AĞLAMAK İSTEDİM, ÇÜNKÜ...
Dün sabah ağlamak istedim.
Pazar sabahı deniz kıyısına inip oltayla balık avlayacaktım. Bu yüzden cumartesi gecesi Çatalköy'de kaldım, sabah erken kalkıp malzemeyi toparladım, yola çıktım.
1975'te savaş nedeniyle Evdim'den göç ettikten sonra yaşamaya başladığımız bu köyde en fazla sevdiğim yerdi deniz... Mavi dalgalarda, köpüklenen kıyıda kah yüzer, kah dalar, kah kayalıkların üzerinde saatler boyunca olta sallardık çocukken...
Zaman aktı gitti, hayat başka türlü gelişti, ama o deniz sevgisi hiç değişmedi.
Uzak düşsem de köyden, her fırsatta koşarak gider, bazen sabahın ilk ışıklarında, bazen gece karanlığında o kayalıkların üzerinde saatler geçiririm. Kimi zaman yalnız, kimi zaman yeğenlerden oluşan 'bizim baria'yla...
***
Dün sabah yalnızdım ve ağlamak istedim.
1975'te köye yerleştiğimizde babamın bizi sürekli götürdüğü o körfeze gideyim dedim. Şimdilerde Shayna olarak bilinen köy plajının hemen doğusundaki yere... Bizim dilimizde 'buruncuk'tur orası... İçi taşlı, kayalıklıdır. Yüzmek için ideal değil yani. Bir de alçak burun vardır iyi avlak sayılan. İşte o alçalan kaya uzantısı yüzünden 'buruncuk' oldu adı...
Kimler avlamadı o 'buruncuk'ta!..
Balık boldu eskiden... Kefal mesela, burada boldu. Kefal meraklıları 'makinalı'ya ekmek sarıp fırlatır, bazen 'palaz' bazen iyice büyük kefal çıkarırdı.
Sonra balık azaldı. Ekmekle, oltayla avlamaktan değil. En çok dinamitten!..
Ama tükenmedi kefal orada... Az da olsa var hala...
Melana yakalardık bol bol, iri iri... Köpük falan da yoktu hem!..
Sorgoz, ızagro, sarpa çok vardı.
Hele sokan, yığın yığın...
Sonra bir gün denize sıfır bir villa diktiler bizim 'buruncuk'un tepesine... Ve o villanın sahipleri bir de iskele yaptılar denizin içine... Betondan...
Tam da kefal avlanan güzergaha...
Ve kefal avladığımız günlerin hatırası kaldı o zamandan sonra hafızamızda...
***
Dün körfeze hiç giremedim!
Ve ağlamak istedim.
1975'te bizi getirip "artık burada yaşayacaksınız" dediklerinde, birilerinin evlerini, topraklarını işgal etmiştik aslında...
Dönüp koçan verdiler hepimize, mal sahibi olduk. Dönüp sattık sonra bir kısmını bazılarımız, paramız oldu. Sonra o da bitti çoğunda...
Köy büyüdü sonra. Çatalköy değil, Çatalcity oldu adeta... Oteller, restoranlar, blok blok siteler, lüks villalar... Nüfus 4'e, 5'e, 8'e katlandı yıllar içinde...
Ve dağlar oyuldu, ormanlar azaldı. Bahçeler vardı, para etmediği için ürün, arsa oldular birer ikişer.
Sıra denizlere geldi sonra...
Doğusu askeri birlik, Batısı Elçilik ve askeri birlik, zaten üç beş yer vardı denize erişmek için...
Onlar da paraya dönüştü. Turistik tesis adı altında yollar kesildi, etraf tellendi, giriş çıkış yasaklandı bazı körfezlerde...
Bizim 'buruncuk' da aynı kaderi yaşadı. Ve dün ben oraya girmedim!
***
Kimin otelidir, kaç odalı olacak, ne kadar milyon harcanacak, turizme katkısı ne olacak?
Bilmiyorum ve umrumda da değil!..
"Denizler halkındır" diye diye, denizleri kapattılar bize...
Girne bölgesi 'deniz kıyısı'dır ama, 'denizsiz' kaldı neredeyse...
Tam 41 yıllık anılarım var benim o 'buruncuk' dediğimiz yerde...
7 yaşındaki çocuk halimden, 48 yaşımdaki bugüne kaç yüz, kaç bin kez gidip oturdum kim bilir o kayalıklarda...
Neler gelmiyor ki aklıma...
Bitti ama işte... Dozerler gördüm uzaktan... "ŞANTİYE ALANI-GİRİŞ YASAK" diye tabela asmışlar onbinlerce adım attığımız o patikaya...
'Egemenlik' dediğinde mangalda kül bırakmayanlar geldi aklıma, nedense!..
Lanet okudum içimden, küfrettim en koyusundan...
Denizimi ve anılarımı işgal edenlere...
Ve döndüm sırtımı, uzaklaştım oradan...
Ağlamak istedim dün bu yüzden...