Açıklar mısınız?
Almanya 1 Temmuz’da Avrupa Birliği Konseyi Dönem Başkanlığını Hırvatistan’dan devraldı. Lizbon antlaşması ile değişen sisteme göre, Konsey Başkanlığı’nı altı aylık dönemler için yürütecek olan üç üye devlet Trio’yu oluşturur. Her trio 18 aylık genel hedeflerini ve önceliklerini ortak olarak belirler. Sırası gelen üye ülke, kendi 6 ay sürecek başkanlık dönemi önceliklerini detaylandırır, açıklar. 1 Temmuz’da Almanya ile başlayan Başkanlık dönemini, önce Portekiz, daha sonra Slovenya devralacak ve Konsey’in her seviyedeki toplantılarına başkanlık edecek.
Dönem Başkanı Almanya Şansölyesi Angela Merkel, Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’na Dönem Başkanlığı’nın önceliklerini sunarken eş zamanlı olarak Almanya’nın Lefkoşa Büyükelçisi benzeri bir sunumu Lefkoşa’da Kıbrıs Üniversitesi’nde yapıyordu. Tüm üye ülkelerin başkentlerinde yapılan böylesi sunumlar ile üye ülkeler gelecek dönem AB’nin öncelikleri hakkında bilgilendirildiler.
Basına açık davet yapılan sunuma basın mensuplarının yanında üye ülkelerin büyükelçileri, diplomatlar ve Kıbrıslı Rum bürokratlar ve siyasi partiler katıldı. Avrupa Birliği’nin önümüzdeki altı aydaki öncelikli politikalarının tartışıldığı sunumda, Kıbrıs’ın, Türkiye’nin tutumları ve çıkarları da gündemde vardı. Kıbrıslı Türkler her zamanki gibi yoktu, ne salonda, ne de gündemde. Toplantıda Kıbrıslı Türk tek bir katılımcının olmaması ağrıma gitti, çok.
Devlet erkanından bir tek kişi beklemiyordum elbette de basın, araştırmacı, siyasi parti, bir iki temsilcisi olması gerekmez miydi Kıbrıslı Türklerin?
Kendi yazılarıma, tartıştığım, gün be gün konuştuğum konulara baktım sonra, öfkelerime, hayal kırıklıklarıma, umutlarıma. Son 4 aydır, COVİD-19 dışında tek tük kalem oynatmışım, ben de başka konulara pek ender dalmışım. 1 Temmuz tarihinin benim için anlamı bambaşka olmuş.
Kıbrıs’ın kuzeyine sıkışmışız, yarım kalmışız, eksik. Tüm dünyamızı Lefkoşa yarısı ile Girne Dağları kuşatmış. Dünyamızın sınırları bu kadar. Dört aydır kapıları bir taraf açarken öteki kapatmış, geçiş koşulları sabah başka, akşam başka olmuş, gelen gidememiş, giden gelememiş. Kısır bir döngüde, tepinip durmuşuz, bu kapıyı kapat, bunu aç diye diye. Dinleyen de olmamış pek.
Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumların bir araya gelmesini zorlaştıracağım diye dış dünya ile olan bütün ilişkimizin de kesilmesi bana Denktaş dönemi yasaklarını anımsatıyor.
‘Dış ilişki olacaksa onu ben yaparım, Türkiye ile yaparım’ politikalarının hiçbir yere gitmediğini hiç mi öğrenemeyeceğiz biz?
‘Annan Planı referandumunda biz evet dedik Rumlar hayır’ siyasetimiz iyice kabak tadında artık, yeni şeyler söylemek lazım. Söyleyenleri dinlemek, desteklemek lazım. Niye anlamıyoruz?
Kıbrıslı Türkler zaten görünmez bir toplum. Bunun çeşit çeşit sıkıntısını yaşıyoruz, kuzeyde, güneyde, Dünya’da, Avrupa’da. Bunları çözmek yerine, bıkmadan usanmadan derdimizi anlatmak yerine, bizi daha da izole etmenin, yarım bir adaya hapsedip mantık, bilim, insanlık dışı kararlar ile hem fiziksel hem ruhsal sağlığımız ile oynamanın anlamı var mıdır?
Varsa nedir, bana açıklar mısınız?