1. YAZARLAR

  2. SALAMİS TARTIŞMALARI

  3. ABD-İran Kapışması
SALAMİS TARTIŞMALARI

SALAMİS TARTIŞMALARI

Okan Dağlı - Yücel VURAL

ABD-İran Kapışması

A+A-

Okan DAĞLI- Yücel VURAL

ABD-İran çelişkisi bir anda dünya gündeminin merkezine yerleşti. ABD, İran’la savaşır mı? Her iki devlet de savaş istemediklerini ileri sürmektedir…. Ama savaş başlamadı mı?

Son bir haftalık süre içinde ABD’nin Irak’taki askerlerine ve Bağdat’taki elçilik binasına saldırılar yapıldı. ABD  ise üst düzeyli bir İran generalini öldürdü ve İran yeniden Irak’taki bazı Amerikan hedeflerine saldırdı.

Peki, iki devletin kapsamlı bir kapışması ne kadar mümkün?

İranlı generalin öldürülmesi, bu savaşın bir nedeni değil, sonucudur. Ordadoğu’nun sahip olduğu zenginliğin, yani petrolün, genellikle bu tür çatışmaları kaçınılmaz kıldığı ileri sürülür….. Bölgenin zenginliği elbette önemlidir. Ama bu kapışmayı açıklamada tam da yeterli değil. Petrol zengini olan diğer bölgelerde böyle bir kapışmanın olmadığı bir gerçeklik. İran, petrol üretimi bakımından ciddi bir potansiyele sahip. Ama bu kaynağa önemli derecede sahip olan başka devletler de var. Onlar niye savaşmıyor?

Bu nedenle bu tür kapışmaların hep Ortadoğu’da gerçekleşiyor olmasının başka bir anlamı daha olmalıdır.

1979 İran İslam Devrimi’nden önce  geleneksel otoriter, askeri ya da hakim parti rejimleri Ortadoğu’da siyaseti şekillendirmekteydi. Bir tür ‘demokrasisiz istikrar’ hakimdi. Bir de Filistin sorununun bölgesel ve uluslararası düzeyde yarattığı seferberlik  buna eklenmelidir. Petrol zengini olsun veya olmasın bölge ülkelerinin neredeyse tüm kaynakları silahlanmaya ve savaşa harcandı. Silahlanma ve radikalizm nedeniyle petrol gelirleri ne kalkınmaya ne de demokrasinin gelişimine katkı yapmadı. Demokrasiye yönelemeyen Ortadoğu Filistin sorununa hapsoldu veya hapsedildi.

İran’daki İslam Devrimi nedeniyle bölge yeni bir islami radikalleşme ve savaş dalgasıyla karşı karşıya kaldı. İlk adımda, İran’da ‘daha fazla demokrasi’ beklentisiyle siyasal islamla işbirliği yaparak islam devrimine destek veren sol ve liberal haraketler şiddet kullanılarak tasfiye edildi. Ardından, İran’da oluşturulan teokratik-otoriter rejimin bölgeye ihracatı süreci başlatıldı. İran destekli askeri-siyasi gruplar aracılığıyla bölge ülkelerinde mezhepsel bölünme ve çatışma derinleşti. Batılı demokrasilerin bu süreçte olumlu rol oynadığı söylenemez. Irak müdahaleleri ve ardından gelen ‘Arap Baharı’ bu kez de ‘Batı’nın rejim ihracatı’ şekline büründü.

Bugün, ABD-İran kapışmasını körükleyen olgunun, bölgenin doğal zenginlikleriyle birleşen bu ‘rejim ihracatı’ heveslerinin olduğu söylenebilir. Bu kapışmanın geleceği, son yaşanan gerginlikten sonra, daha çok Rusya, Irak ve Türkiye’nin vereceği tepkilerle şekillenecektir. İlk tepkiler oldukça anlamlı. Örneğin Türkiye sorunun ‘diyalog ve müzakere’ yoluyla çözümünü önermektedir. Bu yöntemin nihayet hatırlanması, Türkiye’de muhalefetin şiddet kullanımına dönük karşı çıkışlarını meşrulaştırmıştır. Bilindiği gibi Akıncı da bu tür bölgesel sorunlarda esas yöntemin ‘diyalog ve müzakere’ olduğunu hatırlattığı zaman bazıları orantısız tepki göstermişti. Şimdi mahcubiyetlerini görmemiz gerekmiyor mu?

Irak’ın tepkisi ise, bu ülkedeki bölünmenin derinleşeceği sinyallerini vermektedir. Irak parlamentosunun ülkedeki Amerikan askeri varlığını ele almak üzere yaptığı toplantıya Kürt ve Sunni kökenli milletvekilleri katılmadı. Bir ölçüde ABD, özellikleri Kürtlerin koruyucusu sıfatını kazanacak şekilde yerelleşmektedir.

Aslında bu kapışmanın yaratacağı sonuçlar, büyük oranda Rusya’nın Türkiye’yi Batı’dan koparma çabalarının  yaratacağı yeni dalgalanmalarla şekillenecektir. ABD ve Batı, rejim ihracatının fiyaskoyla sonuçlandığını herhalde anlamıştır. Bu nedenle o yönde yeni bir çaba beklenemez. Ama anlaşıldığı kadarıyla, Türkiye’nin kopuşunu kabullenmekte oldukça zorlanmaktadır.

Bu olgular Kıbrıs’ı nasıl mı etkiler? Ortadoğu’ya bakmak yeterli. Orada, güvensizliğin kışkırtılmasının diyalog ve müzakere süreçlerinden uzaklaşılmasının sonuçları apaçık durmaktadır. Bu nedenle, herhangi bir maceracılığın getireceği olumsuzlukları engellemek için, geçen haftaki yazımızda da vurguladığımız gibi, Berlin sürecine acilen dönüş yapılmasından başka bir çıkış yolumuz yoktur.

 

Bu yazı toplam 835 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar