1. YAZARLAR

  2. Eralp Adanır

  3. Ahmet H. Ese’e ile ‘60’lar,‘70’ler’,‘80’lere müzikal yolculuk-(1)
Eralp Adanır

Eralp Adanır

Ahmet H. Ese’e ile ‘60’lar,‘70’ler’,‘80’lere müzikal yolculuk-(1)

A+A-

Ahmet Hilmi Ese, ‘70’li ve ‘80’li yıllarda ülkemiz müzüğinde birçok grupta yer almış eski müzisyenlerimizden biri. Elbette ‘60’ların ortalarından itibaren ilk müzik deneyimlerine başlamıştı ama “yoğunluk” bakımından ele aldığımızda katıldığı gruplar bakımından özellikle Lefkoşa böllgesindeki ‘70’ler-‘80’ler dönemi müzik yaşamımızın önemli tanıklarındandır.

İlk müzikle tanışıklığını ve neredeyse 25 yıllık müzik yolculuğunun başlangıcını kendisinden dinlemeye başlıyoruz.

Müziğe başladığım tarih benim doğum günümdür. Kısacası; hayatımın anlamı müziğe başladığım tarih 1971 yılıdır diyebilrim. Lefkoşa’nın Yenicami mahallesinin Karababa sokağı.

Müzikle ilgilenmeye mahallemizin müziğe karşı ilgi duyan büyüklerimi dinlemekle ilk adımı attım diyebilirim. Evimizin hemen karşısında şu anda müzik eğitmeni ve otoriteri olan Ali Şenol abimiz ve yine toplumun ileri gelenlerden Fatma Sezer hanımefendiyi akardiyonu ile icra ettiği enstrümantal eserleri dinlemek, beni müziğe teşvik eden en büyük unsur oldu.

Fatma Sezer hanımın okula gittiği lise yıllarında ailece kaldıkları evin bahçesine açılıyordu bizim evin penceresi. Malûm Lefkoşa evleri o dönemlerde iç içeydi. Akardiyondan dinlediğim eserleri ben de melodika ile kulaktan icra ediyordum. Tabii ki Fatma Sezer hanımın bu durumdan hiç haberi olmadan. Bu yazımızı okursa şayet ona da bu durum bir itirafım olsun (gülüyor). Sonuçta müziğe ilk adımda komşularımız olan Ali Şenol hocamız ve Fatma Sezer hanımın rolü büyük oldu.

O yıllarda anladım ki müziğe karşı bende iyi bir kulak vardı. Hani “iyi kulak” denilen şey biliyorsunuz, müziğe yatkınlık anlamındadır. Tabii ki övünmek gibi olmasın. Zaten o yıllarda yani ilkokuldan itibaren bizler ya spora ya da müziğe karşı ilgi duyan bir nesildik. Benim müzikle ilgimin başlama noktası da belirttiğim kişilerin doğru müzik yapmaları ile ilk adımı atmış oldum.

e1-105.jpg

Elbette müziğe kendisini heveslendiren bir anlamda motive eden çevredeki insanlar olmuştur ama diğer yandan müziğe karşı ilgisini besleyen bir şey daha vardı o yıllarda. O da dinlenilen plâklar, müziler, sanatçılar...

Sonradan gördüm ki mahalle arkadaşlarımın da müziksiz günleri geçmiyordu. En yakın arkadaşım Yusuf Karayusuf’un mahallemizdeki evinde gün boyu devamlı plâk dinliyorduk. O dönemler Elvis Presley ve Cliff Richard dönemiydi. Müziğe başlamada bol müzik dinleme çok önemli. Mahallemizdeki ortamlar bu duruma uygun olarak tam da bana hitap ediyordu.

Aralık 1963 olayları her iki toplum için de acı, gözyaşı ve barut kokusunun havada dolaştığı yıllardı. Kıbrıslı Türkler bu saldırılar karşısında içine kapanmış ve buna da tarihimizde “enklav yaşamı” denmişti. 1964-1967 yılları arasında özellikle Lefkoşa bölgesindeki Kıbrıslı Türklerin diğer bölgelerimize göre tam kapalı bir yaşam sürdürülmüştü. Ama ne ilginçtir ki işte bu “kapalı” denilen dönemlerde de popüler müziğimizin gelişimi, yeni yeni kurulan müzik gruplarıyla adeta “patlamıştı.”

Çocukluktan gençliğe geçiş dönemimde Lefkoşa’nın dışa kapanma zamanına denk geldik. 1963 olaylarından sonra o enklavlarda yaşama hali. Abilerimiz vatan savunması için Mücahit olurken benim de yapabileceğim birşeyler olsun diyerekten onlara katıldım. Hem vatan savunması hem müziğe olan ilgimden dolayı böylece kendimi Mücahitler Bandosunda buldum. Yaşım ise henüz 15 idi. Yine Komşumuz olan abim Mustafa Çerkez de bandodaydı. Bir müddet sonra Mustafa Çerkez TAYFALAR isminde orkestralarıyla mahallemizde çalışmaya başlamışlardı.

Onlardan etkilenmeye başlamıştım ve beni müzisyen olma yönünde motive eden bir ortam gelişmekteydi çevemde.

Bu dürtüler ve motivasyon içinde aklıma şu soru takıldı; niçin ben de bir orkestra kurmayayım?

