‘ADA’
‘ADA’
11. Kıbrıs Tiyatro Festivali’nde Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’ndan yeni bir oyun…
Firuzan Nalbantoğlu
Bu hafta Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun 11. Kıbrıs Tiyatro Festivali için hazırladığı ‘Ada’ oyununun ekibiyle bir araya geldik. Oyunun yönetmenliğini Yaşar Ersoy, Yönetmen Yardımcılığı’nı Umut Ersoy üstlenmiş. İki kişilik bir tiyatro oyunu olan ‘Ada’, Athol Fugard’ın bir eseri. Fakat Yaşar Ersoy, oyuna yeni bir yorum katarak, ‘kadın’ eksenine çevirmiş. Orijinal metinde, iki erkek oyuncu bulunurken, Yaşar Ersoy, oyunu kadın bakış açısıyla tekrardan ele alıyor. Oyunda, Joan ve Wanda karakterlerini Döndü Özata ve Özgür Oktay canlandırıyor. Oyunun dramaturijisini Aliye Ummanel üstlenirken, Sahne Tasarımı, Özlem Yetkili, Realize, Rıza Şen, Işık Tasarım ise Fırat Eseri’ye ait. Festival için hedef alınarak hazırlanan “Ada” oyunu, Festivalde 24-25 Eylül tarihleri arasında sahnelenecek. Festivalin diğer tüm oyunlar YDÜ AKKM Salonu’nda saat 21:00’de yer alacak. Ancak “Ada” oyunu, daramturiji ve reji konsepti açısından, LBT Salonu’nda yer alacak. Daha sonra ise, sezon içerisinde LBT’nin “Ada” oyunu seyirci ile buluşmaya devam edecek. Yani festival bittikten sonra, normal rutin program içerisinde, “Ada” oyunu her Cuma ve Cumartesi geceleri seyirciye sunulmaya devam edecek. ‘Ada’ oyunu Güney Afrika’da o yıllarda Athol Fugard’ın iki siyahi oyuncuyla birlikte, kolektif bir çalışma sonucu ortaya çıkardığı bir metin. Oyunu ve oyunun hazırlanış sürecini ekipten dinleyelim…
“Mucizevi Festival”
• Adres: 11. Kıbrıs Tiyatro Festivali başlıyor. Neler söylemek istersiniz?
• Yaşar Ersoy: Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun düzenlediği Kıbrıs Tiyatro Festivali’nin 11.’si gerçekleşiyor. Bu festival gerçekten mucizevi bir şekilde gerçekleştiriliyor ve çok az sayıda insanın üstün gayret ve çabasıyla gerçekleşiyor. Lefkoşa Belediyesi’nin içine düştüğü mali ve idari krizin, toplum ve Lefkoşa insanları olarak birkaç yıldan beridir yaşamaktayız. İşte bu idari ve mali krize rağmen, geçen yıl grev günlerinde, ateşlerin yakıldığı, insanların coplandığı günlerde, biz LBT olarak, gerek kendi oyunlarımızın perdelerini tiyatronun geleneği, disiplinleri ve ahlağı gereği açtık ve seyircimizle buluştuk ve kucaklaştık. 10. Kıbrıs Tiyatro Festivali’ni yine bugün olduğu gibi, üstün bir çaba ve özveriyle, sponsorlarımızın da desteğiyle gerçekleştirmiştik. Bu festivalin yıllardır en büyük sponsoru seyircidir. En büyük kucaklayıcısı, destekleyicisi seyircidir. Bu bakımdan, 10. Festival de aynı koşullarda, 11. de aynı koşullarda gerçekleşiyor. Bu yıl, yeni bir belediye başkanı, Kadri Fellahoğlu ile birlikte, geçen yıl tek başıma girdiğim sponsor arayışını bu sene onunla, gösterdiği duyarlılıkla, dayanışma içerisinde, birlikte omuz omuza bu arayışı gerçekleştirdik ve belediyenin bütçesinden tek kuruş çıkmadan -ki zaten çıkamazdı, yoktu- bu festivali gerçekleştiriyoruz. Festivalimizde birbirinden değerli oyunlar vardır ve geçen sene 9 oyun varken, bu sene 13 oyun ama 14 temsil yapılacaktır. Yani oyun sayısında da bir artış sağlandı. Şunu söyleyeyim, platin sponsorlarımız Turizm Kültür ve Çevre Bakanlığı, Limasol Kooperatif, Telsim, Kıbrıs Türk Petrolleri, salon sponsorumuz Yakın Doğu Üniversitesi, konaklama sponsorumuz Golden Tulip, Gümüş Sponsorlarımız Türkiye İş Bankası, Eziç, Özok LTD ve Belediye Çalışanları Kooperatif Bankası. Katkıda bulunanlar ise, ASOK LTD VE Türk Bankası’dır. Festival, ‘İnsan Kalmakta Direnmek’ şiarıyla gerçekleştiriliyor. Çünkü yaşadığımız bu dönemde insani değerlerimizin erozyona uğradığı bir süreçten geçiyoruz ve en çok da insan olmaya ihtiyacımız var. Tiyatronun da malzemesi, amacı, hedefi insandır. Tiyatro antik çağdan beridir de hep halk okulu olarak tanımlanır. Bu halk okulunda da ‘insan’ öğretilir. Bu nedenle, biz festivali ‘İnsan kalmakta direnmek’ şiarıyla gerçekleştiriyoruz.
***
• Adres: Nasıl bir oyun ‘Ada’ oyunu? Bize ne anlatacak?
• Dramaturg, Aliye Ummanel: Ada oyunu Athol Fugard’ın metnidir. 1970’li yılların başında kaleme alınmış bir metindir. Metnin, hem yazıldığı dönem itibariyle hem de içeriği itibariyle büyük bir önemi var. Athol Fugard’ın uluslararası alanda çok tanınan bir oyunudur. Tarihsel bakımdan bu metni önemli kılan, Güney Afrika’da o yıllarda Athol Fugard’ın iki siyahi oyuncuyla birlikte, kolektif bir çalışma sonucu ortaya çıkarmış olduğu bir metin olmasıdır. Bu neden önemlidir; çünkü bu yıllarda Güney Afrika’da, 1950’lerden itibaren yoğunlaşarak devam eden bir ‘Aprtheid’ yasası söz konusu ve bu yasaya göre, Beyaz ve beyaz olmayanlar arasında yaşam alanları ayrılmış durumdadır. Biliyorsunuz Güney Afrika’nın çok uzun bir sömürge geçmişi var ve bunun devamı olarak da böyle bir yasa söz konusu… 1950’li yıllardan itibaren yoğunlaşan bu yasa uyarınca, hatta 1960’ların sonuna doğru resmi olarak alınan bir kararla, ‘Karma kast’ ve ‘Karma seyirci’ tiyatrolarda engelleniyor. İşte bu dönemlerde Athol Fugard’da bu tiyatrocular arasında yer alır. Bazı topluluklar birlikte üretmenin yolarını aramaya başlar. İşte böyle bir dönemde Fugard, siyahi bir tiyatro oyuncusuyla, kolektif bir çalışma sonucu bu metni çıkarır ve bu metni ilk kez yine bu iki oyuncuyla sahneler. Dolayısıyla böyle bir tarihsel önemi var. İçeriğine geldiğimizde de dediğim gibi ‘Apartehid’ yasasına karşı bir tepkidir aslında oyun. İki mahkumun bu yasa ve yasaya karşı direniş sebebiyle hapse düşmesini ve bir hücrede yaşadıklarını konu alır ve kurgu sebebiyle, oyunu çok da günümüze taşıyan bir tarafı var. Fugard, bu oyunu, 2500 yıl önceki Sofokles oyunundan bir bölümle harmanlar. Dolayısıyla, Sofokles’in ‘Antigone’sinden bir bölüm alır ve bu iki mahkumun, hücrede direnişlerinin bir devamı olarak sahneleme gayretleri üzerinde kurgular. Dolayısıyla, Fugard’ın gerçekleştirdiği, aslında zamansal açıdan metni ölümsüz kılan bir kurgudur. İnsanı, insandan ayırmanın anlamını sorgulayan, zorbalığı, sömürgeciliği sorgulayan, baskı rejimlerini sorgulayan ve buna karşı onurlu insan direnişini öne çıkaran bir metindir tematik olarak. Burada Yaşar Ersoy’un bir uyarlaması söz konusudur. Metni, bahsettiğim gibi iki siyahi aktör, John Cena ve Winston Shona üzerine kurgulanmış ve iki erkek aktör için yazılmış bir metin iken, Yaşar Ersoy’un yaptığı başlıca değişiklik, oyunu iki kadın oyuncu üzerine metni tekrardan konumlandırmasıdır. Tabii ki bu doğrultuda da bazı değişiklikler yaptık. Bu bir uyarlama.
• Yaşar Ersoy: Biz bu oyunu 25 yıl, çeyrek asır önce yine sahnelemiştik ve yine bu salondaydık. Nelson Mandela, Robben Ada’sında tutukluydu. Az önce Aliye’nin de bahsettiği gibi, Güney Afrika’da sömürgecilik, ırkçılık ve ‘Apartehid’ bütün ağırlığıyla oradaki insanların üzerine çökmüştü. Tabii sadece Güney Afrika’da değil, Asya’da, Latin Amerika ülkelerinde ırkçılık ve sömürgecilik, faşist ve totaliter devletin uyguladığı o ağır baskılar insanların bunlara karşı direnişi vardı. Fakat Nelson Mandela, 27 yıl bir hücrede kaldı ve o dönemde gerek Güney Afrika’daki siyahi insanların direnişi, mücadelesi gerekse bunun dünyaya dalga dalga yayılması ve protestolar yapılması sonucunda, Nelson Mandela, 27 yıl sonra hücreden çıktı. Ama biz bu oyunu ilk yaptığımızda, Nelson Mandela hala hücredeydi ve Güney Afrika’da da ırkçılık devam ediyordu. Zorba devletin bu ayrımcılıkları, bunu yasalarıyla yapıyordu. Bizler de başka adadan, Kıbrıs Ada’sından bir selam gönderelim dedik ve bu oyunu o dönemde, Nelson Mandela’ya ve bu mücadeleyi veren insanlara adamıştık. Ki çok etkili de olmuş, çeşitli köşe yazarları bu konuda yazılar kaleme almıştı. Şimdi, o dönemde yaptıktan sonra, bugün yeni bir okumayla yaptığımız sahneleme, dramaturiji ve uyarlamayla, iki kadın üzerinden yola çıktık ve bu iki siyasi mahkum, orijinal oyunda erkekti fakat kadın üzerinden gitmek, neredeyse birebir oturuyor.
“Çünkü biliriz ki, her zaman kapitalizm veya totaliter devletler ve rejimler, bütün insanları ezer ama bu rejimlerde kadınlar daha fazla ezilir”
Bir kadın duyarlılığı, bir kadın ‘meselesi’ de işin içine giriyor. Çünkü biliriz ki, her zaman kapitalizm veya totaliter devletler ve rejimler, bütün insanları ezer ama bu rejimlerde kadınlar daha fazla ezilir. İşte oyuna, böyle bir duyarlılık, böyle bir ‘tüyleri diken diken eden’ yapı geliyor. Bunu ben, bir süreden beri, kafamda hep taşırım. Bir şeyi enine boyuna bir müddet kafamda beslerim, ‘zamanı da şimdiymiş’ derim ve o işe koyulurum. Arkadaşlara, ‘böyle bir oyun yapmak istiyorum’ dediğimde arkadaşlar da heyecanlandı. Metni okuduk, herkes aynı duyarlılığı ve heyecanı paylaştı ve hep birlikte, ekip olarak bu oyuna koyulduk. Hem de Temmuz-Ağustos sıcağının en kavurucu dönemindeyiz. Gerçekten zor koşullarda çalışarak, özellikle oyuncular açısından zor oldu.
• Yönetmen Yardımcısı Umut Ersoy: Oyunla ilgili vurgulanması gereken noktalardan biri de, uygulanan reji konsepti ve dramaturiji sayesinde, sadece ‘kadın’ ekseninden, ya da sadece ‘Güney Afrika’ ekseninden değil, bütün dünyadaki totaliter rejimlere karşı bir direnme şeklinde yorumlanması. Yani, belki 1988’deki yorumda daha Afrika’yı işaret ederken, bugün bütün ülkelerinin bağımsızlığı için uğraşan ya da kendi inandıkları değerler doğrultusunda devletle karşı karşıya gelen ve devlet tarafından ezilen bireylerin daha çok söz konusu olduğunu düşünüyorum.
• Adres: Sahne tasarımı yapılırken neler dikkate alındı?
• Sahne Tasarımcısı Özlem Yetkili: Oyun, hapishane adasındaki bir hücrede geçiyor. Peki neden sahnede bir kaya parçası, bir kara, bir ada görüyoruz sorusuna gelince; burası düşünce olarak benim için herhangi bir yer idi. Baskı altında olan, zulüm gören, haksızlığa uğramış bütün insanların yaşadığı yeri temsil eden bir yerdi burası benim için. İsimsiz herhangi bir yer olarak tahayyül ettim. Zamanı, mekanı tüm ezilmiş mahkum insanları temsil eden bir mekandır. Bu sadece mahkum insanlar da olmayabilir. Özgür insanlar da olabilir ama bir şekilde baskı altına alınmış, zulüm görmüşlerdir. Bunun dışında, bir siyah boşluk içerisinde, oyundaki bu iki mahkumun yalnızlığını vurgulamaya da çalıştım. Ve tabii oyunun ana düşüncelerinden birisi de, böyle zor bir durumda bile bir şeyler yapabileceklerini vurgulamaktı. Bunu da yansıtmaya çalıştım.
• Realize, Rıza Şen: Tabii ki her oyun gibi bu oyunda da yeni teknikler deniyor, yeni bir şeyler alıyoruz. Tecrübenin dışında, denediğimiz bazı şeyler oluyor. İlk başta sorunumuz hep ‘mekan’ olur. Bütün yönetmenlerin özellikle dekor açısından, en büyük sorunu gibi geliyor bana bu mekan olayı. Biz dekora başladığımızda, ‘nasıl yapalım, hangi malzemeyi kullanalım, nereden alabiliriz’ dediğimizde, çeşitli sorunlar çıkmaya başlar. Tasarım aşamasında da büyük sorunlar hep oluyor. Tasarımcı arkadaş da bir sürü şey deniyor. ‘Havada tutalım, yukarıdan indirelim’ gibi şeyler söylüyor ama mekandan dolayı imkanlarımız kısıtlanıyor. Tabii bu başka ülkelerde böyle olmuyor. Bizim ülkemizde, ‘yoktan var etme’ gibi bir şey bu… Ve biz maalesef hep bu şekilde yapıyoruz ve aslında bunu yaparken de ‘çok zorlanıyoruz, çok zorumuza gidiyor’ gibi bir eğilimde değil, aksine gurur duyarak söylüyoruz bunu. Her oyundan bir şeyler alıyoruz ve yeni şeyler yaratma, yenilikler üretmenin hazzını duyuyoruz. Bu işin çeşitli aşamaları vardır. Öncelikle demir konstrüksiyon vardır. Dışarıda demir işlerimizi yaptırıyoruz. Daha sonra, tahta, medefe işlerimiz vardır. Onlar yapılıyor ve en son da bezleme ve kaya haline dönmesi için de baya çaba harcıyoruz. Son olarak boya işi geliyor. Boya işinde sonra da tabii ışık işi geliyor.
• Işık Tasarım, Fırat Eseri: Bu Yaşar Hoca ile ikinci ışık tasarımı çalışmamızdır. İlki ‘Kabare Kıbrıs’ olmuştu. Tabii ki büyük bir heyecan yaşıyoruz, çünkü Yaşar Hoca’yı tanıyanlar, olaya nasıl heyecanlı baktığını bilirler. Bu heyecanın altında eziliyorsunuz dolayısıyla çok fazla çaba göstermek ‘Fatih Terim’ türü diyebileceğimiz kamp kurma sistemiz var… (Gülüşmeler) Dolayısıyla kamp kuruyoruz, bir anlamda tiyatroda yatıp kalkıyoruz diyebilirim. Yeni bir oluşum, farklı bir bakışla çalışıyor. Dekor kurma aşamasında peşi sıra ışık gelecek. Işık kurma aşamasında da sürekli en güzelini yakalayabilmek ve oyuncu performansını artırabilmek adına tartışıyoruz. Çünkü oyun dram olmasına rağmen, traji komik sahneleri de vardır. O sahnelerdeki özellikle oyunculuğu öne çıkarmak adına, ışığı kurgularken epeyce dikkat etmemiz gerekiyor.
***
Adres: Bu oyunda yer almak, Yaşar Ersoy ile çalışmak nasıl bir şey? Oyun size neler hissettirdi?
Oyuncular…
• Özgür Oktay: Yaşar Abi’nin de söylediği gibi, ‘Ada’ oyununu duyduğumuz zaman çok heyecanlandık. Ki ben, bu oyunu babam ve Osman Abi ilk oynadığı zaman çocuktum. O zaman çok etkilenmiştim ve o zamandan beridir, ‘Keşke bu oyunu oynayabilseydim’ diye bir isteğim vardı ve duyduğum zaman şok geçirdim. Sonrasında tabi ki çok heyecanlandık ve korktuk ve hala daha korkuyoruz. Hem çok keyifli hem de çok stresli çalıştık. Hala öyleyiz! Yaşar Abi ile çok uyumlu çalıştık bir kere. Rolden bahsedecek olursak, Joan, Wanda’ya nazaran daha entelektüel bir yapıya sahip ve daha akılcı daha mantık yoluyla olaylara yaklaşmakta. Wanda biraz daha ‘insani’ tarafıyla bakıyor. Daha naif ve saf bir yapısı var. Bunları göz önünde bulundurduğunuz zaman da daha tepkisel ve saldırgan olabiliyor. Aralarındaki çatışmanın en büyük sebebi de zaten budur. Joan daha mantıklı ve akılcı ve Wanda’yı sürekli dizginlemeye çalışıyor. Tabi ki ‘Ada’ oyunu erkek rol üzerine yazılmış bir oyundu. Fakat Yaşar Abi, oyunu yeniden düzenledi ve ‘kadın’ teması üzerine tekrardan kurdu. Bence çok daha etkili oldu çünkü günümüzde de kadının gördüğü şiddet daha can yakan bir durumda. Tabi ki insanın gördüğü şiddet her zaman acıtır ama kadın daha etkili oldu.
• Döndü Özata: Ben öncelikle az önce Yaşar Abi’nin söylediği, ‘Yazın kavurucu sıcaklarında burada çalıştık’ tan yola çıkmak istiyorum. Bizim yaptığımız işte gerçekten sevmek ve inanç olduğu zaman bir üretim ortaya çıkar. Buna inandığımız için yazın kavurucu sıcaklarında, burada uyumlu bir şekilde doğru, güzel arzu ettiğimiz şekilde bir iş çıkabilmesi için buradaydık. Wanda karakteri ülkesinin bağımsızlığı için mücadele eden ve bunun için de ömür boyu hapse mahkum edilmiş bir karakter. Joan karakterine nazaran, Wanda daha tepkisel ve agresif, hep bir direniş hep bir eylem yapabileceğine inan bir karakter. Oyuncu olarak Yaşar Ersoy ile çalışmak hep bir öğrenci gibi hissettirir. Çünkü Yaşar Ersoy hepimizin hocası. Ondan, oyun çalışırken de sohbet esnalarında da her zaman öğrendiğimiz bir şeyler vardır ve onunla çalışmak gerçekten oyuncuya iyi gelen bir durumdur.