ACILARDAN HAYAT DERSLERİ
İnsanlık tarihi sayısız kıyım ve felaketle dolu. Bu acılar coğrafyasında deprem görüntülerine bakarken kafamdan geçen tek kelime var: katliam. Başka bir kelime bulamıyorum ve kederim kadar öfkem de artıyor her geçen gün. İnsanın yaşıyor olmaktan utandığı, sorumlulara karşı büyük bir öfke duyduğu günler bunlar.
Daha ne felaketler göreceğiz bilemiyorum. Acının gündemi hiç bitmiyor. Bundan kötüsü olmaz derken o da oluyor birden.
Kurduğum her cümle aklımın ve kalbimin gerisinde olacak biliyorum. Paralize eden bu acı karşısında kelimeler kifayetsiz. Bir yandan da yaşam sürüyor ama sımsıkı tutunmak gerek ona.
Ölüme karşı yaşama tutkusu ve sevincini yükseltebilmeliyiz bir biçimde. Eski bir yazımda söz etmiştim. Savaştan sonra Saraybosna’ya gitmiştim bir konferans için. Konferans Barselona Üniversitesi düzenlemişti. Saraybosna’da Barselona Üniversitesi’nin düzenlediği konferans ne alaka diyebilirsiniz. Barselona savaş sırasında Saraybosna ile en büyük dayanışmayı gösteren şehir. Biz oradayken bu dayanışmanın fotoğraflarının sergilendiği bir sergi de vardı. Sergiye giderken yolda çocukları eğlendiren bir palyaço görmüştük. Sınır Tanımayan Palyaçolar’danmış. Ama benim en çok ilgimi çeken savaş boyunca dayanışma gösteren İspanyol saç ürünleri firmasıydı. Savaş bölgesine saç bakım ürünleriyle birlikte kuaförler de göndermişler. Kadınlar kurşunların altından geçip saçlarını yaptırıyorlarmış. Garip gelebilir bu ama hiç değil aslında. Onca acı içinde yaşama tutunmak için gerekli olan bir şey.
İstiklal Caddesi’nde bir sergi gezmiştim. Bosna’da savaş sırasında doğan esprilerin sergilendiği bir oda vardı. Savaşta doğan fıkralar, esprileri filan toplayıp enstelasyonlar yapmışlar. İnsanların kendi aciz halleriyle dalga geçip rahatlama girişimleri bunlar. Mostar’dan bir arkadaşım bu savaş fıkralarından birini anlatmıştı bana. Yakacak bulunmadığından yemek yapmak için kitapları yakmak zorunda kalmışlar. Fıkra şöyle: En iyi çorba Dostoyevski çorbası.
Bazı acılar hiçbir zaman geçmeyecek biliyorum bunu. Geride kalanlar yas sürecini tamamladıktan sonra bir biçimde ayakta kalmak, hayatı yeni baştan kurmak zorunda. Özellikle çocuklar için hafifletilmeli bu yas hali. Onları oyalayıp mutlu edecek etkinlikler son derece önemli.
Tunuslu bir yönetmen Bosna’da gençlerle birlikte yazıp sahneye koyduğu oyunu anlatmıştı. Geride kalanların hayata tutunmasının ne kadar önemli olduğu unutulmamalı.
1974 Temmuz’unda içine savrulduğum derin kederi, bunun sonraki hayatımı nasıl etkilediğini unutamıyorum. Bununla ilgilenen hiç kimse olmamıştı o yıllarda.
Henüz en temel ihtiyaçlar dahi karşılanmamışken bunlardan söz etmek için erken belki de. İnsanı hayata bağlayan bir aktivite içinde olmak, iyiliğe dair bir şey yapabilmek yine de. Birilerine başını dayayıp ağlayabileceği bir omuz vermek, yalnız olmadığını hissettirmek.
Bir arkadaşım Auschwitz’den kurtulan büyükannesinin o günleri anlatırken bile sürekli gülümsediğinden söz etmişti. Büyük acıların toksini ile başa çıkmanın bir yolu bu belki de…
Deprem bölgesi için gösterilen dayanışma insanın gözlerini yaşartıyor. Bunun karşısında kimilerinin kara kalplerini görmek oldukça ürkütücü.
İnsan her şeyi aşabilir. Çok derin acılar çeken insanların nasıl ayağa kalktıklarını, yollarına daha da güçlenmiş halde devam ettiklerini gördük geçmişte.
Yaşanan her anın, hayatta kalan her insanın değerini daha güçlü hissettiğimiz günler bunlar.
Dinmek bilmeyen gözyaşlarımızın nehri yeni bir kıyıya çıkaracaktır elbet bizi. Bu büyük hayat dersi yeni acıları engellemek için neden araç ve güç vermesin bize?
İnsan en çok da yasla nasıl başa çıkacağını öğreniyor hayatta. Ben ne yapabilirim diye çırpınan pek çok insana doğru bir kanal açabilmek önemli olan. Elbirliği ile neler başarılmadı ki hayatta.
Bir gün bu yaşananlar uzak birer hatıra olduğunda neler yaptığımız nasıl da iyilik cephesinde yer aldığımız çocuklarımız ve torunlarımıza gururla anlatacağımız birer hikâye olabilir.