“Acıdan umuda” sergisinden notlar… (3)
Kıbrıs’ta ortak acılarımızdan hareketle ortak bir umut yaratmaya doğru oluşturduğumuz “Acıdan Umuda” başlıklı sergiyi nasıl hazırladık? 11 yıl önce hazırladığımız “Gerçeğin Rengi” başlıklı serginin bir devamı gibi “Acıdan Umuda” sergisi… O sergi sürecinde neler yaşadık? Bu sergi sürecinde rol oynayan neler vardı? Tüm bunları insani bir girişim olarak tümüyle gönüllü biçimde nasıl kotardık? Nelere dikkat ettik? Nasıl çalıştık? Bu sergiye ve öncesine dair notlarımı okurlarımla paylaşmak istiyorum… Notlarımın devamı şöyle:
Bu serginin açılışında yaptığım konuşmada verdiğim mesaj çok açık… Açılışta özetle şöyle diyorum:
“Bu akşam acı ve insaniyet nedeniyle buradayız…
Kötülükler ve iyilikler nedeniyle buradayız…
Karanlık, nefret ve sevgi nedeniyle buradayız…
Buradayız çünkü geleceğe inanıyoruz ve geçmişten daha iyi olabileceğimize, geleceğimiz için anahtar olan empati ve anlayışı başarabileceğimize inanıyoruz.
Bu sergi, bir “kayıp” yakınının isteği üzerine gerçekleşti. EOKA-B’ciler Dohni ve Zigi’den iki otobüs dolusu Kıbrıslıtürk’ü alıp götürdüklerinde ve onları öldürdüklerinde, aralarında Yıldan Sedef Gülakdeniz’in iki kardeşçiği de vardı… Yıldan Hanım, bir Kıbrıslırum seramik sanatçısıyla ortak bir sergi açmak istedi… “Kayıp” edilen iki kardeşinden birinin kalıntıları bir toplu mezarda bulunurken, diğer kardeşi Yüksel Hamza bulunamadı. 1974’ten beridir “kayıp”tır.
“Kayıp şahıslar”ın acısı, tek bir topluma özgü bir acı değildir – adamızda her iki toplumun paylaştığı bir acıdır bu. Gerek 1963-64 çatışmalarında, gerekse 1974 savaşında hem Kıbrıslıtürkler, hem de Kıbrıslırumlar büyük acılar çektiler. Yıldan gibi kayıp yakınlarının acısı, “Türk acısı” değildir, bir Kıbrıslırum kayıp yakınının acısı da “Rum acısı” değildir – bu acı, İNSAN ACISIDIR ve tüm dünyada aynı acılar mevcuttur. Bu acıyı paylaşabiliriz ve gelecekte böyle acılar yaşanmasın diye yöntemler bulabiliriz. Bu acıyı alıp onu umuda dönüştürebiliriz, tıpkı bu sergide yer alan sanatçılarımızın yaptığı gibi…
Buradayız çünkü bu sergide, Stavros Poyrazis, Cengiz Ratip, Alpay Topuz ve Dr. Kostas Hacıgagu gibi sade Kıbrıslılar’ın insaniyetini sergiliyoruz…
Onlar bize, bir savaş olsa dahi, çatışma da olsa, koşullar çok sert olsa da, hala insan olarak kalabileceğinizi, ille de kendi toplumunuzdan olmayan, “öteki” toplumdan insanları koruyabileceğinizi gösterdiler… Dr. Derviş Özer, bu heykelleri, Kıbrıs’ta insanlığa bir övgü olarak yarattı, umuda bir övgü, bu adada barış ve yeniden uzlaşmaya bir övgü olarak yarattı. Bu adada varolan insaniyetin parlak örnekleridir onlar ve gelecek kuşaklar için bu insaniyeti teşvik etmeli ve onore etmeliyiz…
Stroncilo köyünün muhtarı olan Stavros Poyrazis, hem 1963’te, hem de 1974’te köylüsü Kıbrıslıtürkler’i korumuş, onları öldürülmekten kurtarmıştı. Ne yazık ki 1974’te köyünden alınarak başkalarıyla birlikte öldürülmüş ve “kayıp” edilmişti. Ta ki kalıntıları bir toplu mezarda bulunup ailesine defin için verilinceye kadar… Işıklarda olsun…
Benzer şekilde, Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Milletvekili olan Cengiz Ratip de bazı Kıbrıslıtürkler tarafından Dillirga bölgesinde kaçırılan bir otobüs dolusu Kıbrıslırum öğrencinin hayatını kurtarmıştı. Gidip pazarlık etmiş ve onların serbest bırakılmasını sağlamıştı. Ne yazık ki, tıpkı Poyrazis gibi, o da katledilmiştir ve 1964’ten beridir hala “kayıp”tır.
