Acının Felsefesi
İnsan o zaman yapmayı en iyi bildiği şeyi yapar; acısını zamana bırakır…
Nügen Derman Duru
[email protected]
“Her kitap ertelenmiş bir intihardır.”
E.M. Cioran
Başarısızlık duygusu, yakınların kaybı, ölüm gibi durumlar beklenmedik bir şekilde hayatı kesintiye uğratır ve insana acı verir. Haz ve mutluluk peşinde koşarken, acıya mesafeli durur çoğu zaman insan; ondan kaçar. Yine de acı insanın yoldaşı, bir köşede bekleyen en bilge dostudur. İnsan varlığının özünü, anlamını kavramaya çalışan bir dal olan felsefi antropolojide acı çekmek, insanın evrensel- varoluşsal bir özelliği olarak kabul görür. Acı, hayat boyu insan için güçlü bir deneyim; sağlam bir öğreticidir. Benliği yakıcı etkisine rağmen, bilinci aydınlatıcı gücüyle insana insanlığını hatırlatan, varoluşunun derinliklerinde kendini bulmasını sağlayan güçlü bir dönüştürücüdür. Bu nedenle birçok filozof, acının insan varoluşu için önemine vurgu yapar. Örneğin, Miguel de Unamuno için acı, insan varoluşununun kendini anlama ve tanıma yolculuğu, Jose Ortega y Gasset için insanoğlunun trajik yazgısı, aynı zamanda yüce bir ayrıcalığıdır. Max Scheler ve Viktor Frankl için acı çekmek hoş olmasa da doğru bakış açısıyla hem ulaşılabilir hem de anlamlı olabilecek bir deneyimdir. Yine, her şeyin anlamdan ve değerden yoksun olduğunu düşünerek nihilizmin kıyılarında gezen Emil Michel Cioran, mutsuzluğunu yazıya dökerek kendi deyimiyle intiharını da erteler.
Her acı kendi öznesine özgüdür
İnsanın hayatında acı, yarattığı etki ile bir kendine özgülüğe sahiptir. Viktor Frankl bunu “Acı çekerken bile evrende eşsiz ve yalnız olduğu gerçeğini kabullenmek zorunda kalacaktır. Hiç kimse onu acıdan kurtaramaz ya da onun yerine acı çekemez.” şeklinde dile getirir. (1)
Her insanın, hayatı bütünlüğü içindeki kavrayışı, bedeninin, duygularının ve aklının acı karşısında verdiği tepkilerle olur. Beden, duygular ve akıl, acı karşısında oldukça hassastır. Beden fizyolojik acılardan kurtulmak ister. Duygular, sevgisizlik veya başarı noksanlığı karşısında hassastır. İçe kapanır, nefret geliştirir veya yalnızlaşır. Düşünsel anlamda çekilen acı, varoluşsal anlamsızlık, kıstırılmışlık duygusu ve yaşama tutunamamak şeklinde belirir. Fizyolojik acıları tıbbi ilaçlarla bastırmaya veya kontrol altına almaya çalışırken zorlanmaz insan. Çünkü bunları ona sunan doktorlar vardır. Ne çare ki öfke, kızgınlık, umutsuzluk ve anlamsızlık duyguları ile zihinde oluşan yoğun acıya hiçbir ilaç etki etmez. Bu acılardan kaçmak ya da onları görmezden gelmek mümkün değildir. Mesela ölüm, insanın asla kaçamayacağını bildiği en büyük gerçeği ve acı kaynağıdır. Yaşam denilen döngü her fırsatta onu karşısına çıkarır. İnsan o zaman yapmayı en iyi bildiği şeyi yapar; acısını zamana bırakır…
Acı, geçmiş ve geleceği şimdi kılar
İnsan varoluşunun acı ve mutsuzluk karşısında yaşadığı kendine özgülüğü, geçmiş-şimdi-gelecek üçlüsünün zaman karşısındaki güçsüzlüğü, bir o kadar da gücüdür. Karanlığın, çaresizliğin ve sefaletin hiç son bulmayacakmış gibi hissettiren kısmı, onu bu yolculuğun güçsüzlüğü ile yüzleştirir. Önce acısını reddeder; sonra yasını zamanın insafına terk eder. Acılar zamana bırakılır; oysa zaman yaralara merhem olmaktan çok uzaktır. Zamanın tiranlığı acıyı boyunduruk altına alır ama yapabileceği en iyi şey kabuk bağlamasını sağlamaktır.
