1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Abdullah Onar’ın olağanüstü hikayeleri...
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Abdullah Onar’ın olağanüstü hikayeleri...

A+A-

Mimar Abdullah Onar’ın olağanüstü hikayelerini, kızı Anber Onar kaleme almaya başladı ve bunları Abdullah Onar için açtığı bir sosyal medya sayfasında paylaşıyor... Sosyal medyada paylaştığı bu öyküleri kitaplaştıracağını da yazıyor Anber Onar... Biz de onu bu güzel çabasından ötürü tebrik ediyoruz ve bu hikayelerden birkaç seçmeyi okurlarımız için paylaşmak istiyoruz...  Anber Onar’ın babası Abdullah Onar (nam-ı diğer Abdullah Mulla Ali) ile ilgili paylaştığı öykülerden birkaçı şöyle:

“At Kuyruğundan Keman Yayı

Yıl 1948. Yaz tatili bitmiş Abdullah Mulla Ali de yatılı olarak eğitim gördüğü İngiliz Okulu yurduna dönmüştü. Yaz boyunca hiç boş durmayan, enerjisini her fırsatta bir ürüne dönüştüren Abdullah M. Αli, bu kez de yeni bişey denemiş, onu da okula dönerken yanında getirmiş ve çok sevdiği, hep saygı ile andığı Müdür Jackson’la da bunu paylaşmıştı.

Daha dönem başıydı ve Mr. Jackson, müzik öğretmeni Vahan Bedelian ile A. M. Ali’yi odasına davet eder. Abdullah her zaman olduğu gibi jilet gibi giyinmiş, armalı ceketi ile, müdürünün talep ettiği gibi elindeki çanta ile odanın kapısını çalıp içeriye girer.

Mr. Jackson, onu süzdükten sonra gülümseyerek çantasında getirdiği enstrümanı Mr. Bedelian’a göstermesini ister. Abdullah’ın çantasından çıkardığı pırıl pırıl bir keman’ın karşısında Mr. Bedelian şaşkınca önce bir kemana sonra da müdürün gülümseyen yüzüne bakar. Deliganlı Abdullah keman ve yay’ını Bedeliana uzatır.

Keman’ın çeşitli detaylarına dikkatle bakan Bedelian, biraz sonra onu omuzuna yaslayarak tınısını hissedeceği bir parça çalar. At kuyruğundan yapılmış yay, Bedelian’ın elinde gidip gelirken Abdullah M. Ali, ağzı kulaklarında onu büyük bir dikkatle izler.

Abdullah yaz tatilinde, kendi elleriyle, köydeki kör kemanecinin kemanına bakarak,  belki de o güne kadar bir tek onun ezgilerini dinleyerek yapmış olduğu bu kemanın, Bedelian tarafından çalınacağını hiç hayal etmemişti.

İyi bir keman mastırı olarak bilinen Bedelian, çaldığı parçayı bitirdikten sonra, elindeki kemanla gencecik Abdullah’ı ve Mr Jackson’u zarif bir reverans ile selamlar.

Kemanın kusursuz formu ve en ince detayına kadar olan özenli yapımı karşısında Bedelian’ın gizleyemediği hayranlıktan, müdür çok gururlanmıştı.

Bedelian, henüz 16 yaşlarında ya var ya yok olan Abdullah’ın A’sından Z’sine şekillendirdiği kemanı bir de kendisinin çalmasını ister. Formal müzik eğitimi olmayan Abdullah, utansa da, cesaretini toplayıp Bedelian’a folklorik bir parça çalar. O anda Abdullah’ın mükemmel bir kulağı olduğuna, çok da hayret etmeden tanık olan Bedelian, onu bir kez daha tebrik eder.

Bedelian karşısında gördüğü  bu yetenekli çocuktan o kadar etkilenmiş ve onu yüreklendirmek istemişti ki, aslında kemanın ahşabının İsveç değil Akçaağaçtan olması gerektiğini ona çok sonraları söyleyecekti.

