının ciddi şekilde değiştirilmesi suretiyle Türkiye üzerinden AB’ye yönelmiş olan göç dalgasının engellenmesi” yönünde.(3) Peki nedir bu etkiyi yaratması beklenen ciddi değişiklikler? 29 Kasım’da gerçekleşen zirve sonrası ortak beyannameye(4) ve bu metinde atıfta bulunulan yol haritasına (5) bakıldığında önemle altı çizilen belirli başlıklar görülmekte. Bu önlemler temel olarak hem AB hem de Türkiye tarafının özellikle Ege-Akdeniz üzerinde, sahil güvenlik kuvvetleri merkezli olarak, sınır güvenliği önlemlerini arttırması ve göçmen kaçakçılığı yapan çetelerle daha etkin mücadele, AB Türkiye arasındaki Geri Kabul Anlaşması’nın üçüncü ülke vatandaşları için hukuki olarak öngörülen süreden yaklaşık 16 ay daha erken uygulanmaya başlanması ve Türkiye’nin ülkede bulunan mültecilerin sosyo-ekonomik durumlarını daha da iyileştirmesi. Bütün bu talep ve niyetlerin etrafı külfet paylaşımı, maddi yardımların artırılması, vize muafiyeti, yeni fasılların açılması ve benzeri teşvik edici süslemelerle çevrili olsa da metinlerin merkezinde göç hareketlerinin durdurulması bulunmakta. Peki bu öngörülen önlemler beklenen etkiyi yaratabilir mi?

Sondan başlamak gerekirse, sadece Türkiye’deki değil dünyanın her bölgesindeki sığınmacı ve mültecilerin, hassas durumda bulunan diğer gruplar gibi, yaşam koşullarının ve haklara erişimlerinin iyileştirilmesi şüphesiz desteklenmesi gereken bir amaçtır. AB’nin bu talebinin altında yatan esas gaye mültecilerin Türkiye’ye daha sağlam bir şekilde entegre olarak Avrupa’ya geçme motivasyonlarını kaybetmelerini sağlamak olsa bile, Türkiye’deki mültecilerin özellikle eğitim ve çalışma hakkına erişim konusunda karşılaştıkları engellerin kalkması şüphesiz insanlık adına olduğu kadar Türkiye adına da çok önemli bir kazanım olacaktır. Ancak bu durumun AB’nin beklediği şekilde göç dalgasını engellemesini beklemek, diğer önlemler için de göreceğimiz şekilde, göç olgusunu ve insan hareketliliğini aşırı derecede basite indirgemek olacaktır. Türkiye’de iş gücü piyasasına dair mevcut kısıtları, son dönemde artmakta olan sosyal gerilimleri ve Türkiye’ye dair diğer koşulları bir kenara koysak bile, mültecilerin Avrupa içerisinde oluşmuş olan sosyal ağlarını, aile bağlarını, Türkiye ve Avrupa’daki topluluklarla etkileşimlerini, AB ülkeleri ve Türkiye arasındaki sosyo-ekonomik farklılıkları ve bunlardan doğan göçmen eğilimlerini tamamıyla göz ardı etmeden böyle bir etki beklemek mümkün olmayacaktır.

Sıklıkla altı çizilen bir diğer konu ise AB Türkiye arasındaki Geri Kabul Anlaşması’nın tam olarak uygulanmasıdır. Bunu ‘tam olarak’ uygulamak, esas olarak Türk vatandaşlarına ek olarak Türkiye üzerinden AB’ye geçmiş üçüncü ülke vatandaşlarının da Türkiye tarafından geri kabul edilmesi anlamına gelmekte. Normalde anlaşma metninde üçüncü ülke vatandaşları için uygulamaya başlanma tarihi 2017 Ekim ayı olarak belirlenmiş durumda. (6) Zirve sonrası ortak açıklamada bu tarihin Haziran 2016 çekildiği belirtilmekte. Öncelikle söylemek gerekir ki bu ortak açıklama metninin hukuki olarak bağlayıcılığı bulunmamakta, yani anlaşmaya ek olarak resmi bir metin imzalanıp usulüne uygun olarak kabul edilmedikçe hukuki olarak geçerli olan tarih Ekim 2017’dir. Fakat belki de daha önemli olan konu Geri Kabul Anlaşması’nın tam uygulanma tarihini öne çekerken AB’nin mevcut mülteci akını karşısında nasıl bir beklentiye sahip olduğudur. AB’nin de dolaylı olarak bile olsa ifade ettiği gibi bu anlaşmanın kapsamı uluslararası koruma ihtiyacı içerisinde olan kişileri, yanı sığınmacı veya mülteci durumunda olan kişileri kapsamamaktadır. Diğer bir değişle, AB için kriz yaratmış olan ve çoğunluğunu Suriyeli ve Afgan mültecilerin oluşturduğu bu göç dalgası neredeyse tamamen bu anlaşmanın kapsamı dışında. Bu noktada da AB’nin Türkiye üzerinden gelen sığınmacıların uluslararası koruma başvurularını reddederek onları anlaşma kapsamına sokmayı amaçlayıp amaçlamadığı sorusu akla gelmekte. Türkiye Dışişleri Bakanı’nın Suriyelilerin anlaşma kapsamı dışında olduğunu açıkça söylemiş olduğu bir ortamda bu konunun nasıl evrileceğini bekleyip görmek gerekiyor.(7)

Son olarak da, en önemli ve en çok vurgulanan konu olan sınır güvenliği önlemlerinin artırılması gelmekte. Her iki tarafın da özellikle Ege Denizi’nde aldıkları önlemlerin güçlendirilmesi ve göçmen kaçakçılarıyla mücadelenin daha da kararlı olarak sürdürülmesi planlanmakta. Aslında AB’nin son on yıldan uzun süredir benimsediği eğilimin bir devamı olan bu yaklaşım, göç hareketlerinin temel dinamiklerini hiçe sayarak inşa edilecek duvar ve tel örgülerin, veya sahil güvenlik devriyelerinin insan hareketliliğini durdurabileceğini varsaymakta. Dahası bu yaklaşım AB tarafının 2015 yılındaki gelişmelere dair bir yanılgısını da ortaya koymakta. Bu yanılgı, Türkiye’nin göç dalgasını engelleyebilmek için uygulayabilecek olduğu fakat uygulamadığı önlemler bulunduğuna dair algıdır. Türk Sahil Güvenlik birimlerinin denizde kurtardığı göçmen sayısının önceki yılların toplamını bile büyük oranda geçtiği ve bütçesinin önemli kısmını göçmen teknelerinin durdurulması faaliyetlerine ayrıldığı bir ortamda, emniyet ve jandarma gibi diğer kolluk birimlerin karada gerçekleştirdiği faaliyetleri de göz önüne alınca Türk tarafında bu konuda ciddi bir zafiyetten bahsetmek çok da mümkün görünmemektedir. Hatta alınan önlemlerin boyutu o denli ileri gitmiştir ki belirli sahil şehirlerine giden yollardaki araçlar içlerinde Suriyelilerin bulunup bulunmadığı belirlenmesi için aranmış, otobüs terminallerinde mültecilerin kıyı şehirlere girmelerinin engellenmesi için uygulamalar yapılmış ve hâlihazırda kıyı şehirlerde bulunan mülteciler iç bölgelerdeki şehirlere kolluk eşliğinde taşınmıştır. Seyahat özgürlüğünün ihlali anlamına gelebilecek bu önlemlerin AB tarafından alkışlanması ve daha da artırılması için teşvikte bulunulması bir tutarsızlık örneği olmasının yanı sıra bu önlemlerin sonuç vereceğine dair beklentinin de bir göstergesidir. Hava koşulları elverişli olduğunda Yunanistan’a yüzerek geçmenin bile mümkün olduğu, göçmelerin artık kaçakçı şebekelerine bile ihtiyaç duymadan kendi ayarlamalarını yaparak yolculuklarını tamamlayabildikleri bir ortamda, örülen her duvarın sadece yeni, ve genellikle daha tehlikeli, göç yolları yaratılmasına sebep olduğu defalarca kanıtlanmışken bu önlemlerin sonuç vermesini beklemek hem sorunu ötelemek hem de daha riskli göç yol ve metotlarının sebep olacağı yeni trajedilere davetiye çıkarmaktır.

Acil olarak Suriye’de sonu görünmeyen vahşetin sebep olduğu bu mülteci akımının Avrupa’ya ulaşmadan durdurulması yerine bu mülteci nüfusun varlığını kabullenerek, hem mülteciliğin sebeplerinin ortadan kaldırılmasına hem de mültecilere insani ve kapsayıcı bir yaklaşımın benimsenmesine odaklanmak gerekmektedir. Bu noktada ev sahibi toplumlara konunun yeterli ve etkili şekilde açıklanarak gerekli kucaklayıcı ortamın yaratılması konusunda sorumluluk da Avrupalı siyasetçilere düşmektedir. Günü kurtarmak için alınacak güvenlik odaklı önlemler ancak sorunun ertelenmesine ve göç yollarında kaybedilen hayatların sayısının artmasına sebep olacaktır.

 

-------------------------------------------------------------------------------

(1) http://www.aljazeera.com/news/2015/12/report-arrivals-sea-europe-1m-mark-151202054743783.html ve http://www.unhcr.org/5666ddda6.html
(2) http://frontex.europa.eu/trends-and-routes/migratory-routes-map/
(3) http://www.consilium.europa.eu/en/meetings/international-summit/2015/11/29/
(4) http://www.consilium.europa.eu/en/press/press-releases/2015/11/29-eu-turkey-meeting-statement/
(5) http://europa.eu/rapid/press-release_MEMO-15-5860_en.htm
(6) Anlaşmanın 24.3 Maddesi; http://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/?uri=CELEX:22014A0507(01)
(7) http://aa.com.tr/tr/politika/disisleri-bakani-cavusoglu-ab-ile-geri-kabul-anlasmasi-suriyelileri-kapsamiyor/486985

Bu haber toplam 1488 defa okunmuştur
Gaile 347. Sayısı

Gaile 347. Sayısı