1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Acılarımız ortaktır... Yeroşibu köyünde bir kez daha bunu idrak ettik...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Acılarımız ortaktır... Yeroşibu köyünde bir kez daha bunu idrak ettik...”

A+A-

1974’te Lefkoşa’da Kanlıdere içerisinde bir Kıbrıslıtürk mücahit ile bir Kıbrıslırum askerin buluşmasını, Kıbrıslıtürk mücahidin bebeği için, Kıbrıslırum askerin o günlerde piyasada bulunmayan bebek sütü NESTLE PELARGON’u getirmesini, savaş koşullarında dahi insaniyetin ölmeyip bu insani işbirliğinin nasıl geliştiğini anlatan “Süt Babam” başlıklı belgesel film, 11 Eylül 2021 tarihinde Kıbrıs’ın güneyinde, Yeroşibu köyünde gösterildi...

Yeroşibu’daki film gösterimine, filmde öyküsü anlatılan Kıbrıslıtürk mücahit ve o günlerde bebeğine süt bulmaya çalışan Mehmet Kılıç, ona südü bulup getiren ve cezalandırılma veya hayatını kaybetme pahasına yardım eden Kıbrıslırum asker Andreas Efstatiu, o günlerde birkaç aylık bir bebecik olan ve süde ihtiyacı olan şimdilerin yetişkin genç kadını Birgül Kılıç Yıldırım ve aileleri ve yakın arkadaşları da katıldı ve izleyicilerle buluştular...

Herkesi çok derinden etkileyen belgesel, Birgül Kılıç Yıldırım’ın eşi film yönetmeni Cemal Yıldırım tarafından yapıldı... Bu süreçte kendisine Kıbrıslırum film yönetmeni Panikos Hrisantu da destek oldu...

Hatırlanacağı gibi bu konuya sayfalarımızda çok geniş yer vermiştik ve gerek Andreas Efstatiu’nun yıllar önce anlattıklarını aktarmış, gerekse Birgül Kılıç Yıldırım’ın yıllar sonra “Süt Babam” dediği, kendisine hayatta kalması için süt getiren sözkonusu Kıbrıslırum askeri arayışını da kaleme almış, birbirlerini buldukları zamanki duygularını da yanıstmaya çalışmıştık.

Yeroşibu’daki film gösterimine 300 civarında Kıbrıslırum katılırken, pandemi koşulları nedeniyle filmi izlemek isteyen başka Kıbrıslırumlar, filmin gösterildiği Fittos Inn Oteli’nin açıkhava alanına alınmadı... Onlar da alınmış olsaydı, bin kişilik bir kalabalık oluşacaktı...

Filmin Yeroşibu’da tekrar gösterilmesi için belediye yetkililerinin girişimde bulundukları da belirtiliyor...

Biz de Yeroşibu’daki film gösterimiyle ilgili olarak Birgül Kılıç Yıldırım’dan izlenimlerini kaleme almasını istedik okurlarımız için... Sevgili Birgül Kılıç Yıldırım, şöyle yazdı:

“Kıbrısta barışa, sevgiye, dostluğa ve kardeşliğe inanan her Kıbrıslı'nın hemfikir oldugu bir söz vardır..

"Acılarımız ortaktır" deriz ve buna inanır bunu savunuruz, barış yolundaki mücadelemizde.

Geçtiğimiz haftasonu, bunu, Baf kazasına baglı Süt Babamın yaşadığı yer olan Yeroşibu köyünde bir kez daha idrak ettik.

Belgesel filmimiz Süt Babam, Güney Kıbrıs’ta ilk gösterimini geçtiğimiz haftasonu, cumartesi gecesi, Yeroşibu’da bulunan Fitos Inn Otel'de yapıldı.

Öncelikle buradan, organizasyonda emeği geçen herkese, başta Süt Babam  Yeroşibulu Antreas Efsthathiu ve beni ailelerine alan  oradaki aileme ve Fitos Inn sahibi Fitos Thrasivulu'ya ve etkinliğe katılan, duygularıma ortak olan tüm konuklara teşekkürlerimi sunarım...

O gün ben tarifi imkansiz bir heyecan içindeydim. Çünkü Antreas babamın yaşadığı yerdi ve acaba duygularımı aktarabilecek miydim bu güzel insanlara diye endişeliydim, çünkü bilirsiniz filmimiz Türkçe seslendirme ve Rumca altyazılıdır. Huzursuzdum yani ya duygularımı aktaramazsam diye.