Abdullah M. Ali, küçüklükten çaldığı, santur veya flüt gibi, kemanını ya kendi yalnızlığında veya arkadaşlarıyla bir araya geldiği zaman çalmayı severdi.

*Abdullah M. Ali kemanı uzun yıllar kendisi ve dostları tarafından kullanılmıştır. Eşi Aysan Onar bu kemanın varlığına, 1960’larda tanıklık etmiş ancak şimdilerde bu keman kayıptır.

 

Kargalar gak gak

Yıl 1943. Henüz yağmur düşmemiş bir Eylül günüydü… etraf tozlu, İngiliz Okulu’nda spor sahalarında farklı farklı alanlarda erkek öğrenciler kâh koşuyor, kâh hokey oynuyor, kâh top atıyor… İngiliz Okulu Lefkoşa’nın Strovolos semtinde idi ve o yıllarda sadece erkeklerin gittiği bir okuldu.

Kaleburnu’ndan 7 Türk öğrenci İngiliz Okulu sınavlarını geçmiş ve okula kayıt olmuşlardı. Abdullah Mulla Ali de onlardan biriydi ve 6 yılın sonunda, bu yedi öğrenciden tek mezun olacak çocuk da oydu.

İngiliz Okulu’nun geneli Rum ve Türk öğrencilerden oluşsa da, Kıbrıslı’ların yapısı içerisinde yer alan Maronit, Ermeni, Yahudi ve tek tük de İngiliz öğrenci de vardı. Öğrencilerin özgeçmişleri, etnik durumları, dinleri ne olursa olsun, hepsinin kesiştiği ortak nokta ise okulun resmi dili olan İngilizce idi. İngiliz Okulu, öğrencilerini sınavla seçerek aldığı için, okul şartları yüksek motivasyonu olan öğrencilere göre hazırlanmıştı. Akademik alanlara verilen önem, sanat ve spor dallarında da aynen vurgulanmaktaydı. Öğrenci herhangi bir alanda başarı gösterdiği zaman onun daha başarılı olabilmesi için teşvik sonsuzdu.

Çocukluğunun ilk 12 yılını yoğun olarak köyde geçiren Abdullah M. Ali bu süre içerisinde birçok beceri yanında çok da anılar biriktirmiş. Bu dönemde dağlardaki killi kayalardan ürettiği heykelcikler dışında, iyi bir balık avcısı ve ayni zamanda da sağlam bir karga kovalayıcısıymış da —kendisi bunu anlatırken, yüzünde bir tebessüm ve sessiz bir kahkahayı bile duyabiliyorsunuz— ailesine ait bahçelerde meyveleri kargalardan korumak için boş zamanını en çok da kargalara taş fırlatarak geçirirmiş.

İşte bu kulağa çok komik gelen ‘karga kovalayıcılığı’  bir gün onun çok da işine gelmiş:

‘’Wow bu da ne! bu top nereden geldi? kim fırlattı?’’ öğrenciler bir taraftan alkışlarken, spor hocası Mr. Brown durumu tespit etmeye çalışıyordu.

Mr. Brown o gün, Throwing the Cricket Ball’da antreman yapan, sporcuların fırlattıkları topları geri atması için, henüz daha 1. sınıf olan küçük Abdullah’ı, sahanın gerisinde biriken topları atması için görevlendirmiş. Ancak oyunun enerjisi içinde, Abdullah topları toplayıp geri fırlatmaya başlamasıyla oluşan başka bir durum da hasıl olmuş.  Oyundaki sporcular, onun uzun mesafelerden geri attığı topların güçlü bir şekilde sahaya gelmesine tezahürat yapmaya başlamış:

‘’Bravo Mulla Ali’’

“here, here… woooooww”

çığlıklar arasında koşuyor topları topluyormuş…

ama kendisine neden bu kadar tezahürat yaptıklarına da tam bir anlam veremiyormuş.

Mulla Ali o yıldan başlayarak İngiliz Okulu hayatı boyunca, birçok spor dalındaki yarışmanın yanında, takımlara kaptanlık yapacak, madalyalar alacak ve Throwing the Cricket Ball dalında uzun süreler başka sporcuların kıramayacağı rekorları da kıracaktı.

