Affetmenin Dayanılmaz Hafifliği
Öfkeye tutunarak yaşamak, zehir içip bir başkasının ölmesini beklemeye benzer.
Buddha
Konumuz affetmek…
Kendimizi veya en sevdiğimizi, affetmek. Bazen her ikisini de.
Zor mu? Çok mu? Biliyorum, bilmez miyim?
Aileden birileri de olabilir yaptıklarını bir türlü hazmedemediğiniz, atsan atılmaz, satsan satılmaz cinsten dedikleri.
Kapı komşunuz belki öfkenizin hedefine yerleştirilen. Başka bir şehirde ev sahibi olmanıza sebep olan. Hayatınızda yok artık, görmüyorsunuz, duymuyorsunuz, yine de bir türlü affedemiyorsunuz.
Patronunuz mu O? Her gün hayatınız çin işkencesine mi dönüşüyor sayesinde? İş saatlerini yaşanmamış sayacak kadar ileriye taşımışsınız nefretinizi. Bir şey de diyemiyorsunuz ki, memleketin hali malum. Sineye çekiyorsunuz, çeke çeke doluyorsunuz. Kazan kaynıyor içinizde bir yerlerde.
Hiç tanımadığınız bir adam, kadın, genç. Dikkatsizlik, umursuzluktan, ya da bilerek isteyerek, fenalıktan. Canınızı yakmış sizin veya canınızın. Hayatınızı halaç pamuğuna çevirmiş. Kolay mı ki affetmek? O vahim olay olmasaydı yaşamınızın nasıl olacağını düşünmeden geçmiyor tek bir gününüz. Zehir birikiyor yüreğinizde.
Doğduğunuz coğrafyaya, seçtiğiniz siyasiye, şansınıza, toptan herkese, herşeye kızıyorsunuz gün be gün. Batsın bu dünya nakaratı hakim, günlük yaşantınıza. Bileniyorsunuz hiç durmadan.
Affetmek mi? Hangi birini diyorsunuz. Hayat o kadar zor, çirkin, dünya öylesine acımasız, ilişkiler vıcık vıcık, çirkef. Kirleniyoruz, kızıyoruz, eksiliyoruz her an.
Hem niye affeden ben oluyorum ki? Yapanın yanına mı kalsın sonra?
Kötü haber şu:
Yapanın değil, esas sizin yanınıza kalıyor nefret.
İçinizde öfke, huzursuzluk, sinir biriktirdikçe tek zarar gören siz oluyorsunuz. ‘Suçlu’ hayatını yaşamaya devam ediyor. Vicdan azabından öldüğünü de hiç sanmıyorum. Her gününüzü tek kendinize zehir ediyorsunuz. Bir an geliyor patlıyor bastırılmış duygular. Hastalığınızı strese bağlıyor Doktorlar.
Bir Lise öğretmeni bu kez, affetmenin dayanılmaz hafifliğini öğrencilerine öğretmeye soyunan. Bir hayat deneyimi tasarlıyor onlar için. Bağışlamanın kişi için önemini zekice anlatan bir oyun oynatıyor son sınıf öğrencilerine.
Her öğrencinin ertesi gün okula birer plastik torba ve beşer kilo patates ile gelmesini istiyor. Öğrenciler, buna pek bir anlam veremezler, diğer taraftan merakları da kabarmıştır. Ertesi sabah hepsinin sırasının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır.
Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine:
‘Şimdi, bugüne dek affetmeyi istemediğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun’ diye başlar sözlerine. Bazı öğrenciler torbalarına üç, beş patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur.
Öğretmen, kendisini merakla izleyen öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar:
‘Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde. Hep yanınızda olacaklar.’
Aradan bir hafta geçer. Denileni yapmış olan öğrenciler, öğretmen sınıfa girer girmez, şikayete başlarlar:
-Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.
-Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf gözlerle bakıyorlar bana artık.
-Hem sıkıldık, hem yorulduk Hocam ya…
Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu cevabı verir:
‘Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkûm ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.’
2 Ağustos 2015
Münih