Bu endişemi eşim Cemal’a söylediğimde  bana dedi ki “Sevgül Hanımın söylediğini hatırla...” O an içim rahatladı, çünkü bilirsiniz Süt Babamın bulunmasında  en büyük destek sevgili Sevgül Uludağ’dır. Ve uzun bir süre beni dinleyen, duygularıma her  an ortak olan, neler hissettiğimi, neler yaşadığımı en yakın bilen kişidir. Ve filmi ilk izlediğinde bize demişti ki "Eleştirecek tek bir şey bulamadım"... O an rahatladım  ve derin bir nefes aldım. Ve gecenin başlamasını bekledim.

Muhteşem bir konukseverlik ve muhteşem, duygu dolu bir gece yaşadık o gün.

Filmi, Yeroşibulularla birlikte izlerken, çıt çıkmıyordu, herkes soluksuz ve zaman zaman gözyaşları eşliğinde izledi filmimizi.

Neydi peki bu insanları da ağlatan sey?

Tıpkı Lefkoşa Çağlayan Çocuk Bahçesi veya Güzelyurt Amfitiyatro’daki veya Mağusa Venedik Sarayı’ndaki gösterimlerde, Kıbrıslıtürkleri ağlatan şey gibi?

Ne hissediyorlardı insanlar ki, gözyaşlarına hakim olamıyorlardı, gerek Kıbrıslıtürkler ve gerekse Kıbrıslırumlar?

Yeroşibu’da hep bunu düşündüm.

Neydi bizi ortak duyguda birleştirip ağlatan şey?

İşte o gün birkez daha idrak ettim acıların ortak olduğunu bu adada...

Ve bir kez daha isyan ettim bize bunu yaşatanlara.

Teşekkürler Yeroşibu, tesekkürler Antreas baba ve oradaki tüm aileme...”

111-011.jpg

 


“Şafak’ın bu romanla yaptığı kültürü benimseme, kabullenme değil, onu katletmektir...”

DR. ALEV ADİL (SANAT KIBRIS)

Elif Şafak’ın romanları sıklıkla Türk siyaseti ve toplumu tarafından marjinalleştirilmiş kişi ve toplulukların yaşadıklarını konu alır. Özellikle tabu bir konu olan Ermeni soykırımını konu alan romanı “Baba ve Piç”, aşırı milliyetçi kesimin saldırısına uğramış ve yazar Türk Ceza Kanununun 301inci maddesi kullanılarak “Türklüğe Hakaret” suçundan yargılanmıştı. Savcılık sonradan davayı geri çekmişti.

Elif Şafak’ın son romanı “Kayıp Ağaçlar Adası”, Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum iki genç aşık, Defne ve Kostas’ın gözünden Kıbrıs’ın savaşlarla dolu tarihini masaya yatırır. ‘Mutlu İncir’ Tavernasında buluşan aşıkların serüveni incir ağacı tarafından anlatılmaktadır.

Lefkoşa’da surlar içinde yaşamış olan Kıbrıslıtürklerin, romanda anlatılan Lefkoşa konusunda akılları karışacaktır. Çünkü Lefkoşa’nın gerçekleri romanda doğru  aktarılmamaktadır.

1974 öncesindeki dönemden bahsedildiği halde şehrin etnik bölünmüşlüğü Elif Şafak tarafından gözardı edilmektedir. 

Örneğin Defne’nin İngiliz Okulu’na gittiği belirtilmekte, ancak kızın barikatları aşıp  okuluna vardığı anlatılmamaktadır. Romanda anlatılan bir fantezi adasıdır.

Kıbrıs’a birçok defalar seyahat yaptığı bilinen yazarın ada hakkında yansıttığı bilgiler yarım yamalak, yanlışlarla dolu bilgilerdir.

Örneğin incir ağacının görüş mesafesi inanılmazdır. Çünkü Lefkoşa’nın ortasından denizi görebilmektedir. Kuzeyde bir askeri İngiliz üssü bulunmaktadır gibi asılsız şeyler de belirtilmektedir romanda.

Roman için yazarın ciddi bir ekolojik araştırma yaptığı şüphesizdir.

Ne yazık ki Kıbrıs tarihi ve kültürü hakkındaki araştırması çok eksik kalmaktadır. Meryem teyze gibi karakterler Kıbrıslıtüklerden çok Anadolu karakterlerini canlandırmaktadır.

Türk kültürü ile benzerliklerimiz muhakkak var ama, Şafak kendimize has bir kültürümüz olduğunun farkında değildir.

Biz çayımızı ince belli bardaklardan içmeyiz, yoğurtlu çılbır yemeyiz, başörtüsü takmayız, 17 yaşında görücü usulü ile evlenmeyiz. Görücü usülü ile evlilik 21’inci yüzyılda Kıbrıs’ta duyulmamıştır.

