Ahmet An’la Özel Röportaj
Ahmet An’la Özel Röportaj
Bu hafta Gaile dergisi olarak ülkemizin son dönemde yetiştirdiği en üretken araştırmacı yazarlardan, Kıbrıs'ta İsyanlar ve Anayasal Temsiliyet Mücadelesi (1571-1948), Kıbrıs'ta Fırtınalı Yıllar (1942-1962), Kıbrıs nereye gidiyor? , Kıbrıslı Türklerde Sınıf Sendikacılığından Etnik Sendikacılığa Geçiş ve İşçi Muhalefeti (1944-1960), TMT’nin Kurbanları gibi nice önemli eserler veren Ahmet An’la keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. İyi okumalar dileriz...
1. Yazılı tarih geleneğinin güçlü olmadığı bir ülkede, bu alanda çalışmaya nasıl başladınız? Araştırma programınız neyle başladı? Neye doğru evrildi? Çalışmaya başladığınız konuları neden çalışmak istediniz? Çalışma programınızı neye göre oluşturdunuz?
A.A: Yüksek öğrenim için 1969’da İstanbul’a gittiğim zaman, üniversitede o sıralar çok yoğun olarak gündemde olan sol dünya görüşü ve eylemleri ile tanıştım. 12 Mart 1971 askeri darbesinden sonra, izlediğim yayınlar üzerindeki baskılar ve yaşanan ortam, beni daha da kamçıladı. Türkiye solu ile basınının Kıbrıs sorununa bakışını öğrenmek üzere, kütüphanelerde eski gazete ve dergileri taradım, kitaplar okudum.
Edindiğim birikimlerden hareketle, ilk makalelerimi 1972 yılı sonunda Yeni Ortam gazetesinde yayımladım. Haziran 1974’de kurulan Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP)’nin yayın organları olan Kitle gazetesi ve İlke dergilerinde Kıbrıs sorunu ile ilgili araştırma yazılarım çıktı.
Belli bir araştırma programı izlemedim. Yaşadığımız güncel olaylar içinde, bazı tarihsel konuların araştırılması ve Kıbrıs sorununun geçmişindeki bazı gerçekleri, Türkiye sol kamuoyuna aktarma isteğim, yazılarımın konularını oluşturdu. Kıbrıs’a döndükten sonra yayımlanan kitaplarımın hepsi de bir boşluğu doldurmak amacıyla kaleme alındı.
2. Türkiye aleyhine AİHM’de dava açan ilk Kıbrıslı Türksünüz. Kıbrıs’ta siyasi cinayetler gibi hassas konuları araştırarak nasıl bir varoluş deneyimlediniz? Türkiyeli otoriterlerle aranız nasıl oldu?
A.A:1975 yılında Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, İsviçre’nin Basel kentinde ve Londra’da bir yıl süreyle kalıp, 1974’deki savaştan sonra AKEL’in federasyon tezini benimsemesi ve Kıbrıslı Türklerle ilgili geçmişteki politikaları konusunda araştırmalar ve Kıbrıs Türk Demokrasi Derneği’nde siyasal çalışmalar yaptım. 1958’deki TMT terörü nedeniyle Londra’ya göç etmek zorunda bırakılan Kıbrıslı Türk ilerici arkadaşlardan, sözünü ettiğiniz siyasi cinayetlerle ilgili birinci elden bilgiler aldım. Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde kaldığım beş yıl sonunda çocuk hastalıkları uzmanı oldum. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Avrupa’ya göç eden TSİP yetkilileri ile siyasal çalışmalarda bulundum ve bu süre içinde Dünya Barış Konseyi, Uluslararası Kıbrıs ile Dayanışma Komitesi gibi kuruluşlarla temaslar kurarak, ilerici Kıbrıslı Türklerin görüşlerini olabildiğince geniş kesimlere duyurmaya çalıştım. Eylül 1982’de Kıbrıs’a döndükten sonra da, Kıbrıs sorununu işleyen resmi tarih görüşü dışındaki yazılarımı buradaki çeşitli gazete ve dergilerde de sürdürdüm.
AİHM’nde kazandığım davayı (Djavit An vs Turkey, Application No.20652/92) anımsattığınız da iyi oldu. Çünkü geçiş kapılarının yaklaşık 30 yıldan sonra açılmasının, bu dava sayesinde olduğu, bu davada Türkiye’yi savunan kişi olan KKTC eski Başsavcısı Zaim Necatigil’in 2005’de Ankara’da yayımladığı “Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kıskacında Türkiye: Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Mehkemesi’nde Kıbrıs Rum Yönetimi ve Kıbrıslı Rumlar Tarafından Türkiye Aleyhine Getirilen Davalar” başlıklı kitapta vurgulanmaktadır (s.190). Türkiye’nin bana bakış açısını artık siz tahmin edebilirsiniz.
