1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Ağros köyünden Avustralya’ya uzanan Hristoforos ve Andrulla’nın hikayesi... (2)
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Ağros köyünden Avustralya’ya uzanan Hristoforos ve Andrulla’nın hikayesi... (2)

A+A-

Çok değerli arkadaşımız, araştırmacı yazar, grafik sanatçısı ve akademisyen, Avustralya’da “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” başlıklı internet sitesinin kurucusu Konstantinos Emmanuelle, Ağros köyünden Avustralya’ya uzanan Hristoforos ve Andrulla’nın ilginç hikayesini kaleme aldı.

Konstantinos Emmanuelle’in “Tales of Cyprus” için kaleme aldığı yazıyı özetle derleyip okurlarımız için Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle, Hristoforos ve Andrulla’nın hikayesini devamla şöyle anlatıyor:

***  “Ne demek istiyorsun?” diye soruyorum Hristoforos’a... “Ben Afksendiyu ile birlikte ön saflarda olduğum halde, bir kahve içme ayrıcalığına bile sahip değildim. Her gün onunla beraberdim – oysa benden çok daha düşük rütbelerde olan insanlara işler verilecekti, kendi işlerini kurmaları için mali olarak yardım göreceklerdi ileride” diye aktarıyor...

***  Nihayetinde Hristoforos İngilizler tarafından yakalanmış ve EOKA’nın üyesi olduğu için hapse atılmış... “Britanyalılar tarafından yakalanan ilk Kıbrıslılar’dan biriydim. Bu, 1955 yılında, ilk sokağa çıkma yasağı döneminde olmuştu” diyor...

***  Hristoforos, 1950’li yıllarda ikili bir hayat sürdürmüş, bir yandan Ağros’ta terzi olarak çalışırken, öbür yandan da EOKA için gizlice çalışmaya devam etmiş. “Köydeki telefondan ben sorumluydum” diye anlatıyor. “O günlerde Ağros’ta tek bir telefon vardı ve o telefonu çalıştıran tek kişi de bendim. Bölgedeki insanların birini arayabilmesi için benim devreye girmem gerekiyordu. EOKA için çalıtşığım dönemde şifreli biçimde konuşuyorduk. Örneğin Ayyani’nin papazı beni arayıp “Geçen gün sipariş ettiğim gömlek hazır mıdır?” diye soruyordu... Ben de “Evet” diyordum... O zaman papaz, “İyi. O zaman yarı yolda seninle buluşup gömleği almak üzere birini gönderiyorum” diyordu. Böyle şifreli konuşuyorduk ve İngilizler’in ruhu sezmeden silah, dinamit gibi şeyleri aktarıyorduk” diye anlatıyor...

***  Hristoforos, “Bir keresinde” diyor, “bazı EOKA’cılara dinamit götürmek zorundaydım... Bir teneke kutuyun dibine yerleştirmiştim dinamiti, üstünü de toprakla örtmüştüm. Bu toprağa da küçük bir elma fidancığı ekmiştım, hatta bunu zaman zaman suluyordum ki kuşkuya mehel vermesin. Dinamiti götürmem söylendiğinde bu tenekeyi kapıp Leymosun’da Lanitis’lere ait mağazaya gitmiştim, burada adam benden bu fidancığı almış ve bana Afksendiyu’ya verilmek üzere bir zarf vermişti... Bu zarfı pantolunumun paçasının ön kısmına yerleştirmiş ve dağlara çıkarak Afksendiyu’yu bulmaya gitmiştim... Afksendiyu’ya giderken İngiliz askerler bizi durdurmuş, beni tepeden tırnağa aramışlar fakat zarfı bulamamışlardı... Pantolon paçasının ön kısmını aramayacaklarını biliyordum...”

***  Hristoforos, “Bir keresinde” diyor, Ağros’tan Stilianos Lenas’a Potamitissa köyüne kadar eşlik etmem istenmişti... Çok sert bir dağlık arazide dört millik bir yoldu bu... O gece, hayatımın en korkunç gecesiydi. Her yer karanlıktı, o gece ayışığı yoktu. Karanlıkta ilerliyor ve karşımızda ne olduğunu göremiyorduk... Toprak yolları kullanamıyorduk... Zaman zaman dizlerimizin üstünde tırmanıyorduk ve o zorlu araziyi karanlıkta gözü kapalı aşmaya çalışıyorduk. Köyün varoşlarına vardığımızda, uzakta bir yerde fenerlerle bazı adamlar gördüm. Bunların İngiliz askeri mi yoksa köylüler olduğunu kestirememiştik. Gidip benim bakmam gerekiyordu... Bir köpek havlamaya başlamış ve susmuyordu... Köpeğin yerimi belli edeceğinden korkuyordum... Yavaş yavaş köye girdim ve bir köşeden öteki köşeye sakına sakına gitmeye başladım. Adamların yanına vardığımda, onların tarlalarını suvarmak üzere gece kalkmış olan köylüler olduğunu anladım. Lenas’ın saklandığı yere geri giderek ona köye kadar eşlik ettim. Ne yazık ki bundan üç-dört hafta sonra Lenas İngilizler tarafından yakalanarak öldürülmüştü...”

hristoforos-ve-andrulla-evlerindeki-dikis-atolyesinde-2020de.jpg

Hristoforos ve Andrulla, evlerindeki dikiş atölyesinde, 2020'de...

***  1960 yılında Hristoforos, Andrulla Kleanthus ile evlendi... Andrulla, 1940 yılında Ağros'ta dünyaya gelmişti. Hristoforos’u uzaktan tanıyordu... “Oniki yaşındayken köyden ayrıldım ve Karava’ya amcamın yanına gittim, birkaç aylığına ekşileri toplamasına yardım etmek üzere Karava’ya gittiydim” diye anlatıyor Andrulla. “Ama köyümü o kadar özlediydim ki birkaç ay sonra Ağros’a geri dönmüştüm... İşte o zaman annem beni Hristoforos’un dükkanına göndermişti, böylece Hristoforos’un kızkardeşi Evgenia bana dikiş dikmeyi öğretecekti... Hristoforos’u ismen ve uzaktan gördüğüm kadarıyla tanıyordum...”

*** Andrulla şöyle devam ediyor: “O günlerde birbirimize konuşmak ne mümkündü... Benden 11 yaş daha büyüktü... Bir süre sonra Lefkoşa’ya hasta ve yatalak olan teyzeme bakmaya gitmiştim... O günlerde hasta teyzemin evinin yakınlarında dükkanı olan Kadina adlı bir kadından birkaç yıl boyunca dikiş dikmeyi öğrenmiştim. Ayrıca Mofakis adlı Lefkoşa’nın en iyi mağazalarından birinde de çalışma fırsatı bulmuştum... Bu mağazada kadınlar için döpiyes takımlar dikilip satılmaktaydı. Gençlik yıllarımda Lefkoşa’da başka mağazalarda da çalıştım. Ancak yedi sene sonra tekrar Hristoforos’u görecektim. Babası ölmüştü, Ağros’a babasının cenazesi için gelmişti...”

***  Hristoforos, “Babam Mayıs 1959’da vefat etmişti... Kutsal Cuma idi o gün... Ertesi günü Paska’nın Cumartesi günü idi ve hemen onu gömmek zorundaydık çünkü o günlerde morg gibi şeyler yoktu...”

***  Andrulla, “Dediğim gibi Hristoforos’u cenazede gördüm” diye anlatıyor... “Ancak yeğeni Lambros ona benimle evlenmesini önerinceye kadar işler ciddileşmemişti, sonra da annemle babama bilgi verilmişti. O günlerde böyle olmuştu... 4 Eylül 1960’ta evlenmiştik...”

***  Kasım 1961’de Hristoforos ile Andrulla’nın ilk evlatları olan Harry dünyaya gelmişti. Bundan altı ay sonra da Kıbrıs’tan ayrılarak Avustralya’ya göç etmeye karar vermişlerdi... Hristoforos, “Mali nedenlerden ötürü Kıbrıs’tan ayrıldık” diye anlatıyor. “O günlerde herşey veresiye idi. Bir keresinde hatırlıyorum, Paska idi, o kadar çok sipariş almıştım ki... Sabahın köründen geceyarılarına kadar çalışıyordum, pek çok müşterimin siparişini Paska’dan önce yetiştirmek üzere... Müşteriler dükkanıma gelerek siparişlerini arıyorlar ve sonra da “Seni sonra ödeyeceğim” diyorlardı. Herkes beni sonra ödemek istiyordu! Hiç para kazanamıyordum – tek bir şilin dahi... Defterciğime müşterilerin isimlerini ve bana ne kadar borçları olduğunu yazıyordum... Toplamda o günlerde 16 lira kazanmış olmam gerekirdi ki o günler için bu büyük paraydı... O günlerde 16 lira, üç haftalık ücretimize denk geliyordu...”

***  Hristoforos şöyle devam ediyor: “Babamdan bana kiliseye gideceğimde yanımda bulunsun diye birkaç kuruş borç para vermesini istediğimde dönüp bana baktı ve ‘Bütün gün, bütün gece çalışıyorsun ve hala kendi adına bir şilin paran bile yok’ demişti... O günlerde durum böyleydi. Herşey veresiye idi... İşte o zaman köyden ve Kıbrıs’tan ayrılmam gerektiğini anlamıştım. Geleceği düşünüyordum ve eğer köyde kalırsam hayatımın sınırlandırılmış olacağına inanıyordum... Bu tıpkı parmaklıkları olmayan bir kafeste yaşamak gibiydi... Evet, özgürdüm fakat geleceğe yönelik olanaklarım sınırlıydı...”

***  Hristoforos, Avustralya’ya göç edebilmek için soyadını Kiriaku olarak değiştirmek zorunda kalacaktı. Şöyle diyor: “Kardeşim Andreas, Avustralya’ya göç etmemiz için bize davetiye göndermişti. Kendisi zaten Avustralya’daydı... Farklı soyadlarına sahiptik ki bu da Avustralya hükümeti için bir sorundu... Andreas doğduğu zaman, Ağros’un muhtarı onu “Andreas Kiriaku” diye kaydetmişti, yani “Kiriakos’un oğlu Andreas” manasındaydı bu. Fakat ben doğduğum zaman beni Hristoforos Kiriaku Yeorgiadis olarak kaydetmişti... Göçmenler Dairesi kardeşimle aynı soyadını taşımamı istiyordu, böylece soyadımı değiştirerek Kiriaku soyadını aldım...”

***  “Mayıs 1962’de Kıbrıs’tan ayrılarak yirmialtı gün sonra Melburn’a vardık” diye anlatıyor Andrulla. “Gemimizin adı Roma idi... Leymosun’dan Beyrut’a kadar daha küçük bir gemiyle gitmiştik, sonra da Mısır’daki Suveyş Limanı’na geçmiştik. Süveyş’te küçük ve çok pis bir otele yerleşmek zorunda kalmıştık, Roma adlı geminin gelmesini beklerken... Yataklar tahtakurusu doluydu. Bebeğimi yatağa yatırmaya korkuyordum...”

***  Hristoforos da, “Evet bizim için büyük bir maceraydı bu” diye hatırlıyor... “Hatırlıyorum da Beyrut’ta iki liradan daha az bir paraya pek çok şey almıştık. Bunca çok şeyi iki lirayla alabilmek beni hayretler içinde bırakmıştı... O günlerde Kıbrıs lirası çok değerliydi. Kıbrıs’tan yanımızda üç büyük sandık getirmiştik, burada öte berimiz vardı, Andrulla’nın cehizleri vardı. Süveyş’te bazı Araplar bu sandıklardan birini kırarak içindeki eşyalarımızı çalma girişiminde bulunmuşlardı. Sandığı yarı yarıya açık bulmuştum, elişi örtülerimiz dışarıya sarkmıştı... Şanslıydım ki limanda birkaç eski ve paslı çivi bularak sandığı onardım... Süveyş’te kendinizi her zaman hırsızlardan korumak zorundaydınız...”

hristoforos-ve-andrulla-ilk-evlatlari-harry-ile-melburnda-1965te.jpg

Hristoforos ve Andrulla, ilk evlatları Harry ile Melburn'da, 1965'te...

***  Andrulla, “Bizim gemide pek çok Kıbrıslıtürk de vardı, onlar da Avustralya’ya gidiyordu” diye hatırlıyor... “Evet, doğrudur bu” diyor Hristoforos, “Birkaç genç kızla tanışmıştık, gelecekteki eşleriyle tanışmaya gidiyorlardı” diye anlatıyor... Roma adlı gemi Avustralya’ya varmadan Fremantle dışında çok sert bir fırtınayla karşılaşmış ve herkes çok korkmuştu... “Dalgalar gemimizi havaya fırlatıyordu... O kadar yükseğe çıkıyordu ki gemi, sonra da büyük bir gürültüyle suya düşüyordu... Bazan dalgalar gemiden daha yükseğe kadar çıkıyordu. Hepimiz için çok büyük korku dolu anlardı bunlar... Çok şükür Melburn Limanı’na güvenlik içerisinde varabildik. Kardeşim Andreas rıhtımda bizi bekliyordu ve bizleri alarak Kalkallo’daki evine götürdü. Ailesiyle burada yaşamaktaydı.”

***  Hristoforos, anlatmaya devam ediyor: “Andreas, bir benzin istasyonu ile 24 saat açık olan bir kafenin sahibiydi ve bunları çalıştırıyordu Kalkallo’da... Dört ay sonra kardeşim bu işyerini sattı ve hep beraber Kalkallo’dan ayrılarak Fawkner’e taşındık. Orada Craigieburn’de bir Ford fabrikasında temizlikçi olarak iş bulmuştum. Andrulla ve oğlumuz Harry ile birlikte Preston’da bir eve taşınmıştık...”

***  Ford fabrikasındaki çalışmaları ardından Hristoforos, Fitzroy’da Johnson Street’teki C.J. Wilson Giyim Fabrikası’nda iş buldu... “Ben, kesim bölümünden sorumluydum. O günlerde, günde 200 takım elbise üretiyorduk. Büyük bir fabrikaydı” diye anlatıyor Hristoforos. Andrulla da, Fitzroy’da bir giysi fabrikasında iş bulmuştu – bulduğu iş, eşinin çalıştığı Wilson Giyim Fabrikası’na uzak değildi... “Preston’dan ayrıldık ve Hristoforos’un amcasıyla birlikte Fitzroy’da bir eve taşındık” diye hatırlıyor Andrulla. “Hristoforos’un yengesi bebeğimiz Harry’ye bakıyordu. Fitzroy’daki bu evde eğer gaz ya da sıcak su istiyorsan, bir kutuya para atmak zorundaydın... Duş ve tuvalet, binanın dışında, arkasında bir yerdeydi...”

***  “Evet” diyor Hristoforos, “Kış aylarında duş yaptığınızda ve eve geri gitmeye çalıştığınızda donuyordunuz... Hatırlıyorum da haftada 14 lira ödüyorduk kiraya, Andrulla haftada dokuz lira kazanıyordu... Onun bütün maaşı, kiraya gidiyordu...”

***  1966 yılında Hristoforos ve Andrulla ilk evlerinin depozitosunu yatıracak kadar miktarda para biriktirebilmişlerdi... “ANZ bankasına gittim, bir ev satın almak için borçlanmaya” diye anlatıyor Hristoforos... “Ev 7 bin liradan satışa çıkarılmıştı ve 500 lira depozito isteniyordu... Banka memuru yaşlı bir beyefendiydi, bana kimliğimi bile sormadı. Sadece adımı sordu, evin hangi bölgede olduğunu sordu. Ona evin Brunswick’te Union Street’te olduğunu söyledim. Sonra duvardaki saate baktı ve “Eğer vaktiniz varsa gidelim ve bu eve birlikte bakalım mı?” diye sordu bana. O günlerde bankadan borç para almak bu kadar kolaydı yani. Banka görevlisi herşeyi ayarladı ve böylece parayı borçlanarak bu evi satın alabildim...”

***  Hristoforos ve Andrulla’nın evi, Dawsons denen bir dökümhanenin yakınındaydı... “Dökümhanenin sahipleri komşularımızdı ve Bayan Dawson’la çok iyi arkadaş olduk” diye anlatıyor Andrulla. “Adı Gwen idi ve o günlerde bana çok yardım etti. Sık sık ziyaretime geliyordu, oturup sohbet ediyorduk, birlikte kahve içiyorduk. Benim yaptığım Yunan usulü kahveyi çok seviyordu. Bir keresinde hatırlıyorum da beni aldı ve kente götürdü, Myers kafeteryasında bana öğle yemeği ısmarladı. Çok iyi bir kadını, çok yakın arkadaş olmuştuk...”

***  1968 yılında Hristoforos ve Andrulla’nın ikinci oğluları Sam ve 1977 yılında ise kızları Maria dünyaya geldi. Hristoforos, “Melburn’daki ilk yıllarımı düşündüğümde çok duygusallaşırım” diye konuşuyor... “O günlerde hayatımda birşeyler başaracağım yönünde bir tür özgürlük duygusu hissediyordum. Nereye gidersem gideyim önümde kapılar açılıyordu. Çok iş olanağı vardı... Bir fabrikadan ayrılıp yolun karşsına geçip aynı gün başka bir iş bulabiliyordunuz... Bulduğum her işte her zaman terfiler aldım ve ilerlemek için fırsatlar tanındı bana... Şunu da söylemeliyim ki Avustralya halkıyla çok iyi ilişkilerim oldu. Bana her zaman gerçekten yardım ettiler ve beni gözettiler... Bir gün düğme satın almaya gitmiştim, hatırlıyorum dükkan sahibi bir avuç düğmeyi de beleşe vermişti bana ekstradan... İnsanlar bu şekilde bana çok yardım ediyordu... Bu ülkede yaşadığım 60 yıl boyunca, hiç kimsecikler beni kandırmaya ya da bana dürüst olmayan biçimde davranmaya çalışmadı. Avustralyalılar çok iyi insanlardır. Ve o günlerde herşey ucuzdu ve insan istediklerini satın alabiliyordu... Hatırlıyorum da Victoria Market’te alışverişe gidiyor ve meyvaları kasayla alıyorduk...”

***  Hristoforos, Melburn’a her gittiğinde gidip Kıbrıslılar’ı ve Yunan göçmenleri arayıp bulduğunu da anımsıyor... “Onları gördüğünüzde yabancı bir ülkede yaşıyor gibi gelmezdi” diye anlatıyor. “Biz göçmenler birbirimizi hep tanıyorduk... Haftasonları plaja ya da dağlara gidiyor, piknik yapıyorduk birlikte. Her zaman arkadaşlarımızla birlikteydik... Birlikte tavla oyunuyor ve pek çok güzel gün geçiriyorduk...”

***  Röportajın sonuna doğru, Hristoforos ve Andrulla’ya, Kıbrıs’tan ayrılmaktan pişman olup olmadıklarını soruyorum, “Hayır, hayır!” diyor Andrulla derhal... “Asla... Eğer Kıbrıs’ta kalmış olsaydık, kim bilir başımıza neler gelirdi...”

***  TEŞEKKÜR: Hristoforos ve Andrulla Kiriaku’ya, hayat hikayelerini Kıbrıs’tan Hikayeler’de yayınlamama izin verdikleri için çok teşekkür ediyorum. Oğluları Sam’e tüm yardımları ve son yıllardaki desteği için özel olarak teşekkür ediyorum. Sam’in annesi ve babasıyla ilkin Ocak 2020’de tanışıp onlarla röportaj yapmıştım, panedemi ve sokağa çıkma ve kapanmanın öncesindeydi bu. Çok şükür bu yıl tekrardan onlarla yeniden iletişim kurabildim ve hayat hikayelerini tamamlayabildim...

(TALES OF CYPRUS’tan Konstantinos Emmanuelle’in yazısını derleyip özetle Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

Bu yazı toplam 1106 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar