1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Ağros köyünden Avustralya’ya uzanan Hristoforos ve Andrulla’nın hikayesi... (1)
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Ağros köyünden Avustralya’ya uzanan Hristoforos ve Andrulla’nın hikayesi... (1)

A+A-

Çok değerli arkadaşımız, araştırmacı yazar, grafik sanatçısı ve akademisyen, Avustralya’da “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” başlıklı internet sitesinin kurucusu Konstantinos Emmanuelle, Ağros köyünden Avustralya’ya uzanan Hristoforos ve Andrulla’nın ilginç hikayesini kaleme aldı.

Konstantinos Emmanuelle’in “Tales of Cyprus” için kaleme aldığı yazıyı özetle derleyip okurlarımız için Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle, Hristoforos ve Andrulla’nın hikayesini şöyle anlatıyor:

***  Hristoforos Kiriakos Yeorgiadis, Ağros köyünde, 28 Temmuz 1929 tarihinde dünyaya gelmişti. Kiriakos Yeorgiadis ile Harithea Yeorgiu’nun en küçük oğlu idi. Kardeşleri 1924’te doğan Evgenia, 1926’da dünyaya gelen Yorgos, 1927’de dünyaya gelen Andreas idi. Yorgos, 1932 senesinde kızamığa yakalandıktan sonra henüz altı yaşındayken trajik biçimde vefat etmişti...

***  Hristoforos’un babası Kiriakos’un mesleği kunduracılıktı. 1888 senesinde Anadolu’nun Alanya kıyı kentinde dünyaya gelmişti... Annesi Sakız adasından bir öğretmendi ve Alanya’ya ondokuzuncu yüzyılın ortalarında yerleşmişti...

***  Kiriakos 20 yaşlarındayken Anadolu’da Rumlar’la Türkler arasında iç savaş çıkmıştı. Yerel yetkililer, askerlik zorunlu olduğu ve yapılmazsa cezaya tabi olduğu için Kiriakos’a orduya katılması için talimat vermişlerdi. Fakat Kiriakos Osmanlı ordusunda hizmet vermek istemediği için, ana-babasının da hayırdualarıyla dağlara kaçmış, sonra da kıyıda bir yerde amcası onu bir maden ocağında saklamıştı... Amcası bir süre sonra, yanına Kiriakos’u da alması için Kıbrıs’a gidecek olan bir Osmanlı arkadaşını ikna etmişti. Arkadaşına, “Yeğenim kunduracıdır ve deri satın almak üzere Kıbrıs’a gitmesi lazımdır” demişti. Arkadaşı da ona inanarak bunu kabul etmiş ve Kiriakos’un Kıbrıslırum kökenden bir Hristiyan olduğunu anlamamıştı. Adam teknesiyleküçük Girne limanına demir atınca teknenin sahibi Osmanlı Kiriakos’a gidip deri almasını söylemişti...

***  Ertesi günü Kiriakos Osmanlı denizciye Kıbrıslı bir kıza aşık olduğunu ve adada kalmak istediğini söylemişti. Osmanlı denizci ise ona, “Keşke bağzına bir demir bağlayıp seni denize atsaydım buraya gelirken!” diye yanıt vermişti... Kiriakos Kıbrıs’ta kalmıştı... Girne’den ayrılmış ve Leymosun’a giderek burada kunduracılık yapmaya başlamıştı.

***  1916 senesinde Birinci Dünya Savaşı patlak verince, Kıbrıs Katırcılar Birliği’ne katılmış ve Britanya Kuvvetleri’yle birlikte Bulgaristan ordusuna ve daha sonra da Osmanlılar’a karşı savaşmak üzere Selanik kentine gönderilmişti. Savaştan sonra Kıbrıs’a geri dönmüş ve Leymosun’da kunduracı olarak çalışmaya başlamıştı.

***  Hristoforos’a göre babası Kiriakos, Katırcılar Birliği’ndeyken bronşite yakalanmış ve Kıbrıslı bir doktor ona Leymosun’un nemli havasından uzağa, daha yüksek bir yere gitmesini tavsiye etmişti... Hristoforos, “Babam, Papa Kiriakos adlı bir papazla tanışmıştı, o da kendisini, kendi köyü olan Ayyanni’ye götürmeyi önermişti – papazın istediği, babamın oğluna kundura yapımını öğretmesiydi... Babam da dağların daha yumuşak iklimine ihtiyaç duyduğu için papazın bu önerisini kabul etmişti... Çoğu zaman Ayyanni köyünden yakındaki Ağros köyüne gidiyordu yaya olarak iş için... Annemle babam işte orada tanıştılar, Ağros’ta... 1923 yılı civarında Ağros’ta evlendiler. Babam o günlerde 35 yaşlarında falan olmalıydı” diye anlatıyor.

***  Hristoforos, babasının başlangıçta Kıbrıslırumlar’ın konuştuğu dile ve şiveye alışmakta zorlandığını anlatıyor... “Bir keresinde genç bir köylü kızı “nako nero” yani “azıcık su” istemiş fakat babam onun ne kastettiğini kesinlikle anlamamış... Babam düzgün Yunanca konuştuğu halde, yerel şiveyi öğrenmesi zaman alacaktı – babam aynı zamanda çok iyi Türkçe de konuşmaktaydı...”

***  Hristoforos, “Babam Kıbrıs’ta hayatında hiç deniz görmemiş pek çok insanla tanışacaktı. Bir keresinde Ağroslu bir adam ona “Türkiye’den Kıbrıs’a gelirken geçtiği suyun, köyün yakınındaki göl kadar büyük olup olmadığını” sormuş... Şunu belirtmek isterim ki o günlerde Kıbrıs’ta düzgün eğitim yoktu ve insanlar dış dünya hakkında pek az şey biliyordu” diyor.

***  Hristoforos’un annesi Harithea Yeorgiu’nun da maceralı bir hayatı olmuş... “Annem dördü kız, biri oğlan olmak üzere beş çocuktan birisiydi, ne yazık ki babası onları annem henüz çok küçükken terketmişti... Bir başka kadına aşık olmuş ve ailesini terketmeye karar vermişti. Anlatılan bir diğer öyküye göre ise bir Rus gemisinde işlemeye gitmiş ve ondan sonra ne olduğunu hiç kimsecikler öğrenememişti. Rusya’ya gidip orada mı yaşamıştı? Rus bir kadınla mı evlenmişti? Kimse bunun yanıtını bilmiyor. Annem babasını neredeyse hiç tanımadı. Zavallı ninem de beş çocuğu tek başına büyütmek zorunda kaldı... Hatta iki kızını da Lefkoşa’ya çocuk hizmetçi olarak gönderdi ki mali yüklerinin bir kısmı azalabilsin” diyor Hristoforos...

***  Hristoforos, annesinin erkek kardeşinin yani kendi dayısının da sırf bir erik çaldı diye nasıl dövülerek öldürüldüğünü aktarıyor... Şöyle diyor: “O gün çok aç olmalıydı, bir ağaca tırmanarak bir erik koparıp yemek istiyordu fakat ağacın sahibi kadın büyük bir değnekle üstüne yürüdü ve ona vurmaya başladı... Vurmaya devam etmiş. Bu çocuk on-onbir yaşlarında falanmış... Dayımı döverek öldüren kadının köyde ihtiyar heyetinin karşısına çıkarıldığını fakat ceza almadan kurtulduğunu da aktardılar bana. Köyün muhtarı demiş ki “Bir hayat kaybedildi, bir hayat daha mı kaybedelim?” ve böylece bu kadın özgür biçimde evine geri dönmüş...”

***  Hristoforos’a annesinin doğum tarihini sorduğumda yüzünü buruşturuyor ve şöyle diyor: “Sanırım ki 1894 veya 1896 yıllarında falan doğmuş olmalı, öyle düşünüyoruz... Ama bundan tam olarak emin değiliz. Tam tarihi kimse bilmiyor. Şunu anlamalısınız ki o günlerde pek çok insan cahildi ve doğumlarla ölümlerin kayıtları da gelişigüzeldi. Örneğin köyde birisi doğum yaptığında, köy muhtarının bunu deftere kaydetmesi haftalar veya aylar alabilirdi. Bunu kayda geçireceği zaman da kabaca veya aklına gelen tarihi yazıyordu. Örneğin eğer Ocak ayında doğum yapıldıysa, muhtar bunu Mayıs veya Haziran diye de yazabilirdi. O günlerde bu tür şeyler sık sık oluyordu... Bir keresinde bir muhtarla tanıştım ki kendi adını bile doğru düzgün yazamıyordu...”

***  Sonra sohbetimiz isimlere kayıyor... Birkaç şey aktarıyor Hristoforos: “Babamın adı Kiriakos Yeorgiadis idi ancak herkes onu Kiriakos Anadolidis (Anadolulu Kiriakos) olarak biliyordu. Bir başka deyişle, Anadolu’dan yani Küçük Asya’dan geldiği için herkes ona Anadolidis diyordu... Lakabı buydu. Ancak köyümüzde onu herkes Kiriakos Anadolidis olarak bilmekteydi... Benim adım Hristoforos’tur fakat Kıbrıs’ta heres beni Fori olarak tanır. Lakap, ismin önüne geçer bir kez daha...” diyor...

***  Hristoforos, kızkardeşinin doğduğu günle ilgili şoke edici bir öyküyü de aktarıyor: “Annem, kızkardeşim Evgeniya’yı çok büyük zorluklarla dünyaya getirmişti. Doktor Fekos’tu doğumu yaptıran ve anneme biraz kaba davranıyordu. Kızkardeşim dünyaya geldiğinde ölü gibi duruyordu ve Doktor Fekos, onun öldüğünü varsayarak kızkardeşimi dışarıya, karların içine bırakmıştı... Bereket versin ki yakınlarda köpek falan yoktu bebeği alıp gidecek. Babam o kadar şoke olmuştu ki dışarıya çıkıp bebeği kollarına almıştı... İşte o zaman bebeğin dudaklarından küçük hava kabarcıkları çıktığını görmüştü. Yakınlarda toplanmış kadınlardan birine bağırarak derhal zivaniya şişesini getirmesini istemişti, sonra da bebeğin dudaklarına zivaniya sürmüştü... Bebek derhal hayata dönmüştü... Babam, “Doktor, doktor” diye bağırmıştı, “Bu bebek yaşıyor!” Doktor ise dönüp bakmış “Evet, evet, şimdi yaşıyor ama iki saatten fazla yaşamaz bu” demişti... Size şunu söyleyeyim, kızkardeşim hayatta kaldı ve tam 90 yaşına kadar yaşadı!”

***  Hristoforos’a Ağros’ta büyürken hatırladığı en eski hatıralarını soruyorum... “O günlerde insanlar birbirine yardım ederek hayatta kalırdı” diye aktarıyor Hristoforos... “Başka türlü yaşamak mümkün değildi. Para yoktu. İnsanlarda para yoktu. Size bir örnek vereyim... Köyümüzde bir kahvehane vardı, sahibi Diomidis Avgustis idi. İnsanlar burayı “Avgustis’in kahvesi” olarak bilirdi. Kahvesine bitişik bir de bakkal dükkancığı vardı. Bir gün bir torba şeker getirmişti, 20 kilo kadardı bu torba. Köylülere birkaç bardak şeker verip yerine patates, soğan, yumurta ya da köylülerde ne varsa, onu alıyordu... O günlerde insanlar böyle hayatta kalıyordu, öte beriyi değiş tokuş ederek yaşıyorlardı...”

***  1946 yılı civarında Hristoforos’un amcası Vrasithis, Ağros köyüne ilk elektrikli jeneratörü getirmiş... “Tek pistonlu bir jeneratördü bu, bunu iyi hatırlıyorum” diye anlatıyor Hristoforos... “Amcam başarılı biçimde birkaç evi ve sokak lambalarını elektrik kabloları kullanarak bu jeneratöre bağlamayı başarmıştı... İnsanlar ilk kez hayatlarında köyde elektrikli lambalara kavuşuyorlardı... Ve ütü de kullanabiliyorlardı. Ancak günde ancak birkaç saat yetecek kadar elektrik üretebiliyordu amcam. Sevgili ninem elektriğin nasıl üretildiğini anlayamıyordu, kardeşim Andreas’a, “Sokaktaki o direğin tepesinde ışık veren lambayı nasıl koydular?” diye sormuştu. Kardeşim ona ne diyebilirdi ki? Nineme direklerin lambasuyuyla dolu olduğunu, sırmaların da bu lambasuyunu direkten direğe aktardığını, böylece evde bir düğmeye basarak direğin tepesindeki lambanın içindeki fitili ateşleyebildiğini anlatmıştı... Ve ninem buna inanmıştı...”

***  Elektrikle ilgili bir başka öykü hatırlıyor Hristoforos ve kahkahalara boğluyor... Şöyle diyor: “Ağros’ta bir adam tanırdım, babasını hayatında ilk kez Lefkoşa’yı görmeye götürmeye karar vermişti. Babası tüm hayatını Ağros’ta geçirmişti... Şeherde pek çok yeri gezip dolaştıktan sonra Lefkoşa’nın göbeğinde kaldıkları yere gelmişlerdi... Adam babasını odada bırakmış ve “Baba, yatmadan önce lambayı söndürmeyi unutma ha” demişti. İhtiyar yatma vakti gelince, uzun süre lambaya üfürmüş fakat lamba sönmeyince sinirlenmiş, potinini lambaya fırlatarak lambayı kırmıştı!”

***  Hristoforos, Kiriakos Apeitos isimli bir kişinin Ağros’taki orta dereceli okulu yaptırdığını hatırlıyor... “Bu okul, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaptırılmıştı. Okul açıldığı zaman ben 14 yaşındaydım... Apeitos bir zamanlar çok fakir ve sefil bir çocukluk yaşamıştı... Annesiyle babası onu çocuk hizmetçi olarak çalışmak maksadıyla şehere, Lefkoşa’ya göndermişlerdi. Fakat şeherdeki ev sahibinden hiç hoşlanmamış ve gerisin geri köyü Ağros’a dönmeyi başarmıştı. Babası bu kadar kısa sürede oğlunun geri dönmesine çok öfkelenmiş ve çocuğu eve sokmamıştı. Ninem bu çocuğa acımış ve geceleri evin avlusundaki büyük fırının içinde uyumasına izin vermiş, gündüzleri de ona taze ekmek vermişti. Apeitos büyüyüp başarılı bir iş insanı olmuştu... Ninemi hiçbir zaman unutmamış, ninemin ona yaptığı iyiliklere hep vefa duymuştu. Senede bir kez nineme birkaç yarda kumaş gönderiyordu ki ninem kendi entarilerini dikebilsin...”

***  Ağros’ta ortaokulu bitirdikten sonra Hristoforos terzi olacaktı... “Beni Lefkoşa’da terzi olan iki kardeş, Kosta ve Hristo Mayioti yetiştirmişti... Bisikletimle atölyelerine gidiyordum, atölyeleri Uzunyol’da idi (Ledra Street). İki sene kadar, ta 1952’ye kadar Mayioti kardeşlerle kalmıştım. Sonra da Ağros’a geri dönüp kendi terzi dükkanımı açmıştım. Kızkardeşim Evgenia da benimle çalışıyordu. O da kalifiye bir terziydi...”

***  1955 yılında Hristoforos, Kıbrıs’taki İngiliz idaresini sonlandırmak üzere gerilla savaşı yürütmek üzere kurulan Kıbrıslırumlar’ın milliyetçi yeraltı hareketi EOKA’ya katılmaya karar vermişti... “Ta başından” diye anlatıyor, “İkinci Yüzbaşı Grigoris Afksendiuyu ile birlikteydim” dior. “O, öldürülmeden bir hafta öncesine kadar onunla beraberdim... Maşera Manastırı yakınlarında bir mağarada saklanmaktaydı. Bu manastırda papaz olan Hristodulu bana birisinin Afksendiyu’ya ihanet ettiğini ve İngiliz askerlere onun nerede saklandığını söylediğini anlattı. Ben Afksendiyu ile ön cephede olduğum halde herhangi özel bir muamele ya da ayrıcalık görmiyordum. Bir keresinde Afksendiyu'nun yanın’a otururken dönüp bana “Bu mücadele başladı ya, bazılarının çalıştığını, diğerlerinin de o çalışmadan yararlandığını göreceksin” demişti... Haklıydı da...”

(Devam edecek)

(TALES OF CYPRUS’tan Konstantinos Emmanuelle’in yazısını derleyip özetle Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

agros-koyunde-hristoforos-annesi-babasi-ve-kardesleriyle-ayaginda-babasinin-yaptigi-potinler-var.jpg
Ağros köyünde Hristoforos annesi, babası ve kardeşleriyle. Ayağında babasının yaptığı potinler var...
andrullanin-annesi-ve-babasi-1938-senesinde.jpg
Andrulla'nın annesi ve babası, 1938 senesinde...

Bu yazı toplam 1389 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar