‘Adil hafıza’ ne kadar adil?
ALIN OZINIAN
“Adil hafıza” terimi, “Komşularla sıfır sorun” anlayışının mimarı Ahmet Davutoğlu'nun “Ermeni sorunu”na geliştirdiği “çözüm” politikasının adı. Dolayısı ile alışılageldik Türk dış politikasının devamı ve kaçınılmaz olarak sorunlu bir yapısı var.
Davutoğlu, "Ermenilerin karşısında ‘1915'te hiçbir şey olmamıştır' diyen bir Dışişleri Bakanı yok. Ben yaşananlara soykırım demem... Bu konuda yeni bir dil geliştirmemiz lazım. Sizin acınızı reddetmiyoruz, anlıyoruz… Ama olan tek taraflı bir suç deklarasyonu değil.” cümleleri ile politikasını anlatmaya, Türk tarafı için sevimli, Ermeniler içinse makul olarak göstermeye çalışıyor. Oysa AKP, Ermeni soykırımı konusunda 100 yıldır söylenen şarkıya sadece yeni yorumlar katmaya çalışıyor. Üstelik bunu yeni bir üslup gibi ortaya atıp, tarihi deforme etmeye, yeniden tarih yazmaya, kısaca “yeni bir inkâr” politikasına soyunuyor.
2015 “krizi” bu “Adil hafıza” buluşu ile çözülmeye çalışılıyor. Nisan ayında Erdoğan'ın Türk basınının “Ermenilere tarihi mesaj” olarak sunduğu fakat Başbakan'ın hemen sonrasında gazetecilere “ben savaşta tüm ölenlere baş sağlığı diledim” dediği taziye mesajında yine bu teoriden yararlanıldı. Erdoğan, mesajda, “Adil bir insani ve vicdani duruş, tüm acıları anlamayı gerekli kılar. Bu acılı tarihe adil hafıza perspektifinden bakılması, insani ve ilmi bir sorumluluktur.” demişti.
Erdoğan'ın mesajından kısa bir süre sonra devamı niteliğinde Davutoğlu'nun “Türk-Ermeni İlişkileri: “Adil bir hafıza” mümkün mü?” başlıklı akademik yazısı yayınladı. Metin ne kadar iyi niyetle okunulmaya çalışılsa da, mütemadiyen şüpheler uyandırıyor ve dolayısı ile samimiyetinden şüphe ettiriyor. İçeriği eleştirmeye zaman bırakmayan çok hayati bir yanlış, boş vermişlik, hatta pişkinlik daha doğrusu tüm “tezlere” ters düşen bir “adaletsizlik” var.
100 yıldır inkâr edilen soykırımın “hafızasının” nasıl değiştirilebileceği anlatılan metinde şöyle bir cümle var: “Dink'in vefatından sonra…” Vefat? Bu cümleden bırakın Dink'in katillerinin bulunmadığını, yargının düzgün işlemediğini hatta bu cinayetin “Derin devlet”in ifşa edilmesini sağlayan kilit bir anlamı olduğunu aslında, Dink'in “öldürülmediği” hatta bunun bir cinayet bile olmadığı anlaşılıyor. Peki hepimizin gözü önünde gerçekleştirilen hedef gösterme süreci, cinayet, tetikçinin ilk günde vatan kahramanının ilan edilmesi, katillerin korunması ve hatta yakalanmaması konusunda bile “adil” ol(a)mayan bir hükümetin 100 senelik unutulmuş ve küllenmiş bir tarih sayfasının aydınlatılmasına nasıl güven duyacağız?
"Adil hafıza" siyaseti aynı zamanda bir inisiyatife dönüşmüş durumda. Düsturu aşağı yukarı şu: Ermeni meselesinde “çözümsüzlük yaratan dışlayıcı algı ve tezlere” (1915'te planlı bir etnik temizlik yapılmış olduğu gerçeğine atıfla) karşılık "ortak tarih bilinci, ortak kültür, ortak coğrafya ve ortak acı” (basit dile indirgersek, sizde de dolma var bizde de, Sarı Gelin'i beraber söyleyelim) perspektifini öne sürümek. Tabii yeri geldiği zaman “teoriye” dini motifler de ekleniyor: “Hakkın teslimi” ve “barışma-helalleşme”.
Bu doğrultuda makalelerde, söyleşilerde, hatta sosyal medyada “adil hafıza” hesaplarında en sık yer verilen örneklemeler Fatih Sultan Mehmet'in 1461 yılında İstanbul Ermeni Patrikhanesi'ni kur(dur)ması, Ermenilere ait Amiralar sınıfının yaratılması, Saray'da Ermenilerin hizmet etmesi, hatta Gabriel Noradunkyan'ın hariciye nazırlığına kadar yükseltilmesi. (Yükselmesi değil yükseltilmesi, zaten sadece 7 ay süren bir görev fakat “muktedirin dilinin” değişmediğini ispatlaması açısından güzel bir örnek). İlk Osmanlı-Türk akademisi olan Encümen-i Daniş üyesinin Vartan Paşa oluşu. Önemli eser veren mimarların Balyanlar olması. Matbaanın Ermeniler tarafından geliştirilmesi. Ermenicenin ekonomik dildeki hakimiyeti, makbuzlarda Ermenice ile yazılabilmesi, Erzurum Kongresi'nin bile Sanasaryan'a ait handa yapılmış olması. Dr. Horasancıyan'ın Osmanlı'nın ilk tıp derneğinin başkanı olduğu. Ve tüm bu benzer bilgilerden sonra kinayeli bir “Biliyor musunuz?” sorusu…
Biz çok iyi biliyorduk, ya “Siz” biliyor muydunuz? Eğer biliyorduysanız neden Dolmabahçe Sarayı'nda çalışan turist rehberi sarayı gezdirirken “İtalyan mimar usta Balyani” diye başlıyordu anlatmaya sarayı? Genç bir rehber ise “Ermeni usta Balyan” dediğinde neden işten atılıyordu? Matbaanın gelişmesinde bu kadar emeği geçenler Ermenilerdi, peki neden Matosyan ailesi korkutularak yurtdışına kaçırıldı ve evi, matbaası, emval-i metruke sayıldı ve elinden alınarak Yunus Nadi'ye Cumhuriyet Gazetesi'ni kurması için hediye edildi?
Faturalarda Ermenice yazıldığı günlerden neden sokakta Ermenice konuşamayacağımız “Vatandaş Türkçe konuş" günlerine geldik. Dışişleri bakanı bir Ermeni iken neden bugün çöpçülük dahil hiçbir Ermeni devlet memuru olamıyor? Kongreler o dönem Ermeni evlerinde yapılırken bugün neden hâlâ adı geçen Sansaryan Han da dahil olmak üzere “el konulan-devletleştirilen” vakıf malları Ermeni cemaatine iade edilmiyor?
Adil bir hafıza geliştirmek isteniyorsa önce bunlara cevap verilmesi gerekiyor. "Biz Almanlar gibi değiliz. Tarihimizde etnik kıyım yoktur” deyip temelinde bir denge arayışında ve genel bir trajedi inşa etme çabasında olunduğu aşikâr. “Onlar için 1915 yılı bir tehcir yılı olabilir. Bizim için aynı zamanda bir Çanakkale'dir. Bizim için Sarıkamış'tır.” deniyor. Mealen: “Ermenilerin acısı varsa bizim de acımız var”. Yapılmak istenen bir tarafa “Müslümanların” diğer ve “Hıristiyanların” acılarını koymak ve bunları birbiri ile kompanse etmek. Oysa o resimde Hıristiyan ve Müslüman yok, ezen ve ezilen, var olmak için yok eden kısacası masum ve günahkâr var. Dolayısı ile tarafları haklı ve haksız yerine Türk ve Ermeni olarak şekillendirmek çok yanlış ve acımasızca.
Ermenilerin 1915'te imha edilmelerinin emrini veren ayrıca, Birinci Dünya Savaşı sırasında sivil ve asker kayıplarının da müsebbibi olan İttihat ve Terakki Partisi'nin günahlarından bahsedilecekken, “suç” yok; “suçlu” yok hatta “kurban” yok yaklaşımı ile hepimiz aynı durumdayız; “hepimiz çok acı çektik” edebiyatı pek tutacak gibi değil.
Biraz “tarafsız” tarih bilgisi olan herkes, aslında devamlı örnek verilen ve iki farklı tarafmış gibi gösterilmeye çalışılan Sarıkamış ve 1915'in faillerinin aynı “jönler'den” Enver Paşa olduğunu bilir. Bu basit bilgi “İstanbul'da 1919 yılında İttihatçılara yönelik yargılamaların” iddianamesinde yer alır. 1915'in karşısına “ama Türkler de acılar çekti” tadında yerleştirilen Çanakkale Savaşı'na Ermenilerin de katıldığı hatta kritik roller üstlendiği bugün bırakın tarihçileri, gazete yazarlarının bile bildiği tarihi bir bilgidir.
Artık 1915 üzerine konuşurken, “herkes acı çekti” söyleminden kurtulmak gerekli. “Adil hafıza” veya “karşılıklı acılar” tezi çok bayatlamış ayrıca yeni olmayan hatta Elekdağ'ın McCarthy'yi okuyarak daha yıllar önce anlatmaya çalıştığı bir tez. Davutoğlu, "Ermenilerin karşısında '1915'te hiçbir şey olmamıştır' diyen bir bakan yok" diyor. Ama 1915'te ne olduğunu anlatamıyor. Anlamsız bir İttihatçı savunucusuna dönüşüyor.
'Adil hafıza' geliştirmek istiyorsak ihtiyacımız olan tek şey aslında adalet. Ancak adil, resmi tezlerle süslenmemiş, gerçekten yüreklere dokunabilecek bir dil, gerçekleri ve yaşananları bize her gün hatırlatan hafızamızı iyileştirebilecek, onarabilecek ve sonunda adaleti sağlayabilecek.
(ZAMAN – Alin OZİNİAN – 1.8.2014)