Ağlıyorum
Karanlık karanlığı yok edemez, karanlığı sadece ışık yok edebilir.
Nefret nefreti yok edemez, nefreti sadece sevgi yok edebilir.
Martin Luther King
Güney Fransa’da küçük bir köyde, doğanın şefkatli kollarına sığınıyorum bugün. Korkuyorum. Gelecekten, insanlıktan, şiddetten, her yanımı sarmış kan ve nefretten, ürküyorum.
Provence’ın mora boyanmış lavanta tarlalarını izlerken, tek korkumuzun vızıldayarak etrafta dolaşan, lavanta balı için çalışan arılar olmasını arzuluyorum, şiddetle. Şiddet kelimesini beğenmiyorum sonra, arzu bile olsa nitelediği kelime, ‘olmasın hiçbir sözlükte bu sıfat’ deyip vazgeçiyorum kullanmaktan.
Yüksek ıhlamur ağaçları keskin yaz güneşinden koruyor beni. Ağustos böceği çığlıkları alaycı kuşun şarkısına karışıyor. Uzaklardan gelen kara dumanlardan çekiniyorum, belki köyün dışındaki termik santralden geliyordur diye düşünüyorum. Termik santrallere müteşekkir kaldığım günler yaşadığımıza inanmakta güçlük çekiyorum.
Gürül gürül akıyor Luynes nehri başucumda. Kendimi bırakmak istiyorum su sesine, düşüncelerimde kaybolmak. Arınmak dünyanın tüm pisliğinden, kötülüklerden yıkanmak bugün tek düşüm, kaçıp saklanmak şiddetten. En huzur bulduğum ses bile işe yaramıyor, dağıtamıyor kara dünyanın kurşuni bulutlarını. Kanıyorum.
Sırtımı dayadığım ulu çınar kollarına alıyor beni, avutmaya çalışıyor. Nafile. Elimde Emile Zola’nın güçlü kaleminden çıkma, tutkulu bir aşk romanı. Boş gözlerle bakıyorum sayfalarına, okuduğumu anlamaktan çok uzağım. Gözyaşlarımı akıtan aşk acısı olsun istiyorum tek, yine güveneyim insanın içindeki iyiliğe.
Güney Fransa’dayım, Nice’den 200 km kadar uzakta. Fransız Devrimi’nin yıldönümünde göğün havai fişeklerle rengârenk boyandığını görmek için ‘Promenade des Anglais’e akan binlerin yaşadığı korkuyu düşünüyorum. Onlarca kez yürüdüğüm kaldırımları, yanıbaşındaki ‘Melekler Koyu’nu. O panik hali, beyaz kamyon, kimsesiz tek bir ayakkabı, eşini kaybetmiş bir kadının feryatı gitmiyor aklımdan.
Ankara’dan, İstanbul’dan gelen ‘Nice’e yakınsın sen, herşey yolunda mı?’ sorularına cevap verme fırsatı bulamadan daha, soru sorma sırası bana geçiyor. Elim sende oynar gibiyiz son zamanlarda farklı şehirlerde yaşayan dostlarla. Sürekli ‘Patlama olmuş sizin oralarda, iyi misiniz?’ mesajları gidip geliyor aramızda. Esenboğa Havalimanı’na gidecek var mıydı bugün diye zihnimi yokluyorum. Boğaziçi Köprüsünden geçme ihtimali olanları hesaplıyorum birer birer. Geriliyorum.
Son bir kaç ayda ölen insanları düşünüyorum tek tek. Dallas’da, İstanbul’da, Nice’de, Orlando’da Bağdat’da sönen yıldızları. Umutlarını, sevinçlerini, geride bıraktıklarını düşünüyorum giden canların. Hiçbir yer güvenli değil artık, hiçbir ülke, hiçbir meydan.
Nemli toprak kokusu, kucağıma atlayan yavru köpek dahi işe yaramıyor bugün, güldüremiyor yüzümü. Bezginim, bu kirli dünyada yaşamaktan yorgun.
Ağlıyorum.