Belki kurmaca belki gerçek, ama kendisi her zaman, kolunun bu kadar güçlü olmasını köyde karga kovalamasına borçlu olduğunu söylerdi.

 

Rekora Doğru

Yıl 1960. Abdullah Mulla Ali’nin İngiliz Okulu mezuniyetinden 11 yıl sonraydı.

“Ama çok da hoşuma giderdi o şu İngiliz devrinde spor faaliyetlerine büyük önem verillerdi. Bilin ya babacığım ben da sizi hep teşvik ederdim çocukken spor yapasınız diye.

Neysa anlatayım sana nolduydu bir gün:

Annennan yeni evliydik ya da nikahlıydık daha, tam da emin değilim yani. Neysa, duydum ki Amerikan akademisinde okullararası müsabakalar var o gün, hade gel gidelim dedim annene, İngiliz Okulu da yarışacak. Annen da gabul etti. E o da severdi spor yapmayı okuldayken. Bilin ya o da volleybolcuydu Viktorya Lisesi’nde.

Neysa gittik biz Larnaka’ya… Dürbünlerde müsabakaları iyi görebileceğimiz bir yer bulduk gendimize, oturduk. Yarışmalar da başladıydı zaten… 100m’yi gaçırdık diye çok da maraz ettim hatta. Neysa goyulduk tağgıp etmeye hele da İngiliz okulunun  gazandığı yarışlarda… peh duramazdım yerimde. Vallahi o gün taa gençliğime gittim. Hele da Throwing the Cricket Ball yarışına gelince… O gün oraya gittiğimde beni tanıyan hocalar, arkadaşlar da buldum. Bir tanesi bana dedi ki, bu dalda benim rekorumu hala kimse gırmamış… inanamadım be babacığım, yani 11 yıl geçtiydi üstünden…

E biz da artık o heyecannan, bu yarışı sonuna gadar seyretmeye goyulduk annennnan. Bu arada sporu tarif ederim annene, onnar (annenler) bilmezlerdi bu dalı, sporcular da yarışır… ben da tağgıp da ederim ama bir iki danenin dışında öyle çok fazla iyi atan da yok. Annene dedim “daha çok yıllar bu rekor benim galacak galiba.”

Ben tam da öyle sanırken, bir çocuk geldi aldı pozisyonunu ve o topu bir fırlattı… e işte o zaman ben da dedim bu rekordur. Sahada bir heyecan millet tezahürat eder alkışlar… arkasına anonslar… ve rekorum gırılmış… o gadar seneden sonra ilk kez gittim okula ve bu oldu… bir çocuk benim rekoru gırdı… vallahi bardon…

Neysa, madalyası verilirken usulen bir önceki rekor sahibi “Abdullah M. Ali” da anons edildi… E çok başga bir heyecandı tabii. Orada beni tanıyanlar yanıma gelip benimle tokalaştılar da.’’ (tatlı nostaljik bir gülümseme ile hikayeyi bitiriyor ama ela hareli çakır gözlerinde hâlâ o gün duyduğu heyecanının ışıltısını görebiliyorum)

 

Olgun Deliganlılar

Kasım ayıydı (2016) Babamın İngiliz Okulu’ndan sınıf arkadaşı Samuel Giragosian ve eşi Toula bizi ailece evlerine yemeğe davet etmişlerdi. Ablamlar İngiltere’de, eşim Johann da Ankara’da olduğu için annem ve babama ben eşlik etmiştim.

2003’te sınırlar açıldığından beri Mr Giragosian ve babam birbirlerini bulmuşlar ve ara sıra görüşmeye başlamışlardı bile. Hatta İngiliz Okulu’nun arada yaptığı bazı yemek ve toplantılara da birlikte katılıyorlardı o günden beri.