İnsan, yaşanmışlıklarını belleğinin bir köşesine kaydederken geleceğin kaygıları karşısında çok hazırlıksızdır. Şimdiyi kurtarmak ise hiçbir zaman geleceğinin garantisi değildir. Zaman denilen akış, sanki hep acıdan yana saf tutar. İnsan algısında zaman kâh yavaş kâh hızlı bir şekilde geçerken, bu akışın en çok da şimdisine takılır. O anın hissettirdiklerine, en çok da acı karşısında hissettiklerine, kederine…Hayal kırıklığı ve mutsuzluğun eşlik ettiği acılar, insan yüreğinin en kuytusunda yerini alır. Öyle ki geçmişin yaraları, geleceğin kaygıları, şu anda ne hissettirdiğinde belirginleşir. Geçmiş ve gelecek, hissettirdiği acılar oranında hep şimdi olarak kalır. Hissedilen şeyle gerçeklik bir ve ayni olur.
Bu noktada insan ister istemez dünyanın kötü, sefil bir yer olduğu fikriyle Schopenhauer tarzı bir karamsarlığa kapılır. Arthur Schopenhauer, günümüz insanının acılarının kaynağına yıllar öncesinden ayna tutar. Filozofa göre acıların kaynağı, sürekli kendini eksik hissetme, istek ve arzulara ulaşma çabasıdır. İnsan isteklerine ulaşsa bile anlık geçici mutluluklar onu kısır bir döngüye hapseder. Çünkü arzular doyumsuzdur, tükenmezler ve tatmin edilen her arzu bir yenisini doğurur. (2)
İnsanın bu döngüden çıkışı, önce kendini olan biteni kabule davet etmesiyle olanaklı hale gelebilir. Üçlü devinim (geçmiş-şimdi-gelecek) insanda güce dönüşmesi, acının trajik olana dönüşmesidir. Trajik olan bir ayrıcalık haline gelir ki bu, acının insanı dönüştürme gücüdür. Böylesi bir ayrıcalığın farkına vararak onu güce dönüştürme insanın sorumluluğudur. Acı, üzerinde düşünüldüğünde, trajik olana dönüşmeye hazırdır.
Acının trajik olana dönüşmesi
Ioanna Kuçuradi’ye göre, “Kişilerle ve kendimizle ilişkilerimizde, başkalarının ve kendimizin yapıp ettikleri ve ortaya koyduklarıyla ilgimize, yakın çevremize, çağımız, geçmiş ve gelecekle bağımızla belli bir bütünlükte bir kişi olarak var olmamızın temelinde değer anlayışımız yer alır. Bunun temelinde ise insan anlayışımız, insandan ve kendimizden beklediklerimiz bulunur. Ona göre, kişilerin fiilen yaşadıklarıyla, yapıp ettikleriyle değerlenir. Bu değerlenme, insan yaşamını ve eylem olanaklarını nasıl genişlettiğiyle alakalıdır. Çünkü ona göre, doğru değerlendirme yapma demek, anlamak ve değerlerini ortaya koymak demektir. (3) Bu yaklaşım hayatın her alanında, doğa ve diğer canlılarla olan ilişkilerimizde de önem taşır.
Psikolojik acının kökeninde de bir olan biten ve bu olan bitene verilen anlam yatmaktadır. Büyük acılar karşısında insan ister istemez yaşamın anlam boyutunu sorgulamaya başlar. Anlamsa, felsefenin işidir. Şeylerin neliğini araştıran felsefe, her neyi kendine konu ediniyorsa edinsin önce “anlamı nedir?” sorusunu sorar. Hatta Nermi Uygur, felsefe çalışmalarında “… anlamı nedir?” soru tipine girmeyen bir sorunun yerinin olmadığını söyler. Acıyla uğraşan, acıyı dindirmeye çalışan bir insan, acıyı ve acının nedenini anlamaya çalışan insandır ve bu insan, anlamak için felsefe yapmak, yani kendi varlığıyla, dünyayla, yaşamla ve ölümle hesaplaşmak zorundadır. Bu nedenle, bir acı çözümlemesi, felsefeden bağımsız yapılamaz. (4) Hayata anlam yüklemek de tıpkı acı gibi insanın varlık özellikleri arasındadır. Hayata yüklenen bu anlam, insana bilgelik yüklü felsefi bir teselli sağlar.
Byung-Chul Han, “Günümüzde acı deneyiminin temel özelliklerinden biri acının anlamsız olarak algılanmasıdır. Acı karşısında bize dayanak sunacak ve yön verecek anlam bağlantıları mevcut değildir artık...” notunu düşer “Palyatif Toplum – Günümüzde Acı” adlı kitabında. (5) İnsanın, yaşadığı acı olaylar üzerinde derin düşünme ile yapacağı sorgulama, onun anlam bağlantılarını keşfetmesini sağlar. Yaşam deneyimlerinin ve düşünme ediminin ona sağladığı bilgilerle anlamını kendisi üretir. Böylece çaresizlik, ayni acıların tekrar yaşanmaması için bir mücadeleye dönüşür. Bu aslında acının trajik acıya dönüşmesinin bir göstergesidir. Trajik acıda, anlam yüklemenin yanında, acıyı dönüştürebilme gücünü kendinde bulma söz konusudur. Büyük acılar, trajik acıya doğru evrilmeye potansiyeldir. Bu potansiyelini keşfeden insan, bir yandan kederini yaşarken, diğer yandan mücadelesi ile hem kendini hem de çevresini dönüştürür.
Trajik olanla ilişki kurabilmek herkes için değil, belli değerleri benimsemiş insan için ancak olanaklıdır. Viktor Frankl, üç yıl kaldığı Nazi Kampı’nda ayakta kalmayı başararak Anlam Terapisini geliştirirken, Dostoyevski hapishane koşullarında insan duygularının derinliklerini keşfeden romanlarını yazarken, Hawking bilgisayarlara bağlı yaşamı ile evrenin oluşumu ve insanın kozmik kökeni hakkında çalışmalar yaparken, acılarını trajik acıya dönüştürme başarısının belki de olabilecek en uç örneklerini gösterirler.
Bedenin acı sistemi insan yaşamına yönelik tehditleri sırtlarken, varlığın sürdürülmesine yönelik çabanın da kaynağını oluşturur. Bu sistemin çabası, dikkatlerin sadece fizyolojik ve psikolojik acılara değil sosyal acılara da odaklanarak kökenindeki tehditlerin algılanmasına ve tepki vermesine yöneliktir. Diğer insanlar veya gruplar tarafından dışlanmanın, yok sayılmanın olumsuz sonuçlarını dile getiren bir olgu olarak sosyal acı başka bir yazının konusu olacak kadar önemli…
Kaynaklar
- Frankl,Viktor Emil, İnsanın Anlam Arayışı, çev. Selçuk Budak, Okuyan Us Yayın, 2019
- Bindesen, Zehra Vahapoğlu, “Arthur Schopenhauer’in Düşüncesinde Mutluluğun İmkanı Problemi”, Ağrı İslâmi İlimler Dergisi (AGİİD), Aralık 2020
- Kuçuradi, Ioanna, İnsan ve Değerleri, Türkiye Felsefe Kurumu, 2013
- Özüaydin, Bergen Coşkun, Felsefenin Trajik İyimserliği, Maltepe Üniversitesi, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, 2019 Güz, sayı: 28, ss.73-86
- Han,Byung-Chul, Palyatif Toplum, Günümüzde Acı, Metis Yayınları, sayfa:31