1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Açıklama Krizi ve Türkiye ile İlişkilerimiz
Açıklama Krizi ve Türkiye ile İlişkilerimiz

Açıklama Krizi ve Türkiye ile İlişkilerimiz

"...eşitler ilişkisini savunmak “anti-Türkiye” bir yaklaşım değil, daha ziyade Ankara-Lefkoşa ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtma çabasıdır. "

A+A-

 

Şevki Kıralp
[email protected]

Bu yazıda en çok üzerinde durulacak olan kavram “Türkiye ile eşitler ilişkisi” kavramıdır. Eşitler ilişkisinin temel gereği, Kıbrıslı Türkler ile Ankara arasında Kıbrıslı Türkleri ilgilendiren konularda görüş ayrılığı varsa, bu konularda son kararı Kıbrıslı Türklerin vermesidir.  Bu siyaset tarzına karşı çıkan ya da şüpheyle yaklaşan çevreler, bu siyaset tarzını benimseyen çevreleri “Türkiye’yi istememek” ile suçlasalar da işin aslı böyle değildir. Bu siyaset tarzını benimseyenler Türkiye’yi aradaki ilişkilerin iki eşit özne düzeyinde olacağı bir dost olarak istemektedirler. Teknik detaylara bakacak olursak Merkez Bankası, GKK ve Sivil Savunma gibi KKTC kurumlarının başına KKTC vatandaşlarının atanması “eşitler ilişkisi” ile ilgilidir. Hükümetlerin iş dünyasından ülke ihtiyaçları doğrultusunda Türkiye’ye olan ekonomik bağımlılığın azalmasına yardımcı olacak şekilde vergi toplayacakları bir nizam koyup uygulamalarını talep etmek yine “eşitler ilişkisi” ile ilgilidir. Ve elbette, Ankara’nın KKTC’deki hükümetlerde, seçimlerde ya da kurultaylarda bazı yöneticilere karşı “istenen şahıs” ya da “istenmeyen şahıs” tavrı benimsemesine, Kıbrıs Türk toplumu içerisinde bazı kesimleri “makul” bazı kesimleri de “gafil” ya da “hain” olarak işaret etmesine karşı çıkmak da eşitler ilişkisinin gereğidir. Kısacası, eşitler ilişkisini savunmak “anti-Türkiye” bir yaklaşım değil, daha ziyade Ankara-Lefkoşa ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtma çabasıdır.

Son günlerde hem iç siyasetimizde, hem de Ankara ile KKTC Cumhurbaşkanlığı arasındaki ilişkilerde tansiyon yükseldi. Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın Türkiye’nin Suriye’deki askerî operasyonu hakkında yaptığı açıklamaya çeşitli tepkiler geldi. Bunun yanında, BM Genel Sekreteri ve iki lider 25 Kasım’da Berlin’de bir araya gelmeyi kararlaştırmışken hükümetin büyük ortağı UBP “Akıncı halkı temsil etmiyor, Berlin’e gitmesin” çağrısı yapıyor. Bunun yanında, Cumhurbaşkanı Akıncı’nın görev süresi boyunca hem Türkiye ile eşitler ilişkisi kurmaya dönük hassasiyeti, hem de Ankara ile görüş ayrılığı varsa kendi görüşünü ortaya koymaktan çekinmeyen siyaset tarzı Kıbrıs Rum tarafında gelenek haline gelen bazı propaganları sarsıntıya uğrattı. Ana-akım Kıbrıs Rum siyasetinde ve ana-akım Kıbrıs Rum medyasında çok sayıda aktör yıllardır “Kıbrıslı Türkler Ankara ne derse onu yaparlar” şeklinde bir propaganda yürütmekteydiler. Kıbrıs Rum tarafındaki bu propaganda, Kıbrıs Türk toplum liderlerinin Ankara’dan “talimat aldıklarını” ve ona göre hareket ettiklerini ileri sürmekteydi. Hatta güneydeki bu siyasal aktörler ve medya aktörleri Kıbrıs Rum tarafının müzakerelerde siyasal eşitlikle ilgili bazı konularda (özellikle kurullara etkin katılım) ayak sürümesini “Kıbrıslı Türkler Ankara’dan talimat alıp karar vermemizi engelleyecekler, devleti Türkiye ele geçirecek” diyerek meşrulaştırmaya kalkıyorlardı. Bu açıdan bakılınca, Cumhurbaşkanı Akıncı’nın siyaset tarzının güney Kıbrıs’ta Kıbrıs Türk toplumunu “iradesiz topluluk” olarak yansıtmaya çalışan bu çevrelerin argümanlarını bir ölçüde sıkıntıya soktuğunu ifade etmek mümkün. Her şeyden önce, Türk tarafının Crans Montana’dan sonra federal teze bağlı kalması Akıncı sayesinde gerçekleşti. TC hükümeti “masada başka modeller de olsun” derken Akıncı federasyon harici bir modele kapı açmadı ve Kıbrıs Rum tarafındaki “Ankara söyler, Kıbrıslı Türkler yapar” propagandasının en azından kendisi için geçerli olmadığını ortaya koydu.