Evleri Güney Lefkoşa’da, o zamanların modern bir evi, Mr Giragosian şimdi emekli, ancak o yıllarda (2. Dünya Savaşı) İngiliz Okulu mezunlarının birçoğu gibi o da devlette mühendis olarak çalışmaya başlamış ve üniversiteye gitmemiş. Eşi ise kendi kendini yetiştirmiş, el becerisi olan dikiş nakış yaparak moda şovları bile düzenlemiş bir tasarımcı ev hanımı. Bizden başka babamın bir diğer sınıf arkadaşı olan Dino ve eşi Iro de var davette. Dino ise başarılı bir iş adamı olmuş geçen zaman zarfında.

Babam ve diğer iki arkadaşıyla bir sürü şey konuşuyoruz. Genelde İngilizce olan dil onların arasında zaman zaman her Rumcaya kaydığında ben anlamadığımı hatırlatıyorum ve dil tekrar İngilizceye dönüyor. Babamın Rumcası mükemmel olduğu halde ben de konuşulanı anlayayım diye İngilizce devam ediyor.

Eski resimler ortaya çıkıyor kâh gülüyorlar kâh bana babamla ilgili okul zamanlarından bir şeyler anlatıyorlar. Bazı anlatılanlar önceden bildiğim şeyler, ama detaylarda birçok yenilikler de yakalıyorum. Annem ve diğer eşler uyumluluk gösteriyorlar, birçok hikâyeyi daha önce kim bilir kaç kez dinlemişlerdir. Ama ben babamın bana anlattığı birçok şeyi teyit edercesine ilgiyle dinliyorum.

Always remember ve unutmam sporlarda ne kadar iyi olduğunu… hele hele Throwing The Cricket Ball da efsaneydin.

Sam’ın bu söylediğine babam mutlu mutlu gülüyor… ama elini pee geçti bunlar dercesine hafifçe de sallıyor.

Ama hangi grubun kaptanıydın unuttum…

Kitchener

Evet evet… those were the days…

Hatırlar mısın Sam? Sen beni yıllar sonra İngiliz Okulu’nda Müdürün odasına götürmüştün?

Evet tabii, e dur kızına da söyleyeyim… Yaa Amber, orada babanın öğrenciyken yaptığı heykelleri vardı ve hâlâ müdürün odasındaki şöminenin üzerinde duruyorlardı. Hatırlar mısın sen de Abdulla?..

Tabii tabii!

Vay vay acaba hala orada mılar?

Bilmem be babacığım ama son bir ziyarete gitmiştik ve Müdür Odası renövasyonda olduğu için boşaltılmıştı. Tekrar naptılar bilmem.

E gidelim gene baba ben onları görmeyi çok isterim. Hatırlar mısın heykellerini?

Hepsini değil ama bir tanesi Disk atan sporcuydu (gülmeler)

Baban çok heykeller yapardı, el işleri, sanatı çok iyiydi.

Doğrudur. Hatırlarım, müdür Jackson ilk kez atölyenin anahtarını bir öğrenci olarak bana vermişti ve mezun olana kadar atölyeden ben sorumlu olmuştum.

Oh yes

Ne dersin Sam gidelim bir gün yine?

Yes hade onu birgün yapalım. Amber da gelsin bizimle.

Bayıldım bu teklife.

Onları biraz rahat bırakıyorum ki Rumca olarak rahat rahat konuşabilsinler. Arada nasıl olmasa bana İngilizce seslenip bişeyler söyleyeceklerdir…

Üç eski okul arkadaşı bir koltukta oturmuşlar eski albümlere bakarken onları izliyorum. Hepsi de İngiliz dönem terbiyesi görmüş, şık giyimli, saygıdeğer insanlar. Bu kadar yıl uzak kalmalarına rağmen dostlukları hiç eskimemiş, sevecenlikleri ve birbirlerine olan hem saygı hem hayranlıkları aynen devam etmekte.

Türk, Ermeni, Rum. Dillerinden, misafirperverliklerine, kültür birikimlerinden, ortak geçmişlerine… Yaşlarını almış olgun deliganlıların her detayı Kıbrıs...”

111-006.jpg

DEVAM EDECEK

Bu yazı toplam 1547 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar