AĞRIYI AZALTMAK = DOĞRU NEFES ALMAK
Kronik ağırlardan hiç sıkıntısı olmamış biriyseniz, ağrı ile yaşamanın tüm hayatı ve yaptığınız her şeyi nasıl değiştirdiğini anlayamazsınız kuşkusuz
Bir süredir ‘belimle’ ilgili bir sorun yaşıyorum. Sadece belimle ilgili olsa neyse, boynumdan, beynimden tutun da bedenimin her yerine yayılmış müthiş bir ağrı… Her sabah yataktan zor kaldıran dayanılmaz bir ağrı…
Tabii ki doktora gittim. Uzun uzun da tedavi oldum, oluyorum ve sevgili doktorlarıma yürekten teşekkür ediyorum; çünkü – neredeyse – sağlığıma kavuşmanın son dönemindeyim… (Bu olayın tıp yanı… Bir de diğer yanı var ki, onu da paylaşmak istiyorum sizlerle…)
ACIYI AZALTMAK…
Kronik ağırlardan hiç sıkıntısı olmamış biriyseniz, ağrı ile yaşamanın tüm hayatı ve yaptığınız her şeyi nasıl değiştirdiğini anlayamazsınız kuşkusuz; Ama, günler, haftalar aylar bazen de yıllarca süren, bel, diz, baş, boyun, omuz ağrıları, eklem sorunları insanı umutsuzluğa sürükleyip, depresyona sokar. Ve bu durum, sadece, o kişiyi değil, çevresindekileri de olumsuz etkiler.
***
Bu konuda neredeyse uzmanlaşmış – çeken – biri olarak, ağrıyı (3) boyutta çektiğimizi söyleyebilirim: “Fiziksel, duygusal ve algılama” şeklimizle… taşamımız adeta felç olur. Çocuk, küçük köpek vb. sevdiklerinizi kucağımıza alamazsınız. Arabaya girip çıkmak işkence oluyor. Uzun süre oturamıyorsunuz. (Bunlar, ağrının fiziksel boyutu)
Durumunuz, sizi çok şeyi yapmaktan alıkoyuyor ve bu da sizin moralinizi bozuyor. Sinirleniyorsunuz veya belki de bu, sizi depresyona sürüklüyor… (Bu da duygusal tepkimiz.)
Ağrınız konusunda bir sürü de düşünceleriniz var: Buna, ne sebep oldu ve sonu ne olacak? (Bir sürü negatif öyküler doluşuyor kafanıza) ve, bu beklentiler, korkular, ağrınıza daha fazla stres ekleyip, günlük yaşamımızı çok zorlaştırıyor… Düşünün, bir bel ağrısı, sonuçta eklenen katmanlarla dayanılmayacak hale gelebilir. (Küçük tansiyonunuz dahi (12) ye çıkar, sadece siz değil, çoluk çocuğunuz ve doktorlarınız da perişan olur)
ÖNEMLİ OLAN…
Aslında, önemli olan, ‘duygusal’ ve ‘algılama’ konusunu elimine edip, bunu, sadece ‘bel ağrısında’ tutabilmek… Ve, ‘farkındalık’ burada çok önemli; çünkü, ağrı ile ilişkinizi bir kez değiştirdiniz mi, fiziksel rahatsızlığınız da önemli ölçüde azalabilir…
Anahtar bu…
Ağrıyı yaşamakla, acı çekmek arasındaki farkı anlamak…
Budistlerin bir sözü vardır: “Ağrı kaçınılmazdır ama acı çekmek seçeneğe bağlıdır…”
Doktorlar: “Ağrı ile yaşamayı öğren” derler. Doğuda aynı deyimi, “Liberation from suffering” “Acıdan kurtulmak” olarak görürler…
Ağrıyı reddetmek, karşı koymak yerine kabul edip, kendimizi açmak bir bakıma… Şimdi, şöyle düşünebilirsiniz: “Çok yoğun hissettiğim acılarla bunu yaşamak olanaksız!”
Ağrı, dalga gibidir, şiddeti yükselir ve alçalır. (Tecrübe konuşuyor.) Her sancı yoğunlaştığında nefesimizi kullanalım… Şöyle,
“İyileştiren nefesin, sancının olduğu bölgeye indiğini, düşüncenizde görün… sonra, nefes verirken, rahatlamaya, kendinizi bırakmaya çalışın…”
Bir sonraki anda, tüm düşünceler ve sancı geri gelebilir… bir dahaki nefesinizde, yine aynı şeyi tekrarlayın…
Bu, zaman ve pratik ister kuşkusuz… Ama, vücudunuz ve hislerinizi daha kontrol altında tutmanızı sağlar…
BİR BAŞKA YOL…
Deneyebileceğiniz bir başka yol ise: İçinde bulunduğunuz ortamdaki başka şeylere dikkatinizi verin. Örneğin, diyelim, yine bel ağrısından şikayetçisiniz ve doğal olarak bütün dikkatiniz belinize gidiyor... Bu da sizde, sancının daha da yoğun olduğu hissini uyandırır…
Dikkatinizi belinizden ayırın (beliniz orada duruyor, tekrar ona dönebilirsiniz.) Dikkatinizi, örneğin, kulağınıza değen saçınıza verin… Nefes alırken burun deliklerinizin arasında hissettiğiniz soğukluğa, odadaki lambanın gölgesine, saatin tik taklarına, televizyonun sesine verin…
Dikkatiniz, belinizle birlikte, bir yığın şeye bölündü mü, belinizdeki ağrıyı daha az hissedersiniz.
***
Eğer, yoğun ve sürekli kronik ağrılardan şikayetçiyseniz… Ağrıyı yukarıda yazdığım şekilde görmek, kabul etmek (korkmamak) ve bunun üzerinde uğraşmak, hayatınızı çok kolaylaştırabilir… (Deneyimle sabittir…)
Sevgiyle ve sağlıklı günler dileği ve sevgili doktorlarıma teşekkürlerimle…
Anlamlı bir Sergiydi…
KOKO YAPRAĞI ve KOKANAT
Saçaklı Ev’in, küçük sergi mekanında, birbiri ardına dizilmiş, her biri “bir kitaplık özü” sergileyen 30 fotoğraf, sanat anlayışını, “araştırıcı” bir çizgide sürdüren Ergenç M. Korkmazel’in alışılmışın dışına çıkan çalışmalarını ortaya çıkarması ve daha önemlisi, sanatçının “tematik olarak, detaylardan – bütüne” doğru ilerleyen esas bakış açısını da gözler önüne sermekte olan bir sergisi yer aldı geçen hafta…
Bu fotoğrafları ilginç kılan bir temel özelliği de “yalınlık”tı.
MİSTİK YOLCULUK
Ergenç, 4 ayda tamamladığı Tayland’dan başlayıp Laos, Vietnam, Kamboçya ve bir yıl sonra da, Kolombiya, Peru ve Şili’den sonra edindiği gözlem çalışmalarında vardığı sonucu şöyle özümsüyor:
“Yol boyunca, büyük kültürlerin daha küçüklerini yuttuğunu gördüm…
(…) Bu sergiyi, çağımızın, hızla yok olan ve farklı kültürlerin tohumlarını oluşturan bu zengin dil, tat ve renklerin korunmasına adıyorum…”
Ergenç, bu sergide, belli ki fotoğrafa tam bir radikal gibi yaklaşmış, fotoğrafla ilgili klasik bağlantıları varsa eğer, çoğunu kökten değiştirmeye çalışmış… Sergiyi gezip bitirdikten sonra vardığım sonuç, yalnızca, doğadaki üçüncü boyutu değil, duygusal boyutu da yakalamış… Aslında, fotoğrafladığı sadece objeler değil… Objeler karşısındaki insan(lığ)ın duygusal boyutunu da yakalamaya çalıştığı ve “Onun” fotoğrafını da çekme savaşımı verdiği…
Aslında fotoğraflamak istediği “objeler” değil, bunlar karşısında insanın serüveniydi… İşte, o gizlerin, merak ve sorgulamaların, ‘çoğumuzda hızla yok olan – ki toplumumuz da buna doğru gidiyor – farklı kültürleri gün ışığına çıkarmaya, dikkatleri çekip acil önlemler alınmasının önemine dikkat çekiyor detayların en ince yanlarını da gündeme getirerek…
Çünkü ve aslında, küçük detayların ilk bakışta belli olmayan özelliklerinin bir sanatçı için ne kadar önemli bir altın madeni olduğunu biliyor ve anımsatıyor…
DUYGU ve SORGU YÜKLÜ
Gerçekten de duygu ve sorgulama yüklü bir sergi bu… Konuyu yazmadan önce, hep yaptığım gibi, genel bir değerlendirme yaparken, aklıma Vasilya’daki evimizde, aydınlık bir yaz gecesinde, tüm ışıkları söndürüp de oturduğumda… yukarılarda (belki de aşağılarda) ne kadar çok yıldız olduğuna şaşarak öylece kalakalmıştım.
Sonra, pek çok geceler yaşadım aynı şekilde. Kucağıma düşecekmiş gibi kayan yıldızlar beni adeta büyüledi… O güne kadar nasıl olup da fark edemediğime ve yeryüzünün sanki ülkemle eş tuttuğum “küçüklüklerine” takılıp kalmış olmama yanarak… Işın demeti içinde, bir “parçacık” olup o sonsuzluk içinde savrulmayı düşündüm hep.
Nedense, Ergenç’in fotoğrafları bunları çağrıştırdı bana; keşke, bu çalışmalarını “yazıya – kitaba” da dönüştürse…
İnsan ırkının küçüklüklerini öyle de yüzümüze vursa…
BİLİNÇLE…
Ergenç, aslında bilinçli olarak görüntülemiştir ve sanattan kopmayan belgesel araştırmada fotoğraf önemli bir malzemedir.
Unutmayalım ki, “Dünya, ölçüye vurulabilir ölçüde, bilimin alanına girer… Sanatın imparatorluğu ise ölçülemeyenin başladığı noktada başlar” der Ernst Fischer… (O yüzden, ulu orta düşünme, yazma, yaratma yerine, yaşamın bütününe yönelik çalışmalar yapmalıdır bir sanatçı… Bu da ‘farkındalıkla’ olasıdır…
***
Son söz olarak:
Ergenç, bu çalışmasında, çağımızın, unutulmaz imgelerinden bir bölümünü yakaladı. Ör, çocuklar kadınlar kadar, bir filin kıvrım kıvrım yüz derisi arasından insanı sanki felç eden kanlı gözü beni sanki çarptı. Neler geliyor insanın aklına, neler… Tüm fil olsa belki de bu denli çarpmayacaktı beni… Diğer resimler de aynı…
Artık, etliye sütlüye karışmadan sanat üretmek olası değil… İnsanın – insana; hatta, kardeşin - kardeşe yaptığını görüyoruz…
Ve, sanat, usta ellerde bir ışık olup, beynimize, yüreğimize ulaşarak yeni anlamlar yaratabilmeli.
İşte fotoğraf da böyledir…
Yola devam Ergenç…
Başarını daha da artırarak…