Gelelim Akıncı’nın siyaset tarzının kuzey Kıbrıs’ta yarattığı “sıkıntıya”. Türkiye’nin Suriye’deki harekâtı başladığı zaman Cumhurbaşkanı Akıncı ilk birkaç gün açıklama yapmamıştı. Akıncı’nın genel dünya görüşünün TC  hükümetininkinden farklı olduğunu ve Ankara’dan farklı düşünüyorsa bunu açıkça ortaya koyabilecek olgunluğu taşıdığını bilen bazı çevreler “kaçmaz bir fırsat” yakaladıklarını düşündüler. Çünkü Cumhurbaşkanı Akıncı’nın Türkiye hükümeti ve Türkiye kamuoyu nezdinde sorun yaşaması onlar için paha biçilmezdi. Önce durmadan “açıklama yapmadı” diyerek Cumhurbaşkanı’nın üzerine gittiler, açıklamasını yaptığı andan itibarense hiç vakit kaybetmeden saldırıya geçtiler. Bu süreçte “açıklama yapmadın” diyerek Cumhurbaşkanı’nın sürekli üzerine giden ve açıklaması sonrasında ağız birliğiyle saldıran figürlere baktığımız zaman, tamamının milliyetçi-muhafazakâr figürler olmadığı aşikar. Aralarında “demokrat”, “liberal” ya da “barışsever” bilinen figürler de vardı. Açıklamanın ardından Cumhurbaşkanı Akıncı’ya sosyal medya üzerinden suç niteliğinde küfürler yağmaya başladı. Türkiye Cumhuriyeti’nin üst düzey yetkilileri ve bazı siyasal aktörleri Akıncı’nın açıklamasına tepki gösterdiler. Burada ise hem Başbakan hem de Başbakan Yardımcısı, Cumhurbaşkanı Akıncı’yı derhal suçlayıcı bir dille eleştirdiler. Cumhurbaşkanı Akıncı’nın açıklamasını okuduğumuz zaman o açıklamada Türkiye Cumhuriyeti’ne, makamlarına, kurumlarına ya da Suriye’deki harekâtına dair hiçbir hakaret, hiçbir saygısızlık olmadığı son derece net. Cumhurbaşkanı o açıklamada harfiyen “kanımca Türkiye ile Suriye arasında en erken zamanda ilişkilerin yeniden tesis edilmesinin büyük yararı olacaktır” diye yazmış olmasına rağmen buna Türkiye’den verilen bazı tepkiler “bakın Akıncı Türkiye Cumhuriyeti’ni terör örgütleriyle diyaloğa davet ediyor” şeklinde oldu.

İlerleyen günlerde UBP Parti Meclisi toplandı ve Cumhurbaşkanı Akıncı’ya “Artık halkı temsil edemezsin, görüşmelere katılamazsın” çağrısında bulundu. Eski Cumhurbaşkanı ve CTP eski lideri Mehmet Ali Talat ise bu tartışmalara “Bazıları Türkiye’ye laf söyleyen bir Cumhurbaşkanı istiyor, ben çözümü koparabilecek bir Cumhurbaşkanı istiyorum” şeklindeki sözleriyle taraf oldu. Mehmet Ali Talat’ın bu tutumu kendisinin de bir parçası olduğu sol yelpazeden bazı eleştiriler aldı. Ancak, UBP yöneticilerinin tavrı da “Eh işte UBP bildiğimiz UBP” denebilecek kadar basit değil. Üzerinde düşünülmesi lazım. Bir kere, Cumhurbaşkanı Akıncı’nın siyaset tarzını “Türkiye’ye laf söylemek” değil, Kıbrıs Türk toplumunun ciddi bir kısmının özlemi olan Türkiye ile eşitler ilişkisi kurulmasına hassasiyet göstermek şeklinde tanımlamak gerekir. Kıbrıslı Türklerin ve seçtikleri siyasal temsilcilerin, kendi siyasal gelecekleriyle ilgili kararları kendileri verebilmesi için Türkiye ile eşitler ilişkisi kurulması şarttır. UBP yöneticileri açısındansa, Ankara-Lefkoşa ilişkilerinde eşitlik ilkesine aykırı hareket edilmesinin ne kadar ciddi sonuçlar yarattığını eski Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu görevdeyken yaşanan Büyükelçi atama kriziyle ve Türkiye hükümetinin UBP kurultayında alenen taraf olmasıyla en iyi UBP yöneticileri görmüştü. Bugün görmezlikten geliyorlar, Cumhurbaşkanı Akıncı’ya saldırıp duruyorlar. Tabiî bu noktada şöyle bir gerçek de göze batmaktadır. UBP yöneticilerinin geleneğinde federalist ve sol kesimleri Türkiye’ye ve Türklüğe “sadakatsizlik” ile suçlayarak hedef göstermek vardır ve bundan dolayı pek çok insanın vicdanı o gün Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun yanında olmaya elvermemiştir. Fakat, toplumdaki çoğu kesimin bu konuda bir özeleştiriye ihtiyacı olduğu aşikar. O gün Derviş Eroğlu Ankara karşısında büyük ölçüde yalnız bırakılmıştı. Ankara’ya hiç değilse “Lütfen partilerimizin kurultaylarında taraf olmayınız” çağrısı yapan insan sayısı son derece sınırlıydı. Halbuki, Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan, aktif siyasetle uğraşan, siyasi partilerde ya da sivil toplum örgütlerinde görev yapan, medyada ya da sosyal medyada görüş bildiren bireyler olarak, herhangi bir KKTC Cumhurbaşkanı ile siyaseten farklı kutuplarda yer alsak da, Cumhurbaşkanımız Ankara ile eşitler ilişkisine uygun düşmeyen pozisyonlardan kaynaklanan bir sorun yaşıyorsa eşitler ilişkisi ilkesine sahip çıkabilmemiz belki de çok daha ilkeli bir duruş olacaktır. Bu ister Akıncı döneminde olsun, ister Eroğlu, ister başka bir lider.

Cumhurbaşkanı Akıncı, göreve ilk geldiği günlerde “Ana-yavru ilişkisi değil kardeşler ilişkisi istiyoruz” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Son günlerde ise “Halkımız amir-memur ilişkisini onaylamaz” dedi. Son gerilimde Cumhurbaşkanı Akıncı toplumda pek çok farklı kesimin desteğini aldı. Akıncı da, temsil ettiği Türkiye ile eşitler ilişkisi ilkesi de iç siyasette daha da güçlendi. Burada herkesin dikkat etmesi gereken husus şudur ki, bu gerilim içerisinde Cumhurbaşkanı Akıncı’ya ateş açmak Türkiye ile eşitler ilişkisi kurulması yönünde sürdürülen çabalara hiçbir katkı yapamaz. Dolayısıyla, herhangi bir siyasal aktörün Ankara ile “kapışmasından” ya da Ankara’nın gözünde “istenmeyen şahıs” haline gelmesinden yarar beklemek oldukça sorunludur. Bundan hangi siyasal görüşte olursak olalım hepimiz kaçınmalıyız. Netice itibariyle, toplumun büyük bir çoğunluğu Türkiye ile eşitler ilişkisi istemenin “Türklüğe ihanet” olmadığının farkındadır ki 2015’teki seçimlerin ikinci turu bunun açık göstergesidir. Ayrıca, altını çizmekte yarar var ki bugün Türkiye ile eşitler ilişkisi sadece solcu seçmenlerin özlemi değildir. Sağ partilerin seçmenleri arasında da bu ilkeye önem veren ciddi bir kesim mevcuttur ve Kıbrıs Türk toplumunun Ankara ile ilişkilerinin eşitler ilişkisi olması gerektiği artık toplumsal bir mutabakattır. Ve bu topluma liderlik etmeye aday şahısların bu ilkeyi içselleştirmiş olmaları son derece önemlidir.

Bu haber toplam 2507 defa okunmuştur
Gaile 469. Sayısı

Gaile 469. Sayısı