1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Ahmet Demirel’in Gönyeli’de eğitimle ilgili hatıraları...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Ahmet Demirel’in Gönyeli’de eğitimle ilgili hatıraları...”

A+A-

Belgin Demirel

Ahmet Demirel’in Gönyeli’de eğitimle ilgili hatıraları:

“Ben ilkokula 1935’te başladım, çünkü 1928 doğumluyum, yedi daha 1935 eder. O dönemlerde okula başlama yaşı diye bişey yoktu. Büyük kardeş okula başladığında, evdeki küçük kardeş ağlayıp, okula gitmek isterse, “Hade sen da git” deyip, küçüğü de okula yollarlardı. Bizim mahallede örneğin Japon  okula başladığında, küçük kardeşi  Vardiyan Ali daha 5 yaşında idi ve okula gitmesine iki yıl varken onu da okula yollamışlardı. Ben beşinci sınıf olduğumda, okula başlama konusunda yaş haddi getirildi. O zamana kadar kız ve erkek çocuklar ayrı okullarda okuyordu, aynı yıl kız ve erkekler birlikte okumaya başladı. O güne kadar kız çocukları kadın öğretmen başka okulda, erkek öğrencileri de erkek öğretmen eski belediye binası olan okulda okuturdu.

 

OKULUMUZ TEK ODA İDİ...

Okulumuz tek oda idi. Köyün nüfusu az olduğu için, öğrenci sayısı da azdı. Tek odada bütün sınıflar birlikte okurduk. Kız ve erkek öğrenciler birlikte okumaya başlayınca, birler ve ikileri o zamanlar ‘Hocanım’ dediğimiz kadın öğretmen köyün merkezindeki okulda, diğer sınıfları da Süleyman Kadri Bey eski belediye binası olan okulda okutmaya başladı.

 

SÜLEYMAN KADRİ BEY...

Süleyman Kadri Bey, ben okula başlamazdan birkaç yıl önce Gönyeli’ye becayiş olmuştu. Ben ilkokuldan ayrıldıktan bir yıl sonra da ayrılmışt. “Çocuk geldim. Çocuklu gidiyorum,” demiş ayrılırken. Çünkü bekar gelmişti,  Gönyeli’de öğretmenlik yaparken Mesarya’da bir köyde öğretmenlik yapan Namiye Hanım ile evlenmiş, ilk çocukları Seval da köyde doğmuştu. (Not: Seval Hanım,  çok sonraları rahmetli dayıcığım  Ekrem Yeşilada ile evlenip, yine Gönyeli ile bağ kurmuştu  BD)

 

KANİ HOCA...

Süleyman Kadri Bey’den önce Gönyeli İlkokulu’nda Kani Hoca vardı. O dönemlerde köyün hocasını  köy halkı kendisi ödermiş. Kalacak yeri de köy halkı karşılarmış. Kani Hoca, Fransızca öğretmeni Kezban Saraçoğlu ve Cilt Hastalıkları Uzmanı Dr. Kani Nalbant’ın anne tarafından dedeleri idi. Ayrıca Lefkoşa Türk Kız Lisesi’nin öğretmenlerinden Sacit Nereli’nin de babası. Kani Efendi, Kıbrıs’ta en uzun süre imamlık ve öğretmenlik yapan kişi olarak bilinmektedir.  Kıbrıs’ın ilk dokuz öğretmeninden biri olan Kani Hoca, Arap harfleriye dini eğitim veriyormuş, mesleğinin son yıllarında Latin harflerine geçmiş.  Biz eğitime Süleyman Kadri Bey ve Latin harfleri ile başladık.

 

YAŞI BÜYÜYENİ OKULDAN ALIRLARDI...

Toplam öğrenci sayısı 30-40 arasında idi. Tabii 5 ve 6’ncı sınıflardaki öğenciler  ya bir ya iki idi. Çünkü yaşı büyüyeni aileler okuldan alıyor ve işe gönderiyordu. Ya Karatepe’de mermer çıkaran büyüklere yardım edecek ya da ailesi çiftçi veya çobansa tarlaya gidecekti. Sanata gitme yok henüz o zamanlar. Sadece bu iki iş kolu var o dönemlerde. Gönyeli’de hatırladığım kadarı ile ilk sanata gidenler, Japon, Rende ve Bekir Usta idi. Japon ile Rende ortak dükkan açmışlardı ve dülgerlik yaparladı. Sonunda ayrıldılar, Rende marangoz oldu; mobilya vesaire yapmaya başladı,  Japon da dülgerdi,  kapı ve pencere yapardı. Ondan sonra  tabii Rende, çatıcılığa geçti ve isim yapmış kişidir bu konuda. Çünkü Lefkoşa’da çalışıyordu ve  Lefkoşa’ya daha fazla çırak gelirdi. Oysa Japon Usta,  köyde idi ve daha az sayıda çırağı olduğu için, daha az insan tanırdı onu.

 

ALTINCI SINIFA KIZ ÇOCUKLARI GELMEZDİ...

Bizim dönemimizde beşinci ve altıncı sınıflar İngilizce dersi de okurdu. Ne tuhaftır ki, altıncı sınıfa kız çocukları gelmezdi, çünkü büyümüşlerdi ve artık çarşaf örtünmeleri gerekirdi. Bizim sınıfta iki kız vardı, ikisi de Melek isminde: Hamza’nın karısı Melek ile mannav Yusuf’un karısı Melek. Nitekim onlar da altıncı sınıfa devam etmemişlerdi.

 

ÖĞLEYİN EVE GİDER YEMEK YERDİK...

Okul saatlerimiz sabah ve öğleden sonra olmak üzere ikiye ayrılırdı. Öğle paydosunda eve gider yemeğimizi yer, öğleden sonra tekrar giderdik okula. Perşembe öğlenleri paydos ederdik, Cuma günleri tatildi. Cumartesi hafta başı olurdu. Ben okuldan çıktıktan sonra bu değişmişti, ama tam hatırlamıyorum hangi tarihte değişti.

 

ON KİŞİ BAŞLAYIP İKİ KİŞİ BİTİRDİK OKULU...

8-10 kişi olarak başlamıştı benim yaşıtlarım ilkokula, ama biz iki kişi olarak bitirdik ilkokulu: Ben ve Berber Necdet. Berber Necdet daha sonra Türkiye’ye Nazilli’ye yerleşmişti.  Bizim zamanımızda diploma yoktu, ‘Verika’ vardı.  Karnenin karşılığı idi verika. Notlarımız onda yazardı. O zamanlar matbu karneler yoktu. Normal kağıtlardan hazırlanırdı verikalar. Öğretmen beni görevlendirmişti ve devamlı surette ben hazırlardım verikaları, öğretmen de notları yazardı.

 

HOCANIM GABRİYOLEYLE GELİRDİ...

Süleyman Kadri Bey, Gönyeli’de caminin bahçesindeki lojmanda kalırdı. Hocanım dediğimiz kadın öğretmen de Ortaköylü idi, köye ‘gabriyole’ dediğimiz tek atlı araba ile gelirdi. Çift at olursa ‘garutsa’ derdik. Derslerimizde hiçbir surette milli duygulara hitap eden, milliyete vurgu yapan özellikler bulunmazdı. 31 İsyanı’nda Rumlar Vali Konağı’nı yaktıktan sonra İngiliz İdaresi, Türk-Rum seçmeden çok sıkı tedbirler almış ve kurallar koymuştu. Milli günleri kutlama diye bişey yoktu zaten, sadece dini bayramları kutlardık.

 

KIBRIS KAÇ KAZAYA AYRILIR

Tarih, coğrafya ve matematik gibi derslerimiz vardı. Örneğin, Kıbrıs kaç kazaya ayrılır, kazalarda neler, hangi ürünler ve madenler çıkarılır gibi bilgiler okurduk, ama tarihte Türkiye tarihi baskındı. Onda da Osmanlı tarihini okumuştuk.  Aklımda sadece Osmanlı’nın ilerlemesi kaldı, gerileme devrini okumamıştık. Viyana kapılarına kadar gidildiğini okumuştuk. Ben kolay sonra unutmam, ama gerileme devrini okuduğumuzu hatırlamıyorum. Türkiye’nin yakın tarihini, örneğin Kurtuluş Savaşı’nı, Lozan Anlaşması’nı filan hiç okumadık.

 

OKULUN BAHÇESİNDE TARIM DERSLERİ YAPARDIK

Süleyman Kadri Bey derslerin yanında tarıma da meraklı bir öğretmendi. Oklun bahçesinde tarım dersleri yapardık. İngiliz Yönetimi, okula ücretsiz olarak, talep edilen tohumları gönderirdi. Tevfik Efendi diye bir adam vardı, motorla gelir getirirdi. Onları ekerdik  okulun  bahçesine. Çiçek ekerdik, örneğin karanfil, haşhaş serbestti o zaman haşhaş da ekerdik. Şimdiki kadar çok çeşit yoktu tabii o zamanlar. En fazla da ektiğimiz mis çiçeği idi. Bir de derin çukur kazmışlardı okulun bahçesine, budadığımız dalları, yeşillikleri de onun içine atardık. Kompos mu yapılırdı, tam hatırlamıyorum, sadece yeşillikleri o çukura attığımızı hatırlarım.

 

TOP OYNARDIK...

İngiliz kralı, yani İkinci Elizabeth’in babası, Sekizinci Edward’tan almıştı tacı. O tahta çıkınca, bize bir hayle irili ufaklı top hediye edilmişti. Her öğrenciye bir tane düşmüyordu toplar. Onun için okulun spor malzemelerinin arasına konan bu toplarla herkes sırayla oynardı.Topların arasında bir de standart futbol topu da vardı. Okulun arkasındaki harmanlıkta, bir topun arkasında koşardı öğrenciler. Kural filan bildiğimiz yoktu.

 

POTİN BOYATAN KÖYLÜLER...

Süleyman Kadri Bey, yalnız okul öğretmeni değil, köyün de öğretmeni idi, çünkü Gönyeli’nin tarımda makineleşmesinde büyük rolü oldu. Bir de köyün parası yabancıya gitmesin isterdi. Cumaları köylüler, Şeher’e gider, Selimiye’de namaz kılardı. Lefkoşa’da, şimdiki Büyük Han’ın girişinde bir kahve vardı. Bütün köylüler o kahveye giderdi. O kahvede iki boyacı vardı, biri Çatozlu bir Türk, diğeri Fidi isminde bir Rum. Köylüler bir gün Fidi’nin önünde sıra tutmuş, kaç kişi idiyseler, kunduralarını ona boyatmışlar. Türk boyacı da boş oturmuş. Süleyman Kadri Bey o gün ordaymış, Çatozlu Türk’e seslenmiş ve kunduralarını ona boyatmış. Cumartesi hafta başı mektebe gittiğimizde, aldı bizi önüne ve şöyle dedi, “Söyleyceksiniz babanıza, abinize, dayınıza, dedenize ve amcanıza, kunduralarını Türk boyacıya boyatsınlar. Bunu yapmamak bir ayıptır. Neden orda bir Türk varken Rum’a boyattı hepsi de?”

 

KÖYDE İLK TRAKTÖR...

Tarımda makineleşmede de payı vardır Süleyman Kadri Bey’in. 1940’tan evvel Aziz Dayı (Aksaray’ın babası, Mustafa Damdelen’in damadı) ilk traktörü getirdi, fakat başaramadı. Becerip, kullanamadı. Sapanla ilkel vaziyette tarım yapılıyordu. Köyde malları olan Lefkoşalı Bahire Hanım vardı. Vekaletteki malı olanların malını alırdı, çok varlıklı idi. Onlar da bir biçme makinesi almış, onlar da sürdürememişti. Bu defa herkes geri çekildi. Süleyman Kadri Bey, “Her rençberin iki üç çocuğu var. İki-üç rençber birleşip bir makine alsın. Demet bağlamaları da bu çocuklar yapsın. Böylece para da Gönyeli’de kalsın,” dedi. O zamanlar Baf’tan kafile halinde işçiler gelir, orakla ekini biçerlerdi. Hasat bitince de paralarını alıp, köylerine dönerlerdi.

 

YENİ BİR BİÇME MAKİNESİ...

Sonunda köyün iki genç rençberi olan  Arap Ahmet ile Dereli Ahmet’in gönlünü etti. Onlarla birlikte trene bindi, gittiler ve köye yeni bir biçme makinesi getirdiler. Makinenin köye geldiğinin ertesi hafta rastgele okulun arka tarafındaki alanda biçmeye başladılar. Süleyman Kadri Bey, okulu kapattı, hepimizi aldı ve  biçme makinesi ile hasat yapılan tarlaya götürdü. “Bakın, eskiden  bu işi Baf’tan gelen Rum işçiler yapardı ve köyün parası başka kişilere ve köylere giderdi. Oysa şimdi bu paralar köyde ve köylünün cebinde kalacak,” diyerek ders verdi.

Süleyman Kadri Bey’in biz öğrencilere ve köylülere yaptığı katkı anlatmakla bitmez…”

ahmet-omeraganin-sosyal-medyada-paylastigi-bu-resim-1952de-ingiliz-doneminde-yapilan-bir-cesmeyi-gosteriyor.jpg
Ahmet Ömerağa'nın sosyal medyada paylaştığı bu resim 1952'de İngiliz döneminde yapılan bir çeşmeyi gösteriyor...

gonyeliden-eski-bir-resim.jpg
Gönyeli'den eski bir resim...

Bu yazı toplam 983 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar