Aile Kavramının Günümüzdeki Dönüşümü ve Ataerkil Zihniyetin Direnci
İleride bir gün aile kurumu ortadan kalkacak mı? Bu soruya kesin bir dille cevap vermek mümkün değildir; ancak aile kavramının dönüşümünün engellenemeyeceği muhakkaktır.
Dr. Mustafa Erçakıca*
*Hukukçu, Akademisyen
[email protected]
Yazar yazının taslak halini okuduğu ve geri bildirimde bulunduğu için Dünya Özbay’a teşekkür etmektedir.
11 Ocak 2022 tarihinde tıp öğrencisi olan Enes Kara, Elazığ’da kaldığı cemaat yurdunda intihar etti. Genç öğrenci, arkasında bırakmış olduğu intihar notunda hem maruz kaldığı baskıdan, hem gelecek kaygısından, hem de kaldığı cemaat evindeki dayatmalardan şikayet ediyordu. Bu intihar olayını, diğer her şeyi unuttuğumuz gibi, çok çabuk unuttuk. Oysa bu intiharın altında toplumsal değişim, aile kavramının dönüşümü, bu değişim ve dönüşümü kabullenmeyenlerin yarattığı baskı ortamı, iktidar ve ataerkillik yatıyordu.
Enes Kara’nın babasının isteği nedeniyle yaşamak zorunda kaldığı cemaat evinde karşılaştıkları, kendisine dayatılan değerleri benimseyememesi, bir çıkar yolu bulamaması ve intihar etmesini yukarıda aktarılanlar kapsamda değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Belki biz bu intihar olayını ilk günlerde hararetle tartıştık, sonra bu konuyu çok çabuk bir şekilde tükettik ve unuttuk; ama bu olayın yol açtığı sorunlar aslında bizlerin de hayatını etkilemeye devam ediyor.
Aile kavramına ilişkin bir tanım arayışına girildiğinde, Aile Hukuku ders kitaplarında bu kurumun toplumun temeli olarak ifade edildiği görülmektedir. Hukuken ailenin anne, baba ve çocukların oluşturduğu topluluğu işaret ettiği belirtilmektedir. Bir diğer tanımda ise aile, bir ev başkanının yönetiminde aynı çatı altında yaşayan bireylerden oluşan insan topluluğu olarak ifade edilmektedir. Günümüzde aile gerçekten de anne-baba-çocuklardan mı oluşmaktadır? Aile reisi olarak da ifade edilen bir ev başkanına aileyi tanımlamak için gerçekten de ihtiyaç var mıdır?
Aile değişken bir kavramdır. Aile aslında bireyler tarafından oluşturulur, bireylerin algısına göre yeni formlara dönüşür ve bireyler istediği ölçüde devam eder. Bu kavramın yaşadığı değişkenliğe bakıldığında, günümüzde toplumun en küçük birimini aile değil, birey olarak kabul etmek gerekmektedir. Bizler bireyi bir ailenin parçası olarak kabul etmekten ziyade, toplumun içinde öznel değeri ve hakları olan, diğer bireylerle eşit bir özne olarak kabul etmeliyiz. Bu sayede bireyin insan haklarına duyulan saygı da artacaktır; çünkü birey tek başına da değerli bir hak öznesi olarak algılanacaktır.
Aile kavramının dönüşmesinde toplumu ve aileyi oluşturan bireylerin algısındaki değişim büyük bir rol oynamaktadır. Bunun yanında devlet politikaları ve toplumu şekillendirmek için kullanılacak olan hukuk politikaları da aile kavramını etkileyen önemli unsurlardır. Örneğin özgürlükçü bir hukuk politikası izleyen ülkelerde eşcinsel birlikteliklerin de hukuken düzenlenmesi, nüfus sayısını arttırmak isteyen ülkelerde çocuk yapma teşvikleri verilmesi gibi uygulamalar gündeme gelebilmektedir.
Bireylerin kültürel ve toplumsal geleneklere yaklaşımı, hayat algısı ve yaşam biçimi değiştikçe, aile kavramının değişmesi de kaçınılmazdır. O halde günümüzde aile kavramının çöktüğünü söylemek yanlış olsa bile, bu kavramın ciddi dönüşümler yaşadığını kabul etmek gerekmektedir. Bu dönüşüm o kadar hissedilmektedir ki, aile kavramı ve bu kavrama yüklediği anlam bakımından muhafazakar olanlar bu dönüşümden çok rahatsız olmaktadır. Bu kişiler aileyi kendi iktidarlarını kullandıkları bir alan olarak kabul etmektedirler. Bu doğrultuda aile kavramıyla ilgili yaşanabilecek dönüşüm, aslında onların nüfuzunu kullandıkları bir birlikteliğin sarsılmasını, değişmesini, dönüşmesini de birlikte getirebilecektir. O halde iktidarları tehdit altındadır; herhangi bir dönüşüme karşı gösterdikleri tutuculuk ve dirençleri de bu tehdidi engellemeye yöneliktir.
Alışıldık ataerkil zihniyetin hakim olduğu ailelerde, aile reisinin aile içindeki diğer bireylere kendi değerlerini zorla benimsetmesi normal olandır. Aile yaşamının kendi özel alanı olduğunu ve diğer aile bireyleri üzerinde ‘kişisel egemenliğinin’ dokunulmaz olduğunu iddia eden aile reisi, diğer aile bireylerinin özel alanlarına ve kaderlerini tayin etme haklarına müdahale etmeyi kendinde hak görmektedir. Bu sayede kendi iktidarlarını devam ettirmeyi hedeflemektedirler; ancak özel alanın eşitsizlik ve bağımlılık üzerine kurulmasının sağlıksızlığı hakkında fikir sahibi değildirler.
Ataerkil anlayışa dayalı iktidarın devamı için, aile reisinin dayatmış olduğu değerlere karşı sadakat çok önemlidir. Çocuklara sık sık bu değerlere sadık olmaları dayatılır. Onlara ancak bu sayede aileye, topluma, devlete yakışan bir birey olarak yetişmenin mümkün olduğu aşılanır. Bu değerlere sadakatini ispat eden bireyler, günün birinde iktidarı önceki aile reisinden devralabilecektir. Aile reisi de, bunu devralan da genellikle erkeklerdir. Erkek akıllılığın ve savaşçılığın temsilcisi olarak görülmektedir; bu nedenle de yönetmeye kabiliyeti vardır. Böylelikle genellikle erkek egemen zihniyetin temsilcisi olan aile reisini koruyan sistem ve bu sistemin üzerine inşa edildiği değerler değişmeyecek, gelişmeyecek, dönüşmeyecek, iktidarını kullananın aleyhine bir durum oluşmayacaktır. Aileyle ilgili bu durum, diktatörleşen bir yönetimin kendi iktidarını üzerine oturttuğu kavram ve değerleri yönettikleri bireylere zorla dayatması ve iktidarını sarsacak toplumsal değişimi engellemeye çalışması gibidir aslında.
Ailenin geniş aileden çekirdek aileye dönüşümü, aile kavramın değişken olduğunu ve günün koşullarından ne kadar etkilenebileceğini gösteren en bilindik örnektir. Sanayileşme ile birlikte geniş ailelerin üretim zincirinde bir birliktelik olarak yer alması ihtiyacı kalmamıştır ve kırsaldan kente göç doğrultusunda geniş aileden çekirdek aileye doğru bir dönüşüm yaşanmıştır. Aile artık üretim zincirinde bir birliktelik olarak yer almamaktadır; tüketici konumundadır.
Sanayileşme ile birlikte kadınlar da iş hayatına dahil olmuştur. Bu da aile kavramına bakışı değiştirmiştir. Artık aile bireylerinin kazançlarının aidiyeti ve hakkaniyetli bölüşümü bir sorun haline gelmiştir. Kadınların ve erkeklerin toplumsal yaşamda dayatılan cinsiyet rollerini sorgulama şansı olmuştur, erkeklerin ailedeki iktidarları sarsılmıştır. Bireyselleşme ve bireyci felsefenin gelişmesiyle yaşam, gelenekler ve aile kavramı bir kere daha dönüşüme uğramıştır. Bireyin temel hak ve özgürlükleri hukuk tarafından kabul edilmiş ve garanti altına alınmıştır. Birey artık devletten haklarının korunmasını talep etme imkanına sahiptir. Bu doğrultuda bireyin ailesine olan bağımlılığı ve muhtaçlığı önemli ölçüde ortadan kalkmıştır.
Aile kavramını dönüştüren bir diğer gelişme de küreselleşmedir. Dine dayalı toplumsal düzenleri liberal demokrasi düzenine kaydıran küreselleşmenin kaynağı sanayileşmeye dayandırılmaktadır. Küreselleşmenin bireylerin hayat algısını değiştirdiği, bunun toplumların geleneklerinde ve yapılarında değişiklikler yarattığı, bu değişikliklerin de aile kavramını etkilediği bilinmektedir. Görüldüğü gibi bireyleri etkileyen her yeni gelişme, aile kavramını da dönüştürmüştür.
İktidarını üzerine yerleştirdiği değerlerin ve kavramların anlamının değişmesinden/dönüşmesinden korkanlar, bunların değişmemesi için her türlü baskıyı kurar. Toplumu yönetenlerin kendi iktidarlarını sarsacak değişimleri baskıyla engellemeye çalışmasında da durum böyledir, iktidarını aile bireyleri üzerinde kullananların, bu iktidar alanlarını yitirmemek adına her türlü baskıyı kurmasında da. İktidarı kullananlar ve bu sayede kendine çıkar sağlayanlar, doğru olanı gösterme adı altında çeşitli baskıları dayatır. Bu iktidar kullanıcıları, iktidarlarını genellikle herkes için geçerli olmayan bazı değerler üzerine oturtur. Kendi değerlerini dayatmak, değişimi ve sorgulanmayı engellemek için her türlü baskı mekanizmasını uygular. Oysa doğru da, kavramlar da değişkendir. Değişime karşı gösterilen direnç ise sadece memnuniyetsizlik yaratır.
