Ahmet Özyaşar: “Sporda kimlik geliştiremedik”
Ahmet Özyaşar, Zoraki Evlilik ismini verdiği kitabında, geçmişten günümüze Kıbrıs Türk toplumundaki spor siyaset ilişkisine farklı bakış açıları getiriyor.
“Birleşmiş Milletler parametrelerine göre, biz Kıbrıslı Türkler olarak sporda yaşadığımız ambargoları asla aşamayacağız” diyor Ahmet Özyaşar, doğru çünkü dünyada tanınan tek bir devlet ve onun kurumları var. Zoraki Evlilik ismini verdiği kitabında, geçmişten günümüze Kıbrıs Türk toplumundaki spor siyaset ilişkisine farklı bakış açıları getiriyor. Sonuç olarak ortaya yürümeyen, zoraki evlilikler gibi bir tablo çıkıyor. Güzel bir metafor kullanıyor. Sporun, spordan öte toplumsal, siyasal, kültürel, tarihsel anlamlarını da irdeleyen bu kitabı zevkle okudum.
Ahmet Özyaşar’ın eğitimi turizm üzerine, esas mesleği de turizm öğretmenliği. Kuşkusuz günümüzde turizm spor ile de iç içe geçmiş bulunuyor… Ancak bu durumdan öte spor yazarlığına olan ilgisinin nasıl başladığını konuşuyoruz.
“Spor yazarlğına 1994 yılında başladım. Üniversiteye başladığım ilk yıllardı, tamamen tesadüfen oldu. Zaman içinde yaşamımı sporla içiçe sürerken, aslında spor yazarlığına da ilgim olduğunu fark ettim. Sonuçta otuz yıldan bu yana spor yazarlığı yapıyorum. Kıbrıs TürK Spor Yazarları Derneği’nin As Başkanıyım, Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde bu alanda dersler veriyorum.”
Spor söz konusu olduğu zaman, bu durumu sadece eğlenmek, yarışmak veya bedensel hareketler olarak algılamak çok sığ kalacaktır. Spor; siyasetten, ekonomiye, kültürden, sosyal yapıya kadar pek çok konuyu etkiliyor. Ben de sporun daha çok bu yönleriyle ilgilenen birisi olarak kitabı okumam kaçınılmazdı. Kıbrıs Türk spor tarihini de zihnimde bölümlere ayırdım… Siyasi süreçlerle birlikte değişen bir spor tarihimiz var…
“Kıbrıs Türk toplumu olarak bizler sporla çok geç tanıştık. Osmanlı idaresindeki toplum çok merkeziyetçi yapıdaydı. Osmanlı valisinin kurallarıyla, kültürle yaşadı. Avrupa’da Ortaçağ’da bile krallıklar düzeyinde olsa da spor kültürü vardı. İngilizlerin adaya gelmesi ile kültürlerini de adaya taşıdılar. Elbette içinde futbol da vardı. Böylece bu futbol kültürümüzle birlikte, spor kültürümüz de büyüdü. Toplumun bir şeylere de sarılmaya ihtiyacı vardı, futbola sarıldı. Ama Kıbrıslı Türkler olarak sporla ilgili kendimize kimlik geliştiremedik. Kurumsallaşma boyutuna gelemedik. Sporu günübirlik, dönemsel gördük. Tabii ambargolar da bu durumu etkiledi.”
“1983 yılına dek sporda dünya bizi kabul etmişti”
Kıbrıslı Türklerin tarihde uluslararası müsabakalara katıldığı zamanlar oldu. Hatta geçtiğimiz yıllarda RIK’den alınan görüntülerde Türkiye’deki futbol kulüpleriyle yapılan maçlar var. Yaşananlar önemli fırsatlar ama devamı gelemedi.
“Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra ilk üç yılda, Kıbrıs Milli Takımı beş Türk, beş Rum bir Ermeni veya Yahudi’den oluşuyordu. Yazılı kural değildi ama eşitlik ilkesi vardı. Daha sonra 1963 olayları, Kıbrıs Futbol Federasyonu’ndan (KOP) ayrılmamız, kilisenin devreye girişi, 1974’e kadar kendi içimizde ve Türkiye takımları ile oynadığımız maçlar ve 1974’ten sonra yeni bir kimlik… Kıbrıs Türk Federe Devleti altında Kıbrıs Türk Futbol Federasyonu’nun toplanması… Orada aslında 1983 yılına dek sorunumuz yoktu. Dünya bizi kabul etmişti. Uluslararası maçlar yapıldı, İslam Olimpiyatları’na katılındı. Aslında 1974-1983 arası sporda uluslararası olduğumuz noktaydı. Çok verimliydi. Pek çok başarılı hakem ve futbolcumuz da o yıllarda yetişti. Yetenek yanında hedefleri ve inançları vardı. 1983’ten sonra her şey değişti.”
“Galliga ve Zinhi Kalmaz en önemli iki örnek”
Kitapta spor tarihimizde öne çıkan isimlerin hikayelerine de yer veriliyor. Zihni Kalmaz ve Galliga öne çıkanlar arasında … Yetenekli, büyük başarılara imza atan futbolculardı ama ne Türkiye de ne de güney Kıbrıs’ın takımlarında barındırılamadılar desem haksız olmam sanırım.
“Galliga o kadar yetenekliydi ki Mağusa Türk Gücü ve Paralim’de Cumartesi, Pazar maç yapıyordu. Fakat orada dönemin derin devleti, teşkilat devreye girerek ölümle tehdit ediliyor. Üç gün saklanıyor. Doktor Fazıl Küçük, o dönemin lideri devreye girerek topum için önemli diyerek onu koruyor. Zihni Kalmak Olimpiakos gibi çok güçlü takıma gidecekti, Kıbrıslı Türkleri de temsil edecekti ancak bir sabah uyanarak o dönemim gazetelerinden birinde vatan haini diye başlıkla anılıyor. Ülkeye geri gelmek zorunda kalıyor. Tüm bunlar siyasetin Kıbrıs Türk sporu üzerindeki etkisini çok iyi anlatıyor. Aslında 1983 yılından sonra da pek çok futbolcumuz Türkiye’ye gitti ama toplumsal sıkıntılar hiç konuşulmasa da başgösterdi. Kıbrıslı Türkler hep ikinci sınıf vatandaş olarak kabul edildi. Her zaman ötelendiler.”
“Türkiye Futbol Federasyonu ile sağlıklı ilişkiler kurulamadı”
Özyaşar kitapta ayrıca, Türkiye Futbol Federasyonu ile de bir türlü yerinde, sağlıklı ilişkiler kurulamadığına değiniliyor. Hatta bu konuda yıllar önce yaşanan bir anektota da yer veriyor.
“Dönem dönem düzelse de hiçbir zaman Türkiye Futbol Federasyonu ile sağlıklı ilişkiler kurulamadı. Sıkıntının ateşi 1983’te yandı. Gençler Birliği İlhan Cavcav başkanlığında Kıbrıs’a geldi, Türk Ocağı ile maç yaptı. Ancak daha sonra UEFA’dan büyük ceza aldı. Cezadan sonra da Türkiye takımları kamp yapmaya bile adaya gelmekten çekinir. Bu futbolda bizim Türkiye ile olan bağımızı sonu oldu. Yine de bu noktada Türkiye Futbol Federasyonu yetkilileri sorumluluk almadı. Her zaman mazeretler UEFA ve FIFA oldu. Haluk Ulusoy ve Yıldırım Demirören başkanlığında bu durum arşa çıktı. Buraya gelip de bizim futbol federasyonu başkanlarımızı bile ziyaret etmediler. Hatta başkanımız Hasan Sertoğlu Türkiye’ye gider ve Demiören başkanlığında konuşmalar yapılır sözler verilir. Görüşme sonunda Seroğlu KKTC forması ile fotoğraf çektirmek ister, ve kabul etmez dertsiz başımıza şimdi dert almayalım der. Tüm bunlar varolan sorunların artık göze gelen halleri. Yoksa iki futbol federasyonu arasında çok derin kopukluklar var.”
“Futbol barışa ve huzura köprü olabilirdi”
2003 yılında karşılıklı geçişlerin başlamasıyla birlikte aslında sporda yeni bir sürecin daha başladığını söyleyebilirz. Özellikle Kıbrıslı Türk futbolcular güneyde şanslarını denemeye başladılar. Her ne kadar arada yaşanan hazin olaylar olsa da...
“Kıbrıslı Türkler güneydeki takımlara gitti, yetenekliler kaldı. maddi, manevi kazanımlar da oldu. Sorun çıkmadı fakat Değirmenlik ile başlayan Rum futbolcu süreci var. Bu futbolcunun en zor günleri herhalde Değirmenlik’te oynadığı zamanlardı. Ölüm tehditleri dahi aldı. Evinin önünde yangın çıkarıldı. ELAM onu tehdit etti. Oysa toplumların barışa, huzura ihtiyacı var. Futbol da buna köprü olabilirdi. Daha sonra Athos, Dört Yol maçı yaşandı. Girne Halk Evi kulübü ve başkan Sertoğlu’nun çabasıyla olayın büyümesi engellendi.”
Kitabın ismi de içeriği kadar ilgi çekici... Özyaşar ile Zoraki Evlilik ismini neden seçtiğini de konuşuyoruz. Çünkü hepimiz biliyoruz ki zoraki evlilikler hiçbir zaman yürümüyor.
“Aslında pek çok kişi bana kitabın isminden çok etlilendiğini söylüyor. Kıbrıs Türk toplumunda siyaset ve spor inanılmaz derecede içiçe geçti, birbirlerine muhtaç yaşıyorlar. Bunu da biz Türkiye’den örnek alarak yaşıyoruz. Türkiye’deki parti liderleri, siyasiler her gittikleri ilde bulunan insanları etkilemek için oranın bir takımının atkısını takar, bayrağını taşırlar. Kıbrıs’ta da sarılabileceğimiz tek şey kulüplerimiz kaldı. Hiçbir şeye sarılamıyoruz. Siyasiler ise benim oya ihtiyacım var. Onlar da kulüplerle bağ kuruyorlar. Zoraki bir evlilik gibi. Siyaset ve spor da hep evli kalacak. Canları çektiği zaman yakınlaşıp, daha sonra da uzaklaşacaklar.”