Adalı Cinayeti ve Türkiye Hükümeti’nin Sorumluluğu
İtiraflarıyla gündem olan Sedat Peker’i tanımlamak çok kolay değilmiş!
En isabetsiz ve tutarsız niteleme, Türkiye Cumhuriyeti içişleri bakanı Süleyman Soylu tarafından yapıldı: ‘pislik’!
Türkiye Cumhuriyeti devleti açısından gerçek böyle midir?
Basında genellikle ‘suç örgütü lideri’, ‘yeraltı dünyasının adamı’ ya da ‘mafya babası’ gibi nitelemelerle anılan bu kişi için daha uygun bir sıfat olmalıdır.
İddialara bakılırsa, bu kişinin kimliği bunun ötesinde.
Yani devletin güvenlik güçlerinin tepe noktalarına yakın kişiler tarafından eline silah verilip cinayet işlemekle görevlendirilince ‘milliyetçi, vatanperver’ ama itirafta bulununca ‘pislik’ olunmuyor!
Devlet tarafından korunup arkası sıvazlanırken ‘muteber iş adamı’, ondan kurtulmaya çalışırken ‘suç örgütü lideri’ denemez!
Sedat Peker’in Türkiye Cumhuriyeti devletinin güvenlik güçleriyle işbirliği yaptığı, bazı görevler üstlendiği artık gün yüzüne çıkıyor.
İnanmazsanız Galip Mendi’nin ve Korkut Eken’in söylediklerine bakınız.
Kendilerinin Kutlu Adalı cinayetiyle alakalı olmadıklarını kanıtlamaya çalışırken, Sedat Peker’in itiraflarının en azından bir bölümünün gerçekle olan ilişkisini de açığa vuruyorlar.
Yani, gerçek çoktandır Türkiye’de ve Kıbrıs’ın kuzeyinde yazılıp söylendiği gibidir.
Çoğu zaman sivil hükümetlerin kontrol edemediği devletin kimi güvenlik birimleri, Sedat Peker gibi, esas işi devlet görevi olmayan kişileri özel operasyonlarda kullanmışlar.
Bu kişilere devletin güvenlik organlarının bir uzantısı olan birimlerin emir –komutası altında işler yaptırılıp güç ve itibar kazandırılmış.
Yani bu kişiler devletten habersiz ve devlete rağmen iş yapmamışlar.
O nedenle, suçlu olsalar da onların adı yukarıda belirtilen nitelendirmelerle anılamaz.
Devlet organlarının verdiği görevi yapmışlar.
Onların suç işlemesi, devleti sorumluluktan arındırıp aklamaz.
Onlar devletin işbirlikçileri durumundadırlar.
Sedat Peker’in ortaya attığı iddialar, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tarafından ciddiye alınıp gereği yapılmalıdır.
Bunun gereği yapılırken, Kutlu Adalı’nın katledilme nedeni, emri verenlerin kimler olduğu, bu emri uygulayanların kimlikleri, onları koruyanlar ve bu cinayetin şimdiye kadar karanlıkta kalmasını sağlayanların isimleri açıklanmalıdır.
Böyle bir adım sadece Kutlu Adalı’ya, onun ailesine ve KıbrıslıTürk toplumuna karşı işlenmiş bir insanlık suçunu açığa çıkarmakla sınırlı olmayacaktır.
Türkiye’de demokratik düzenin yerleşmesi için de bu adıma ihtiyaç vardır.
Eğer bir ülkenin polis gücü size bağlıysa, ekonomisinden demografisine kadar, her alanda kontrol sizin elinizdeyse, sesinizi kısıp oturamaz ya da sorumluluğu başkasına yükleyemezsiniz.
Eğer yerli işbirlikçileri varsa, kamuoyunun, bunların da kim olduğunu bilme hakkı vardır.
Keşke KıbrıslıTürk polisinin ve savcılarının harekete geçmesi bu cinayetin sorumlularının hesap vermesini sağlayabilseydi!
Keşke KıbrıslıTürk meclisinin araştırması yeterli olabilseydi!
Ama bunun gerçekleşmeyeceğini öngörmek için kahin olmaya gerek yoktur.
Daha önce denenmiş olan ve sonuçsuz kalmaya mahküm edilen bir sürecin tekrarlanması neyi değiştirecektir?
Kimseye ‘araştırdık, soruşturduk, çözemedik’ diyerek bu dosyayı kapatma fırsatı tekrar verilmemelidir.
Görev Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümetine aittir.
Olayda adı geçen kurumlar, KıbrıslıTürk toplumunun kurumları değildir.
İtirafçılar ve olaya katıldığı iddia edilen kişiler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır.
Kimseye artık oyun oynama fırsatı verilmemelidir.
Eğer bu görev yerine getirilmezse, KıbrıslıTürk kamuoyunun vicdanında zaten oluşmuş olan kanaatlerin doğruluğundan kimse şüphe etmeye kalkışmamalıdır.
Bir de, güvenlik güçlerinin, bu topluma karşı sorumlu olmalarını istemenin ve bunu gerçekleştirmenin zamanı hala gelmedi mi?