Günümüzde bireyin haklarının gelişmesinin etkisiyle ataerkil sistem sorgulanmaya başlanmıştır. Oysa bu sorgulamanın başlamasından önce aile erkeklerin ya da erkek egemen zihniyete hizmet edenlerin iktidarlarını sağladıkları mutlak bir alan konumundaydı. Cinsiyetler arasındaki eşitsizliğin eleştirilmesi ve kaldırılmaya çalışılmasıyla, aileleri oluşturan bireylerin öznel tercihleri de önem kazanmaya başlamış, bu da aile kavramında değişime yol açmıştır. Aile reisliği gibi olgular bu dönüşüm sonucunda derinden sarsılmış, en azından sorgulanmıştır. Artık erkek egemen zihniyete hizmet eden aile reisleri, aile bireyleri üzerindeki hegemonyalarının ve sergiledikleri iktidarlarının sorgulandığına şahit olmaktadır. Artık bireyin aile dışında da bir kimliği vardır.
Toplumsal cinsiyetin erkeğe ve kadına aile içinde yüklediği rollerin sorgulanmasıyla, ‘alışılagelen’ ve anne-baba-çocuklardan oluşan çekirdek aile biçimlerinin dışındaki birliktelikler de görünürlük kazanmaya başlamıştır. Boşanma olağan bir hale gelmiş (ki zaten normal bir olgudur), resmi nikah veya diğer herhangi bir hukuki ilişki olmadan birlikte yaşama tercihi daha sık kullanılır olmuştur. Evliliğe eşdeğer sözleşme altında kurulan birliktelikler de artmıştır. Eşcinsel ilişki yaşayan bireyler de birçok hukuk düzeninde hukuki birliktelikler kurmaya başlamıştır. Birçok hukuk düzeninde bu tarz ‘yeni tür’ aile yapısındaki partnerler çocuk sahibi olma tıbbi ve hukuki imkanına da sahiptir. Bireylerin artık herhangi bir birliktelik içinde olmadan, tek başlarına da çocuk sahibi olmayı seçtikleri de görülmektedir. Tabii ki herhangi bir birliktelik içerisinde olmamayı ve çocuk sahibi olmamayı seçen bireyler de vardır.
Ataerkil zihniyet ve ataerkil değerlerin dayatılması devlet yönetiminden aile yaşamına kadar (bütün sorgulamalara rağmen hala) etrafımızı sarmaktadır. Aile reisinin aile bireyi olan çocukların üzerinde velayet hakkını kendi değer yargılarını dayatma imkanı olarak görmesi kabul edilemezdir. Günümüzde birey kavramı, insan hakları ve bireyin sahip olduğu öznel değer hukuken de korunmaktadır: Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı birçok hukuk düzeninde kabul edilmiştir.
İleride bir gün aile kurumu ortadan kalkacak mı? Bu soruya kesin bir dille cevap vermek mümkün değildir; ancak aile kavramının dönüşümünün engellenemeyeceği muhakkaktır. Aile kavramının ortadan kalkacağını söylemek belki de mümkün değildir. İnsan haklarına ilişkin temel sayılan uluslararası hukuk belgelerinde herkes için aile kurma hakkı kabul edilmiştir. Belki de aile kavramının devam etmesini dileyenlerin, bireylerin kendi kaderini tayin etme hakkının olduğunun kabul etmesi, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı duyması gerekmektedir.
Belki aileyi bir arada tutmanın yolu, diktatör yöneticilerin kendi değerlerini benimsetmeye zorlamasını andıran bir yöntemle değil, aile bireylerinin de farklı değerlere ve haklara sahip bireyler olduğunun anlaşılmasıyla mümkün olacaktır. Unutulmamalıdır ki, demokrasi evde başlamaktadır. Böylece belki Enes Kara geri gelmeyecektir, ama diğer Enes Karalar da ölmeyecektir.
Özet Kaynakça:
Ayten Alkan, “Özel Alan-Kamusal Alan” Ayrımının Feminist Eleştirisi, 2000, sf. 71-95.
Turgut Akıntürk ve Derya Ateş, Aile Hukuku-2. Cilt, 19. B., 2016, İstanbul.
Zeynep Özlem Üskül Engin, Birey Kavramının Gelişimi ve İnsan Hakları, İÜHFM, C. 72, S. 1, 2014, sf. 201-2018.