Bu defa ilk önce gitar öğrenmeye çalıştım. Bu arada Bandoda da Zeki Taner bey şefimiz beni vurgulu aletlere koymuştu ihtiyaçtan dolayı. Bir taraftan gitar diğer taraftan davul-trampet. İkisini de öğrenmeye başlamışken yine mahallemizde grup kurma çalışmaları yapan o dönemin Reşat Ergül’ü şimdiki soyadıyla Reşat Akar baterist, kardeşi Mustafa Erdoğan alto, tenor saksafon ve solo ritm gitarda ve ağız armonikasınyla Caner Ilgar’ın oluşumuna gittiği SİYAH ÇOCUKLAR- The BLACK BOYS grubuna bas gitarla katılarak ilk grup çalışmalarım da böylece başlamış oldu.

Vurgulu alet çalmak tempolar hakkında bilgili olmak ve de gitarda akorlara biraz yatkın olmam, bas gitara başlamamda büyük katkı sağladı. Netice olarak ilk orkestra çalışmalarım The BLACK BOYS’la, 25 yıl devam edecek müzik serüvenimin başlangıcı oldu.

e2-085.jpg

‘60’lı yılların ortalarından bahsediyorduz. Yabancı şarkılar yanında Türkiye müzik sektöründe özellikle “aranjman” denilen ve Fecri Ebcioğlu’nun yabancı şarkılara yazdığı Türkçe sözlerle işte bu “akım” da başlamıştı. Yani “aranjmanlar devri.” Gruplar repertuarlarında yabancı şarkılar yanında bu türdeki şarkılara da yer veriyorlardı doğal olarak. Ve az önce de belirttiğim gibi, bu “kapalı” dönemde her bölgede müthiş bir grup oluşumları başlamıştı.

Repertuar olarak o dönemin Türkçe ve İngilizce en popüler eserler grubumuz tarafından icra ediliyordu. Caner Ilgar’ın İngilizce şarkıları lâyıkıyla yorumlaması ayrıca Türkçe şarkılarda da tek kelimeyle mükemmeldi. Mustafa saksafonda o dönemde rakipsizdi. Takdir edilen elemanımızdı. Bateride Reşat çok başarılı idi. Tabii ki o dönemde isim yapmış grupların akabinde bizler devreye girmiştik. 1968-69 yıllarından bahsediyorum.

Lefkoşa’dan BAYRAK KUARTET, FIRTINALAR, ENGİNLER ve Ahmet Belevi’nin grubu vardı. Lârnaka’nın GÜRYELLER, THE FOUR LIGHTS ve onların da ardından gelen DALGALAR... Mağusa’nın FEVERANLAR, MOTİFLER ardından ÇAĞRIŞIMLAR, Limasol’un; KARELER, MARTILAR, ESENYELLER, HALKALAR, Lefke’nin RENK 7 ve Baf’ın RİNTLER grupları vardı meselâ.

Bizlerin The BLACK BOYS-SİYAH ÇOCUKLAR grubumuza sonradan bayan solistimiz Ruhşen Şengül de katılmıştı bir dönem. Grubumuz genelde tüm ada çapında eğlence yerlerinde; düğünlerde, balolarda görev almıştı. Mağusa Riviera barda hafta sonları program yapardık örneğin. Aynı gecelerde Qua Vadis’te de. Bunlar zaten Mağusa’nın en başta gelen mekânlarıydı.

Bizler The BLACK BOYS-SİYAH ÇOCUKLAR olarak adanın her bölgesinde müzik yaptık. Örneğin Baf tarafı köylerinden Ayyanni, Evdim, Lârnaka Deniz Panayırı gibi maceralı programlarımız da olurdu. Bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Cumartesi akşamı Riviera barda programı bitirmiştik. İş bitimi tekrardan Lefkoşa’ya geri dönmemiz yoktu. Geceyi Mağusa’da geçirir, sabahleyin de, uzak olan Evdim köyüne gideceğiz. Gece uykusunda bateristimiz Reşat’ı bir haşere ısırmış olacak ki sabahleyin ısırık yer şişmiş ve ağrılı bir hâl almıştı. Yolculuk anında bir sağlık kuruluşu veya bir doktor bulma imkânı yoktu. O dönemler biliyorsunuz EOKA örgütü her gün her gece bombalar patlatıyor olaylar çıkarıyordu. Bu şartlar altında uzak bölgelerde müzik yapmak, canını tehlikeye atmaktı.

Maceralı bir yolculuktan sonra Reşat’a doktor aradık ama yok. Evdim köyüne vardığımızda orada bir Ebe bulduk. Böylece Ebe gereğini yaptı, tedavi etti. Ertesi gün gazetede bir haber: “Siyah Çocuklar’ın bateristini Ebe muayene etti” (gülüyor). Hiç erkek adamı Ebe tedavi eder mi?

Halkın Sesi gazetesi muhabiri Halil Kaymaklılı bizimle devamlı gazeteci olarak gelir ve gazetedeki sayfası için gerek aktüel gerekse magazin haberleri hazırlardı.

Bu anımın ilginç olduğu düşündüğüm için sizlerle paylaşmak istedim.

 

Bu yazı toplam 1572 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar