AB ve istikrar
Eğer öngördüğünüz siyasal düzeni eldeki araç ve olanaklarla sürdürmeyi başarabilirseniz istikrara sahipsiniz demektir.
Değişimin önünü tıkamadığı sürece istikrarın kötü olduğu söylenemez.
Hatta yönetimin her düzeyinde istikrar önemli bir hedeftir.
İstikrarsızlık ise, eğer daha iyi ‘yeni bir düzen’in kuruluş sancıları anlamına gelmiyorsa, başıbozukluğu, panik halini ve karmaşayı ifade eder.
Bir siyasal sistem sürekli bir karmaşa, başıbozukluk ve panik halinde olabilir mi?
Elbette istikrarsızlık süregen olabilir.
Sürdürmeye çalıştığınız siyasal düzen bazen sarsıntılara maruz kalabilir.
Eğer, öngördüğünüz düzen, toplumsal değişim taleplerinin önünün tıkarsa, onu sürdürme zorlaşır.
O durumda elde kalan alternatif ya değişime teslim olmak ya da herşeyi göze alarak değişimin önünde durmaktır.
Eğer ikincisini seçerseniz bu sizi düzeni ayakta tutmak için şiddet uygulamaya kadar götürebilir. Yani şiddet yoluyla istikrar! Ya da sürekli istikrarsızlık!
Bir siyasal sistemde halkın memnuniyetszliği artarsa değişim kaçınılmaz olabilir.
O zaman yeni ‘düzen’in istikrarı önem kazanır.
Bazı siyasal sistemler ‘değişim talebi’yle ‘istikrar’ arasında bir denge oluşturmayı başarmıştır.
Hem değişimin önünü tıkamadan hem de arzu edilen düzeni altüst etmeden sürdürülen bir dengedir bu.
Korona salgını nedeniyle bazı sistemlerin zorlanacağı, bazılarının yıkılacağı ve hatta yeni bir dünya düzenine doğru yol almakta olduğumuzu söyleyenler var.
Bazıları mevcut dünya düzeninden hoşnut olmadıkları için, yani bunu adil bulmadıkları için değişimi talep ediyor.
Bazıları ise mevcut koşulların bir değişimi zorlamakta olduğunu ileri sürüyor.
Şimdi bu iki olguyu birbirinden ayırmak gerekir.
Bir tarafta bir talep diğer tarafta ise bir öngörü var.
Bunlar birbirinden çok farklı şeyler.
Taleplerinizin sınırını siz belirleyebilirsiniz ama öngörüler sınırsız olamaz.
Bir öngörü ancak nesnel gerçeklikler üzerine temellendirilirse geçerli bir anlama sahip olabilir. Aksi halde, yani öngürüler nesnel bir zemine dayanmıyorsa, sizi müneccim kılığına sokabilir!
Kimileri bu müneccimlik işini kişisel duygularına dayanarak yapıyor. İçlerinde hissettikleri güçlü bir duygu onlara neyin nasıl olacağını söylüyor!
Mesela ABD başkanı Tramp yakın zamanda yaptığı bir açıklamada, Amerikan ekonomisinin korono salgınından sonra çok daha iyi olacağına dair güçlü bir hissiyata sahip olduğunu ifade etmişti.
Kimilerinde müneccimlik bir intikam duygusuna eşlik ediyor. Yani korona bir bahane sadece. İşte o zaman, AB’nin yıkılışını izleme zamanının geldiğini ilan etmek çok kolay bir iş oluveriyor.
Müneccim kimseye karşı sorumlu değildir.
Ve zaten her söylediğinin gerçekleşme olasılığının çoğu durumda en az yüzde elli olduğunu bildiği için de oldukça rahattır.
İşte bu nedenle müneccimler, sizi öngörü yağmuruna maruz bırakabilir.
Bunlardan bir tanesinin gerçekleşmesi onun için yeterlidir.
Müneccimleri bir yana bırakırsak korona salgını nedeniyle devletlerin veya AB gibi devlet-üstü/federatif oluşumların istikrarının ne ölçüde etkileneceği anlamlı bir soru olmuştur.
Bu salgının daha ileri sonuçları olabilir mi?
Salgının yayılmasını önleme ve olumsuz etkilerini dizginleme amacıyla yürütülen mücadeleye bakıldığında, bu mücadele içinde yer alan her birimin bundan çeşitli düzeylerde etkilendiği açıktır.
Ama yukarıdaki sorunun yanıtını araştırmak için bile, en azından genel anlamda salgına karşı nasıl tepki verildiğinin bilinmesi gerekmektedir.
Avrupa Birliği’nin korona salgınına karşı verdiği tepkilerin dört ana doğrultuya sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Bunlardan birincisi, salgının yaygınlaşmasını dizginlemeye yönelik önlemlerdir. AB’ne üye olan tüm devletler bir dizi geçici kısıtlamaların uygulanmasını ortak bir yaklaşım olarak benimsemiştir. Avrupa Hastalıkları Önleme ve Kontrol Merkezi bu amaçla bir kılavuz yayınlamıştır. Avrupa Komisyonu da epidemiolog ve virologlardan oluşan bir bilimsel danışma kurulu kurarak bu sürece dahil olmuştur.
AB’nin salgına karşı ortak tutumunun ikinci boyutu ise salgına karşı mücadeleyi güçlendirmek amacıyla ilgili alanlarda kullanılmak üzere yeterli tıbbi malzemeye erişimin sağlanmasıdır. Bu nedenle kişisel koruyucu araç-gereçlerin üretimi ve tıbbi malzemelerin AB içinde ihtiyaç duyulan bölgelere dağıtımının yapılması amaçlanmaktadır.
Üçüncü olarak, AB kısa ve orta vadeli bir program eşliğinde korona virüsüne karşı tedavi amaçlı ilaçların ve uygun bir aşının geliştirilmesi için bilimsel araştırma çalışmalarına finansal destek sağlamaktadır.
Daha da önemlisi, gerek AB gerekse üye devletler korona salgınının yol açtığı sosyo-ekonomik olumsuzlukları azaltmak ve sürdürülebilir bir büyümeyi garanti altına almak amacıyla bir dizi finansal önleme başvurmaktadır. Bunlardan en önemlisi üye devletleri desteklemek amacıyla oluşturulan 540 milyar euroluk pakettir.
AB’nin korona salgınına karşı, sosyo-ekonomik istikrarını korumak amacıyla yaptıklarının yetersiz kaldığı ileri sürülüp eleştirilebilir.
Bu eleştiriler olmadan, daha doğru kararların verilemeyeceği ya da AB’nin ortak sorunlara karşı ortak tutumlar geliştiremeyeceği açıktır.
AB projesine politik-ideolojik itirazları olanların müneccimce ortaya attıkları beklentileri gerçekleşebilir mi?
Panik içinde verilen kimi tepkilere bakarak değil, AB’nin bu ortak tutumunun nasıl şekilleneceğini yaşam içinde izleyerek karar verebiliriz.