3. İhsan Ali, Derviş Kavazoğlu, Ahmet Berberoğlu, Faiz Kaymak, Nevzat Karagil, Hakim Zekâ Bey gibi Kıbrıs Türk tarihinin önemli tarihsel kişileri ile ilgili yazdınız. Bu kişiler arasında kendinize örnek aldığınız birisi var mı? Varsa neden?
A.A: “Kıbrıs Türk Basın Tarihi”ni yazmak üzere eski gazetelerimizi tararken, sizin saydıklarınız dışında daha birçok, önemli hizmetlerde bulunmuş Kıbrıslı Türkün varlığından haberdar oldum ve çoğu, matbaacı M.Akif tarafından kaleme alınmış olan bu yaşamöykülerini “Kıbrıs’ın Yetiştirdiği Değerler” başlığı altında iki ayrı kitapta topladım. “Kıbrıs Türklerinin Siyasal Tarihi (1930-1960)” adlı 700 sayfalık çalışmamda da, 1950’lerde oluşan ve adamızın taksim edilmesinden yana olan Dr.Küçük-Rauf Denktaş liderliğinden önce yapılmış siyasal kavgalara yer verdim. Özellikle liberal demokrat ve sosyalist görüşteki Kıbrıslı Türklerin, baskı ve sindirme politikalarına karşı verdikleri mücadeleler, genç kuşaklar tarafından bilinmemektedir. “Geçmişini bilmeyen, geleceğini de kuramaz” diye bir veciz söz vardır. O nedenle, toplumumuzda verilen demokrasi mücadelesinde örnek alınacak birçok kişilik vardır ve genç kuşaklar bunları mutlaka okuyup, öğrenmelidir, diyorum.
4. Kıbrıs tarihinde işlenen dört (Ayhan Hikmet, Ahmet Muzaffer Gürkan, Derviş Ali Kavazoğlu ve Kutlu Adalı) siyasi cinayetin failleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
A.A:Adlarını saydığınız dört değerli aydınımız da, ne yazık ki toplumumuzda demokrasinin kökleşmesini istemeyen iç ve dış güçlerin maşaları tarafından öldürülmüşlerdir. Bu siyasi cinayetlerin failleri hakkında hiç de iyi şeyler düşünmediğim açıktır. “TMT’nin Kurbanları” adlı kitabımda topladığım yazılarla, bu değerli insanları anarak, onları genç kuşaklara tanıtmayı amaçlamıştım.
5. 1974’den sonra siyasi süreçte CTP ve TKP’yi ayıran nokta tam olarak neydi? Ekonomi politikaları ve siyasi rejim konusunda TKP ve CTP’nin temel tezleri neydi?
A.A:Ben makalelerimde, o yıllardaki CTP’yi sol sosyal demokrat, TKP’yi de sağ sosyal demokrat olarak nitelendirmiştim. CTP, dış politikada, AKEL’e yakın bir çizgi izlerken, TKP’deki sol kanat, başta SSCB olmak üzere sosyalist ülkeler topluluğunu “revizyonist” diye nitelendirmekteydi. 1975’deki askeri işgalin yardımıyla oluşturulan KTFD’nin, 1983’de KKTC’ye dönüşmesine her iki parti de onay vermiş ve Rauf Denktaş’ın Kurucu Meclis ve yeni devlet anayasası marifetiyle iktidarda kalmasına yol açmışlardır. İç politikada ise, her ikisi de, sürekli iktidar partisi olan UBP’ye muhalefet yaparak, iktidara geldiklerinde, kendilerinin devleti daha iyi yönetecekleri öne sürmekteydiler. Yani ekonomik politika olarak da devlet kapitalizmini savunmaktaydılar.
Ne var ki gerek TKP, gerekse CTP, iktidara geldikleri zaman, iç ve dış politikalarında herhangi bir köklü değişikliğe gitmemişler ve var olan ayrılıkçı yapıyı sürdürmüşlerdir
Şimdi gelelim CTP'nin, Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP) ile olan siyasal farklılıklarına. Bu soruyu, TKP Genel Başkanı Mustafa Akıncı şöyle açıklıyor:
"Şimdi belki soru, "aranızda ne fark var" değil de "ne fark kaldı" şeklinde olabilir. Çünkü CTP ile TKP arasında öteden beri ciddi ideolojik bir fark var. Belki CTP kendi ideolojik iç sıkıntılarını ilk defa bu kadar dışarıya yansıtmaya başladı. Bu bilinen bir olgu idi, ama CTP siyasi yelpazedeki yerini sosyal demokrat bir çizgi olarak nitelendirmedi hiçbir zaman.Örneğin CTP tarihte son zamanlara gelene kadar Sosyalist Enternasyonal üyeliğini düşünmedi şimdiye kadar. Ben öyle bir mesaj almadım şimdiye kadar. Neden Sosyalist Enternasyonal'dan bahsediyorum, çünkü Sosyalist Enternasyonal sosyal demokrat partilerin bir arada bulunduğu bir platformdur. CTP parti programında belli olmasa bile Sovyetler Birliği ile daha sağlıklı bir diyaloğu olduydu. Batı dünyası kurumlarıyla karşılaştırıldığında, dolayısıyla arada çok büyük bir fark olduğu sadece bu ideolojik bağlamdan bile belli oluyor. Şimdi bu CTP içindeki son gelişmeler bu partiyi hangi noktaya götürür onu bilemem. O benim işim değil, kendi parti örgütlerinin yöneticilerinin üyelerinin kararlarıyla oluşacak bir olgudur. Ancak bizim temelde Kıbrıs sorununa ilişkin bir söylemimiz var ki o konuda da ayrı düşünüyoruz CTP ile...2. DP-CTP Hükümeti kurulurken bize resmen teklif geldi. Orda yaptığımız tartışmalarda bir kere daha net olarak ortaya çıktı ki bizim söylemimiz epey farklılaşıyor CTP ile."
Akıncı, 2 Şubat (1998) günü Kıbrıs gazetesinde çıkan söyleşisinde daha sonra, ayrıntıya girerek, KKTC'nin devlet olarak varlığını savunma, kendi para birimini basma, çözüm çerçevesi ortaya çıkmadan AB'ye üyelik görüşmelerine katılmama gibi konularda CTP'den nasıl ayrıldıklarını anlatmaktadır. Anlaşılan bir süre daha, CTP ve TKP ayrı kulvarlarda koşmayı sürdürecekler ve enerjilerini şoven ve tutucu sağ kanat lehine harcayacaklardır. Böylece Kıbrıslı Türk sosyal demokratların birliği bir başka bahara ertelenmiş olacaktır.”
6. Kıbrıs siyasi tarihinde en fazla sahip çıkılması gereken geleneğin hangisi olduğunu düşünüyorsunuz?
A.A:Doğaldır ki Kıbrıs siyasi tarihindeki sol ve demokrat geleneğe sahip çıkılmalıdır. Toplumumuzda demokratik hakların kazanılması için, örgütlü halk güçleri yüz yıla yakın bir zamandır mücadele vermektedir. İngiliz sömürge döneminde, yöneticilerden mevki kaparak veya zamanın Kıbrıs Türk liderliğinin koruması altına girerek, eski görüşlerini terk edenler olduğu gibi, TMT’nin devletleşmesinden sonra da, Kıbrıs sorunundaki resmi Türk görüşünü benimseyerek, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin taksim yoluyla ortadan kaldırılmasına hizmet edenler de olmuştur. Sol gösterip, sağ vurma geleneği hep, topluma ihanet edenlerin gittiği yol olmuştur. Bunların korkmadan teşhir edilmesi, dürüst politikacıların öne geçmesi için kaçınılmaz bir görevdir.
7. Kıbrıs Türk Solunun bugün geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Hangi noktalarda eleştiriyorsunuz?
A.A:Kıbrıs Türk solunun bugün geldiği nokta (ki bu Kıbrıs Rum solu için de geçerlidir), büyük bir başarısızlık örneğidir. Muhalefette iken verilen sözlerin, iktidara gelince tutulmaması, sol politikanın inandırıcılığına indirilen büyük bir darbe olmuştur. Çalışan halkın değil de, sömürü ve talandan yana olanların çıkarlarını savunan bu partiler, uyguladıkları sermaye yanlısı neo-liberal politikalarla geniş kitlelerin politikadan kopmasına yol açmışlar, kendi parti yandaşlarına haksız kazançlar sağlayarak, kurulu düzenin devamına hizmet etmişlerdir.
8. Kıbrıs’taki yeni kuşağa ilişkin ne düşünüyorsunuz? İzinizden gitmek isteyebilecek genç araştırmacılara önerileriniz nelerdir?
Yeni kuşağın önemli bir bölümü, politikadan uzak durmaktadır. Hazır yemeye alıştırılmış ve geleceğe ilişkin planları olmayan, günübirlik bir yaşam sürmektedir. Azınlıkta kalan bir bölüm ise, toplumumuzun içine düşürüldüğü çıkmazın nedenlerini sorgulamakta ve geleceğe ilişkin görüşler geliştirmektedir. İşte bu kesim, benim umudumdur. Onlara, daima sorgulayıcı olmalarını öneriyorum. Unutturulan geçmişimizi tüm ayrıntıları ile öğrenmeye çalışmalarını, hatalardan dersler çıkarmalarını ve günümüzü iyi tahlil ederek, geleceğe ilişkin bir politika geliştirmelerini ve bu doğrultuda örgütlenmelerini öneriyorum. Gelecekte, ya sosyalist bir dünya düzeni kurulacak, ya da barbarlığa dönüş olacaktır. Onların tercihinin ezilen ve sömürülen halklardan yana olacağına inanmak isterim.