Şafak Türk ve Kıbrıs Türk kültürünü ayırt etmemektedir. Roman boyunca Kıbrıslı Türklerden Türk veya Müslüman diye bahsetmektedir.

Ne yazık ki yazar Kıbrıs kimliğini tüm boyutları ile masaya yatırma fırsatını değerlendirememiştir.

Bu bir hayal ürünü eserdir, belgesel değil. Yazar fantezi yaratmakta elbette serbesttir.

Ancak yazar aynı zamanda adına konuştukları için saygı duymakla, yansıttığı kültür hakkında temel bilgi edinmekle yükümlüdür.

Şafak, hikayelerin yaraları sarabildiği gibi zarar verebildiklerini de savunmakla ünlü bir yazardır. Ne yazık ki bu eseri zarar verici bir nitelik taşımaktadır.

Çünkü görünüşte barış ve uzlaşıyı teşvik etse de hakim Türk propagandası olan Türk ve Yunanlı olduğumuzu öne sürerek çok yönlü müstemleke sonrası kimliğimizi bir çırpıda çöpe atmaktadır. Dünyanın varlığımızı tanıması dileğimizdir, çünkü buna gereksinimimiz vardır.

Aynı zamanda bunu hak ettiğimize de inanmaktayız.  

Şafak’ın bu romanla yaptığı kültürü benimseme, kabullenme değil, onu katletmektir.

(SANAT KIBRIS GAZETESİ – Dr. Alev Adil’in yazısını özetle Türkçeleştiren: Ertanç Hidayettin – Eylül 2021 – Sayı 7 – www.sanatkibris.com)

***  Alev Adil’in İngilizce olarak kaleme aldığı yazının tam metnini ise şu internet adresinde okuyabilirsiniz:

http://tls.newspaperdirect.com/epaper/iphone/homepage.aspx?fbclid=IwAR0obgXdWNUQpZFbps4ajo10DC_avblz_b6TZuUy4yyH7srvf85vE8Bxreg#_articlea4f8255c-499c-4598-88f9-d03f072101d4

 


Yazar ve araştırmacı Oğuz Yorgancıoğlu’nun ardından...

Ulus IRKAD

Oğuz Yorgancıoğlu'nu hatırladığım kadarıyla 1960'lı yılların sonlarında Baf'a okul dönemlerinde tatil aylarında yaptığı ziyaretlerde tanımıştım. Babamla çok sıkı temasları vardı ve bilhassa Baf'ın denizi olan ve Baflıların gittiği Kral Mezarları'nda her yaz tatilinde buluşurduk. Aslında Oğuz Yorgancıoğlu'ndan önce babası Şehit Mustafa Dayı’yı 1963 yılında Kasım ayında evimizin yatak ve yorganlarını imal etmesinden tanıyordum. Birkaç gün evimizde  yaklaşık kırk yıl kullanacağımız (1974 sonrası da) yatak ve yorganlarımızı yapmıştı. Daha sonraları 21 Aralık 1963 sonrası Baf çarpışmaları sırasında Mustafa Dayı şehit olacaktı. Mustafa Dayı’yla tanıştıktan sonra kızlarını, tüm çocukları da tanıyacaktık. Dünyalar iyisi hanımı rahmetli İkbal ablayı unutamam. İlkokulda babası şehit olduktan sonra Oğuz Yorgancıoğlu'nun kardeşi Raif’le de sınıf arkadaşlığım olmuştu.

Aile, Mustafa Dayı şehit olunca Lefkoşa'ya yerleştiğinde de oradaki nenemlerle dedemin kahvehanesinin hemen yanında Göçmen binalarına yerleştiklerinden ötürü aile ile de komşuluğumuz olmuş ve anneleri İkbal ablayı orada çok daha iyi tanımıştım.

Oğuz Bey'le 1974 sonrası daha fazla temasım oldu. O durmadan üretmekteydi. Folklor üzerinde uzmandı. Devamlı kitap yayınlamaktaydı. Babam ölmeden hazırladığı bir folklor kitabında babamın resimlerinden çoğuna yer vermişti. Benimle de çok sohbet eder ve ne ürettiğimi sorar, o bana, ben de ona yazdığımız kitapları hediye ederdik. Son onunla Baf konusunda yazacağım bir kitap için ropörtaj yapmıştım.

Geçen gün Oğuz Hocamızın öldüğü haberini aldım. Bu yazı gecikmiş bir yazıdır fakat yıldızlar yoldaşı olsun, hep rahmetle kalsın hocamız diyorum.

Bu yazı toplam 1930 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar