‘Açıl susam açıl’
"Açıl Susam Açıl" çocukluğumuzdan hatıra sihirli sözlerdir.
Ali Baba ve Kırk Haramiler'de geçer!
Kırk haraminin hazinelerini sakladığı mağaranın kapısını açmaya yarar.
* * *
“İnsanlar yeniden açılacak” deniyor.
Öyle de bizim mağaranın kapılarını açmak için “sihir”den fazlasına ihtiyaç var.
* * *
İnsanların çoğunluğu aslında “işe gitmiyor” ancak sokağa çıkıyordu.
Markete, kasaba, fırına gidiyordu.
Üstelik marketlerin pek çoğunun içinde ayakkabıdan uzatma kablosuna, pijamadan cam kavanoza “çarşı” var.
* * *
Şimdi “normalleşecek” miyiz?
Sanmam (!)
Bu ülkenin “normalleşmesi” salgınla ilgili değil ki!
Eski “anormal normalimize” dönmeye çalışacağız hepsi hepsi…
* * *
“Doktorların sözüne kulak vermeliyiz” diyorlar.
İyi de...
Hangilerinin?
Çünkü mesela “test” konusunda bir yarısı başka konuşuyor, diğer yarısı başka!
Hekimler, böylesine de güçlü örgütlüyken, farklıklarını niye kendi içlerinde tartışmıyorlar?
* * *
Mart’ın ilk haftası Akıncı “Olağanüstü Hal” istediği zaman “Nisan’ın 15’ine kadar 22 bin 600 vakaya ulaşma olasılığı” açıklamıştı.
22 bin!
“Olağanüstü” bir rakamdı bu!
Olmadı.
İyi ki de olmadı.
Bu hesabı hangi uzmanlar yapmıştı o günlerde bilmiyorum, ancak fazlaca abartılıydı sanırım!
108 nerede, 22 bin nerede!
* * *
Bu korkunç “senaryo” belki şu işe yaradı, insanlar çok daha dikkatli oldular.
Toplum bu süreci tedbirli yönetti, kamusal duyarlılık ve baskı pek çok kararda ya da yanlışın düzeltilmesinde etkin oldu.
Bundan sonra da olmalı.
Yaşamayı öğrenmeliyiz “tehditle” birlikte!
* * *
Keşke bunu “kansere karşı” da onlarca yıldır söylenenleri uygulayarak başarabilsek...
Kapalı mekânlarda sigara içme yasağına “maske” kadar sahip çıkabilseydik keşke!
Ya da örneğin “gıda güvenliği” için kimyasalla mücadele edebilseydik.
* * *
Şunu da öğrendik: Hekimler önce kendi içlerinde uzlaşmalıdır.
Niye?
Çünkü siyasete eklemlenmiş kurullar ya da ortaya dökülen çelişkiler “kafa karıştırıyor” çoğu zaman!
Güvensizlik büyütüyor.
“Popüler kültür” gösterisine dönüşmemeli bu süreç, “medyatik” bir yerden köpürmemeli...
* * *
Misal benim halen yanıtlayamadığım soru şu: Sokağa çıkınca bu hastalığı kimden bulaşacağız? Bize bulaştıracak olanlar kendileri niye hasta olmuyorlar? Diyelim ki “Gizli Taşıyıcılar” var. Peki bu “gizli taşıyıcılığın” bir sonu yok mu? Bu insanlar iki aydır bu virüsü halen taşıyorlar mı?
Elbette bu sorulara “bilimsel” yanıtlar vardır. Ancak görüyorum ki, “bilimsel” diyerek söylenenler de farklı sonuçlar üretebiliyor.
Bu da normal, anlıyorum.
Çünkü ortada henüz tüm dünyanın yeni yeni tanıştığı bir hastalıkla uğraşıyoruz.
O halde, konuşurken de biraz daha temkinli olmalıyız.
* * *
Bugün yeniden sosyalleşiyoruz!
Kimine göre fazla açılıyoruz.
Kimine göre gevşiyoruz.
Tam da bilmiyoruz.
Bilimin yolundan giderken bazen labirentlerde kayboluyoruz.
Bilim Kurulu’nu bilsek biraz daha rahat edeceğiz. Tek ses duysak, çok daha güvende hissedeceğiz.
Kendim “saklanmak” yerine “bu hastalıkla birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz” görüşüne daha yakınım.
Sık sık ellerimizi yıkayacağız.
Eğer yalnız değilsek maskemizi takacağız.
Öyle “yalaş bulaş” olmayacak, “salya sümük” birbirimize sarılmayacağız.
Kalabalıklardan uzak duracağız.
* * *
Kıbrıs’ın bütününde yaşamayı öğreneceğiz, birlikte...
Ada dışından gelişlerle birlikte asıl sınava hazırlanacağız.
Umarım “Koruyucu Sağlık” denen gerçeği kamusal sağlığın önceliğine kazımayı başaracağız zamanla...
Ve sanırım asıl başarı “hastalıkla birlikte yaşamayı öğrendiğimiz” an ortaya çıkacak.
Bu hayat işiyle, aşıyla, sevinciyle, hüznüyle, sohbetiyle, dansıyla, şarkısıyla, deniziyle, koşusuyla ve haramisiyle illaki yaşanacak!