1. YAZARLAR

  2. Neşe Yaşın

  3. Aile İçi Küçük Cinayetler
Neşe Yaşın

Neşe Yaşın

Aile İçi Küçük Cinayetler

A+A-

Kimi insanlar hayatın bütün sırlarını çözmüşler; her şey yolundaymış, vur patlasın, çal oynasın sürüyormuş gibi davranıyorlar ya bu hep düşündürtmüştür beni… Kuşkusuz vardır onların da bazı gizli dertleri. Belki de dertlere karşı bir savunudur bu… Hayatı ziyan etmeme telaşıdır.

Geçenlerde absürt bir anı geldi aklıma. Yıllar önce Anna ile bir karnaval partisine katılacaktık. İkimiz de kara kedi olmuştuk. Siyah taytlar, kuyruk, kedi kulakları ve en önemlisi Anna’nın kız kardeşinin yüzümüze profesyonelce yaptığı makyaj. Lefkoşa’nın eski semtlerinden birinde, partinin yapılacağı eve gitmek için biraz uzakça bir yere park etmiştik arabayı Biz iki kara kedi olarak yolda yürürken küçük eski bir evin önünde yüzünde dehşet ifadesi, gözyaşları içinde bir kız gözüme ilişmişti. İçerden bağırtı sesleri geliyordu ya da belleğim çarpıtıyor şimdi. Kaçıp uzaklara gitme isteği içinde, çaresizlik içinde bir kız ve sokaktan geçen kedi kılığında münasebetsiz iki kadın… O partiye dair hiçbir şey hatırlamıyorum şimdi. Sadece bu kız gözümün önünde… Bir de partiden sonra gittiğimiz barda garsondan bir bardak süt isteyişim.

Annemin zamanı biliyorum daha da korkunçtu, büyükanneleriminkini düşünmek bile istemiyorum. Geleneksel ile modernin birbirine direndiği o geçiş dönemlerinde kadınların hikâyesinden söz ediyorum. Erkek kardeşlerimiz ve erkek arkadaşlarımızla bir eşitlik içinde olduğumuzu sanırken bir gün sokaklardan çağrılıp evlere kapatılışımızı. Dışarısı büyümekte olan kızlar için tehlikelerle doluydu. Koruma altına alınmamız gerekiyordu. Üstelik bizlere de güven olmazdı. Bir serbest bıraksalar başlarına olmadık işler açabilirdik.

Böyle kilit altında tutulmak kızları nasıl da kışkırtmaktaydı hâlbuki. Bazı kızların ev içlerindeki sıkıcı saatleri sevgilileriyle nasıl buluşacaklarına dair planlarla geçerdi. Baskı ne kadar fazlaysa kızların başkaldırısı da o kadar acımasız olurdu.

Çevremdeki bazı kızlarla kıyaslanınca ben o kadar da baskı altında sayılmazdım. Öncelikle bir modernlik iddiası, geri kafalı, tutucu insanlara karşı bir eleştiri vardı. Bunun altında ise zalim ve ikiyüzlü bir orta sınıf ataerkilliği ve tutuculuğu... Benim daha rahat olmam biraz  da ilgisizliktendi. Kız çocuklarının kilit altında tutulması ciddi emek isteyen bir projeydi ve kimsenin buna vakti ve enerjisi yoktu. Öncelikle bu projeyi yürüten bütün anne ve babalar okul zilinin çalmasından beş dakika önce arabalarıyla okul kapısında belirirlerdi. Ben ise okul ve ev arasındaki yolu genelde yürürdüm.

Çoğu küçük kızda görüldüğü gibi erkekler tarafından beğenilme, bir gün bir prens tarafından bu korkunç hayatımdan kurtarılma hayali bende de vardı. Beğenen erkeklerin özel bir bakışı olurdu ve bu da insanı heyecanlandırıp mutlu ederdi. Benim prensim, Yılmaz Güney’di. Kafamdan ona mektuplar yazardım.
Bazı kızlar çok daha hızlı büyümüşlerdi. Çocuklukta direnen ve onun ötesindeki hayatlara kaygı ve korkuyla bakanlardan olan ben, henüz masumiyet çağındaydım. Doğrusu oradan çıkmaya da hep direndim. Dünyayı anlamak ne kadar zordu. Bin bir türlü çelişki ve ikiyüzlülük kafa karıştırıcıydı.

Bir yandan böyle bir masumiyet taşırken bir yandan da verili olan her şeye karşı öfke ve isyan doluydum. Tutsaklıktı hissettiğim. Aile cehenneminde dayanılmaz bir mahkûmiyet. Zaten tutsaklığa doğmuş; enklavlarda, militarize bir toplumda geçen çocukluğumla yeterince yaralanmıştım.

Ben çocuklukta dirensem bile başkaları büyümek ve serpilmekte olan genç bir kadın görüyorlardı karşılarında. Üstüme doğru gelen tacizler beni afallatıyordu. Erkek çocuklarla eşit olduğumu düşünüyordum ama herkes bana bunun böyle olmadığını söylemekteydi bir biçimde.

Böyle bir kader vardı işte. İnsana ya boyun eğdiren ya da isyan ettiren bir kader…

Şimdi gazete sayfalarında aile cehennemine, kendileri için yazılı bu kadere isyan etmiş genç kızların trajik hikâyelerine rastladığımda nasıl da ağlamak geliyor içimden…

Aile içinde işlenen küçük cinayetler daha büyük bir cinayet ortaya çıkınca görünür olabiliyor yalnızca.
Kadınlar için geride kaldığı düşünülen bazı zamanların farklı ülkelerde, farklı kültürlerde hâlâ bugüne ait olduğunu işitmek, tutsaklık ve zulüm hikâyeleriyle karşılaşmak insanı ürkütüyor.

Bizim için ‘dün’ olan dünyanın bazı yerlerinde hâlâ ‘bugün’ ve bizim ‘bugünümüz başkaları için çoktan dün olmuş. Farklı kuşaklar ve farklı ülkelerden kadınların paylaşacağı çok hikâyeler var. Kadınlar açısından dünyanın hâlâ oldukça berbat bir yer olduğunu anlatan, aile içi küçük cinayetlere dair hikâyeler...

Bu yazı toplam 3279 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar