Ağustos ayı, katliamlar ayı Kıbrıs’ta... Bu yüzden uyanık olmalıyız...
Ağustos ayı, her iki toplum için çok acılı bir aydır... Bu ay içerisinde her iki toplumun faşistleri tarafından her iki tarafta da pek çok katliama girişildi... Milliyetçilikler birbirlerini beslerler ve ötekinin acısı ve üzüntüsüyle büyürler... Milliyetçiliklerde, insancıllığa yer yoktur...
Galatya gölünde öldürülerek yanyana iki toplu mezara gömülmüştü toplam 17 Kıbrıslırum bugünlerde ve bu iki toplu mezarın yerini, harika bir okurumuzun olağanüstü yardımlarıyla, senelerce uğraş vererek bulmuştuk... Toplu mezarların birinde altı Kıbrıslırum, diğerinde de 11 Kıbrıslırum öldürülerek gömülmüştü ve bunlar yanyanaydı... Işıklarda uyusunlar şimdi...
Bu ve benzer toplu mezarlarda gömülü olanların evlatlarını ve eşlerini tanıdım, kimileri çok iyi arkadaşım oldu, onların acılarına yakından tanık oldum... Acı aynı acıdır: İster Muratağa-Sandallar-Atlılar olsun, ister Derinya veya Palekitre veya Dohni ya da Galatya, öldürülenlerin yakınlarının çektiği acı aynıdır... Buna tanıklık edebilirim...
İşte bu nedenle uyanık olmalı ve bu adada barış için mücadelemizi sürdürmeliyiz, her iki tarafta da aynı katliamları işlemeye hazır olan faşistlere bunu yapmaları için hiçbir fırsat vermemeliyiz...
BASINDAN GÜNCEL...
“Kültürel Miras ve Barış...”
Oğuz Ufuk Haksever
Kültürel mirasın barış inşası sürecinde nasıl bir rol oynadığı az çalışılmış ve tartışılmış, fakat oldukça önemli bir konudur. Kültür ve siyaset ilişkisi çalışan bir uluslararası ilişkiler öğrencisi olmanın yanı sıra, bir barış savunucusu da olarak kültürel mirasın Kıbrıs barışı sürecinde oynadığı rolü ele almak son zamanlarda bayağı ilgi çekmeye başladı.
İlk olarak kültürel mirasın ne olduğuna kısaca değinebiliriz. Kültürel miras, bir toplumun nesilden nesle aktararak sürdürdüğü yaşam tarzı, dans, alışkanlıklar ve yapılar bütünü olarak tanımlanabilir. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) kültürel mirası somut ve soyut kültürel miras olmak üzere iki ana kategoriye ayırmaktadır.[1] Somut kültürel miras, en yaygın bilineni olarak kabul edilmekle beraber, tarihî yapılar, arkeolojik alanlar ve kültürel sanat eserlerini kapsamaktadır. Öte yandan, soyut kültürel miras ise, genellikle farkına varılmadan yok sayılan, yaşam tarzı, dans, müzik, kültürel mutfak ve diğer birçok ögeyi içermektedir. Kültürel miras toplumların geçmişleri ile olan bağları görmeyi ve anlamayı sağlamanın yanı sıra, toplumda ortak bir payda oluşturmakta ve kolektif aidiyet hissi yaratılmasında önemli rol oynamaktadır.
Kültür ve kültürel miras aracılığı ile yaratılan bu ortak bağ ve aidiyet hissi tam da bu noktada barış inşası sürecinde gerekli olan temel unsurlardan biri olarak görülebilir. Kültürel mirasın bu birleştirici gücü ve potansiyeli bölünmüş, ayrı düşmüş veya çatışma içerisinde olan bir toplumu bir araya getirecek ve belki de birleştirecek olan önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konu her ne kadar çatışma ve barış veya çatışma çözümü çalışan meslektaşlarımın alanına girse de kültürün bu gibi durumlarda sorun çözücü olarak kullanılabileceğini düşünmekteyim. Bunun yanı sıra, kültürel mirasın barış inşası sürecinde diğer faktörlerden farklı bir rol oynadığı da öne sürülebilir. Bu bağlamda toplumların kendi içindeki veya toplumlar arası çatışmalara yol açan nedenlerden olan din, dil, ırk ve etnik köken gibi kimlik farklılıkları kültür ve kültürel mirasla birlikte bertaraf edilmiş oluyor. Şöyle ki, hâlihazırda saydığım bu kimlik farklılıkları temelinde bir çatışmaya sahip olan toplumların ortak kültür ve paylaşılan kültürel miras ile ortak bir paydada buluşması mümkün olabiliyor.
Bu durumda da farklı dilleri konuşan, farklı dinlere inanan ve farklı milli söylevlerle yoğrulmuş, farklı ırklara mensup olduklarını düşünen Kıbrıs’ın Türk ve Rum toplumlarını birleştirmenin yolları aranmaktadır. Bu kadar olgu ile farklılaştırılmış ve birbirinden ayrılarak bir çatışmaya itilmiş Kıbrıs toplumlarını birleştirecek güç kültür ve kültürel mirasta aranabilir. Elbette barış sürecinin önemli bir kısmı da kimlik farklılıkları ile açılan yaraları ve yaratılan çatışmayı yine bu farklılıkları olabildiğine azaltmaktan geçmektedir. Ancak bunu sağlamak hâlihazırda var olan ortak paydadan ilerlemekten daha zor bir süreçtir. Bu sebepten ötürü Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumların paylaştığı kültürel miras barış inşası sürecinde daha da öne çıkarılmalıdır.