Dr. Kostas Hacıgagu, 1974’te savaşta yaralanan Kıbrıslıtürkler’i tedavi etmişti, zaten Kıbrıslıtürk toplumunda iyi tanınıyor ve büyük saygı görüyordu, onları yıllarca tedavi etmiş ve çoğundan para dahi almamıştı. 1974’te tedavisi altında olan Kıbrıslıtürk hastaları öldürmeye gelen EOKA-B’cilere engel olmuş ve binaya girmelerine izin vermemiştir.
Geçen hafta kaybettiğimiz Alpay Topuz ise 1974’te savaş esirlerinin tutulduğu Voni Kampı’nda tecavüzleri durduran kişiydi… Bazı Kıbrıslıtürkler’in bu kamptaki bazı Kıbrıslırum erkekleri öldürmelerini, Kıbrıslırum kadınlara tecavüz etmelerini Alpay Topuz durdurmuştu. Kamptaki bebeklere süt bulmuş, çocuklara oyuncaklar götürmüş ve 600’den fazla savaş esirine insanca davranılmasını güvence altına almıştı.
Bu sergide onların heykellerini göreceksiniz. Onların insaniyetini onore ediyoruz ve bu adanın geleceği için umudu bu insaniyetin sağladığının altını çiziyoruz. Tümü de ışıklarda olsun ve bu adada barış ve yeniden uzlaşma için yolumuzu aydınlatmaya devam etsinler…”,
Derviş Özer ve Başaran Düzgün, Alpay Topuz'un kardeşi Celal ve evlatları ile sergide...
PALEKİTİRE’DE BİR TOPLU MEZARDAN ÇIKARILAN FUL KÜPELER…
Serginin esas resimlerinden birini, ressam Nilgün Güney çizdi… Bu resmi, serginin afişinde de kullandı… Nilgün Güney’in bu resmi “Palekitire katliamından geride kalanlar” başlığını taşıyor… Bu resimde, Palekitre’de kazılan toplu mezardan çıkarılanlar var… Resmin ön planında evlatları ve akrabalarıyla birlikte 1974’te Palekitire’de (Balıkesir) öldürülen Aredi Suppuris’in ful küpeleri görülüyor… Resimde görülen düğmeler de bu toplu mezardan çıkarılan onun giysisinden düğmecikler…
2012’de Aredi’nin oğlu Petros Suppuris’in evini Nilgün Güney ve diğer ressamlarla birlikte ziyaret ettiydik – Petros’un annesi ve kardeşleri öldürüldüydü bu katliamda, beş aile bireyini kaybettiydi 1974 Palekitire katliamında Petros. Kendisi de vurulmuş ve öldü diye bırakılmıştı…
Bu katliam nasıl meydana gelmişti? Bu konuyu çok araştırdım ve çok kereler yazdım. Bilmeyen okurlarımız için hatırlatma yapmak istiyorum…
Abohor ve Mora’dan üç veya dört Kıbrıslıtürk, Palekitire’ye ganimete gitmişlerdi 1974’te… Önce Petros Suppuris’in dedesinin süt sağma makinesini çalmışlar ve bu makineyi Abohor’a götürmüşlerdi… Bu süt sağma makinesi bölgede yeni birşeydi… Ertesi günü aynı kişiler gene ganimete giderek bu kez Petros’un dedesinden para istemişlerdi. Petros’un dedesi de ne kadar parası varsa, bunlara vermişti. Bu arada Suppurisler’in evinde Suppuris ve Liasi ailelerinin toplandığını, aralarında kadınların da olduğunu görmüşlerdi. Bir kez daha Suppurisler’in evine giderek bu kez kadınlara tecavüz etmişler ve toplam 17 Kıbrıslırum’u – tümü de neredeyse kadınlar ve çocuklardan oluşuyordu – öldürmüşler ve 10 yaşındaki Petros’u, 13-14 yaşlarındaki George Liasi’yi, George Liasi’nin ablası Yanulla’yı yaralamışlar ve öldü sanarak bırakmışlardı. Petros’un küçük kardeşi Kostas da saklanarak bu katliamdan yara almadan kurtulmuştu. Sonuçta Petros Suppuris, kardeşçiği Kostas Suppuris, George Liasi ve ablası Yanulla hayatta kalmayı başarmışlardı. Petros, George ve Yanulla yaralıydı…
Petros Suppuris, evini ziyaretimizde, daha önce de belirttiğim gibi toplu mezardan çıkarılan ailesinin üstünden çıkan şeyleri içeren tahta kutuları açarak bunları ressamlarımıza göstermişti. Aralarında annesi Aredi’nin ful küpeleri de vardı… Ressamlarımız bunların resimlerini çekmişti… Bunlardan etkilenerek resimlerini çizecekler ve “Gerçeğin Rengi” resim sergisinde bu resimler sergilenecekti. Bu sergi için hazırlanan resimlerin bazıları da Eda Gökçe, Aydan Lisaniler ve Nilgün Güney tarafından Palekitre Kulübü’nde 2019’da düzenlenen bir törenle kulübe bağışlanacaktı…
Petros Suppuris’in evini ziyaret ettiğimiz gün, ressam ve grafik sanatçısı arkadaşımız Nilgün Güney de resimler çekmişti… Böylece 2012’de çektiği bu resimlerden ve yaptığımız “kayıplar” ve “toplu mezarlar”la ilgili çalışmalardan hareketle, “Palekitre Katliamından Geride Kalanlar” başlıklı tablosunu yaratacaktı…
Petros eşi Eleni’yle birlikte sergimizin açılışına geldi ve ressam Nilgün Güney’le bu tablo hakkında sohbet ettiler…
Derviş Özer, Evi Hacıgagu, Stavros Stavru, Mustafa Kemal Gökeri ve Birtan Gökeri'yle sergide...
SERAMİKLER VE HEYKELLER…
“Acıdan Umuda” başlıklı sergimizde Fotos Dimitriu, Yıldan Sedef Gülakdeniz ve Vassos Dimitriu’nun seramikleri de yer aldı… Yıldan, Dohni’den ayrıldığı zaman 1974’te “kayıp” edilen kardeşleri Yüksek ve Ahmet Hamza’nın giysilerini koyduğu bavullardan hareketle seramik eserini hazırladı… Kardeşi Ahmet Hamza’dan geride kalanlar Kayıplar Komitesi’nin Pareklişa’daki toplu mezar kazılarında bulunup kimliklendirildi ve defnedilmek üzere Yıldan Sedef Gülakdeniz’e küçük bir tabutta verildi. Ancak sevgili kardeşi Yüksel Hamza, toplu mezar kazılarında bulunamadı ve hala “kayıp”tır… Yıldan Sedef Gülakdeniz, seramik eserinde bavulların yanına ve içine “kayıp” kardeşinin fotoğraflarını koydu ve yere de “kayıp” kardeşinin beyaz gömleğini yaydı… O hala, kardeşinden bir haber bekliyor… Bilenler konuşsun ve kardeşinin akıbeti hakkında bilgi alabilsin istiyor…
Sergide dört tane de heykelimiz var: Bu heykelleri Dr. Derviş Özer yaptı. Yine gönüllülük esasına göre, tüm masraflarını kendi cebinden karşılayarak yaptı bunları Dr. Derviş Özer çünkü yaptığı şeye inanıyor – insaniyetin Kıbrıs’ta kazanmasını istiyor…
Bu dört heykel, Cengiz Ratip, Stavros Poyrazis, Alpay Topuz ve Dr. Kostas Hacıgagu’nun heykelleridir. Cengiz Ratip, 1963’te bir otobüs dolusu Kıbrıslırum öğrenci, Dillirga’da bazı Kıbrıslıtürkler tarafından kaçırıldığı zaman gidip onların hayatını kurtarmıştı. 14 Şubat 1964’te “kayıp” edildi ve hala “kayıp”tır. Kıbrıs Cumhuriyeti Temsilciler Meclisi’nde Milletvekili idi. Kıbrıs’ın tek “kayıp” milletvekili odur.
Serginin açılışına sevgili oğlucukları Mustafa Kemal Gökeri ve Birtan Gökeri de geldiler. Babalarının heykelini yapan Dr. Derviş Özer’le kucaklaştılar… Birlike resim çektiler… Çok duygulandırıcı bir andı bu…
Aynı şekilde Voni savaş esirleri kampında 1974’te Kıbrıslırumlar’ı koruyan, tecavüzleri durduran ve geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Alpay Topuz’un oğlucukları Ahmet ve Hasan Topuz ile kardeşi Celal Topuz da sergimizin açılışına geldiler. Onlar da Dr. Derviş Özer ile birlikte resim çektirdiler, babalarının heykeli önünde… Dr. Derviş Özer, aynı köyden, Abohor’dan Alpay Topuz’u çok iyi tanıyordu, onun anlattıklarını da pek çok öyküsünde kaleme aldı… Ve onun insaniyetinin unutulmaması için bir heykelini yaptı… Keşke Alpay Topuz da bu sergide aramızda olabilseydi… Sergi açılmadan kısa süre önce hayatını kaybetti, nur içinde yatsın…
Çok duygulandırıcı bir diğer an da Stavros Poyrazis’in torunu Stavros Stavru’nun Dr. Derviş Özer’le kucaklaştığı andı… Stavros Poyrazis, Stroncilo’nun muhtarıydı ve hem 1963’te, hem de 1974’te köylüsü Kıbrıslıtürkler’in hayatlarını kurtarmış, onları öldürülmekten kurtarmış ve korumuştu. Ancak 1974’te bazı kendini bilmez Kıbrıslıtürkler tarafından öldürülüp “kayıp edildi. Bunlar Sinde’den bazı Kıbrıslıtürkler’di ve yanlarına bazı Stroncilolu Kıbrıslıtürkler’i de alarak Poyrazis ve köyden başka Kıbrıslırumlar’ı alıp öldürdüler, onları “kayıp” ettiler. Okurlarımızın yardımlarıyla bu “kayıplar”ın toplu mezarı bulundu ve biz de Stavros Poyrazis’in cenaze törenine katılmıştık… Poyrazis’in torunu Stavros Stavru’nun sergimize gelip dedesinin heykeli önünde Dr. Derviş Özer’le resim çektirmesi, herkesi duygulandırdı…
Sergimize gelen bir diğer kişi ise Dr. Kostas Hacıgagu’nun kızı Evi Hacıgagu oldu… Evi Hacıgagu, eşiyle birlikte sergimize geldi, Dr. Derviş Özer’le kucaklaştı ve babasının heykeli önünde resim çektirdiler… Bu duygulu anlar, hepimizin gözlerini yaşarttı…
Dr. Kostas Hacıgagu’yu Kıbrıs’ta tanımayan yoktu – o, hayat kurtaran, hastaları tedavi eden, bir ortopedist olarak pek çok kişinin kırık kolunu, kırık bacağını ücretsiz tedavi etmiş bir hekimdi… Çok sevilen, çok sayılan bir kişiydi. 1974’te savaşın ortasında dahi savaşta yaralanmış olan Kıbıslıtürkler’i tedavi etti ve onları öldürmeye gelen EOKA-B’ci Kıbrıslırumlar’ın hastalarına dokanmasına asla izin vermedi. Dr. Derviş Özer’in annesi de 1974’te savaşta yaralanmıştı ve Dr. Hacıgagu, onu da tedavi etmişti…
Tümü de yolumuza ışık saçmaya devam etsin… Onları ölümsüzleştiren Dr. Derviş Özer’e de yürekten teşekkürler…