Öncelikle somut kültürel mirası ele alacak olursak, bölünmüş adanın her iki kesiminde de yüzyıllar öncesine dayanan farklı birçok uygarlığa ve kültür medeniyetine ait tarihî yapılar bulunmaktadır. Bu alanların neredeyse tamamı bugün toplumların ayrıştırıldığı kimliklere dayanmamaktadır. Bu nedenle bu alanların adamızda çatışmanın da ötesine dayanan paylaşılan bir geçmişi simgelediği bilinmeli ve bu ortak geçmişin bir nişanesi olarak görülmesi gerekmektedir. Tam da burada toplumlar arası ortak paydanın somut kültürel miras üzerinden aktif rol oynamasını sağlayacak olan aktör İki Toplumlu Kültürel Miras Teknik Komitesidir. Komite, sivil toplum örgütlerinin de desteğini alarak, her iki kesimde ve her iki topluma çalışan bir organ olarak toplumlar arası ortak kültürel miras bilincini yaratmakta ve bu yapıların korunarak ileriki jenerasyonlara anlamlarıyla birlikte aktarılmasında gerekli rolü üstlenmelidir.
Soyut kültürel mirasa değinecek olursak, benim fikrime göre bu kültürel miras ögeleri somutlara nazaran daha fazla öneme sahiptir. Yüzyıllar boyunca, hatta bölünmenin de sonrasında coğrafi olarak aynı adayı paylaşmamızdan ötürü neredeyse tamamen aynı olan yaşam tarzı iki toplumun en büyük soyut kültürel mirası olarak görülebilir. Yine yaşam tarzı içerisinde de ele alınabilecek olan kültürel Kıbrıs mutfağının da katkısını konuşmak oldukça önemli durmaktadır. Ortak bir mutfağa sahip olunması, hellim, gollifa veya pilavuna gibi iki toplumun paylaştığı yiyeceklerin varlığı “Kıbrıslılık” hissiyatını güçlendirmeye katkı sağlayacaktır. Bunun dışında Kıbrıs’a özgü iki toplumun ortak kültürel dans ve müziği toplumları yakınlaştırmakta ve bir araya getirmede yardımcı bir faktör olarak değerlendirilmelidir. Yaşam tarzı, yemesi, içmesi ve eğlencesinin paylaşıldığını gören ve bunun farkındalığının arttırıldığı Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum toplumları barışa giden yolda birbirlerine bir adım daha yaklaşacak ve “ortak” olan, “Kıbrıslı” olan şeylerin farkına daha da çok varacaklardır.
Kıbrıs’ın toplumları din, dil, ırk ve etnik köken üzerinden ayrıştırılmış ve bölünmüş toplumlardır. Günümüzde bu kimlikler üzerinden artmakta olan ayrılıkçı popülist kimlik siyasetine karşı sürdürülen barış inşası sürecinde sadece Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumları da değil, tüm Kıbrıslıları bir araya getirecek ortak bir payda gereklidir. Bu kadar ayrıştırmanın ve bölünmenin içerisinde barışa giden yolda en kolayda olan ve hâlihazırda var olan asılacak dal toplumsal ortak kültür ve kültürel mirastır.
Kaynakça
[1] Site editörleri (n.d.). What is meant by “cultural heritage”?. UNESCO.
Fotoğraf: Dimitris Vetsikas, Pixabay.
(TABELLA – Oğuz Ufuk HAKSEVER – Haziran 2021)
BİR KİTAP...
“Kuklacı Çocuk...”
Eva Weaver’in “Kuklacı Çocuk” başlıklı romanı, Koridor Yayıncılık tarafından yayımlanmış, Belgin Selen Haktanır tarafından çevrilmiş.
Kitabın tanıtım yazısında şöyle deniliyor:
“Palto dikildiğinde on yaşındaydım. Terzimiz ve çok sevgili arkadaşımız Nathan, bu paltoyu 1938 senesinde, Mart ayının ilk haftasında büyükbabam için dikti. Şehrimizin özgürlüğünü yaşadığı son haftaydı, bizim de…”
Bazen umut, küçük bir çocuğun yüreğine en yakın yerde hayatı selamlamayı bekleyen bir kuklanın verdiği umuttur.
Büyükbabası Varşova gettosunda hayatını yitirdiğinde Mika’ya kalan yalnızca onun muhteşem paltosu değildi, aynı zamanda içi sırlarla dolu bir hazine de onun olmuştu. Mika, babasını kaybeden hasta kuzenini, daracık bir odada yaşamaya mahkum edilmiş komşularını eğlendirirken, kendini kukla gösterilerinin ortasında buluverir. O artık bütün gettonun yüzünü güldürmeyi başarabilen, aşık olduğunda yüreği kelebek gibi kanat çırpan kuklacı çocuktur. Ancak bu güzel tablo, bir Alman askerinin karşısına dikilmesi ve onun gizli bir hayatın içine çekmesiyle yerle bir olur.
Yüreğinize dokunacak, sizi alıp uzaklara götürecek ve döndüğünüzde asla eskisi gibi hissetmeyeceksiniz. Savaşın acımasız yüzüne rağmen küçük mutlulukların aslında ne kadar büyük ve değerli olduğunu anlamamızı sağlayacak bir eser....”