Akama yarım adasına bir yolculuk
Akama yarım adasına bir yolculuk
Tuncer Bağışkan
Uzun bir süreden beridir gitmek isteyip de gidemediğim Baf kazasına bağlı Akama bölgesini, Paskalya pehriz sonrası tatilinden de yararlanarak üyesi bulunduğum Enorasis kulübü üyeleriyle birlikte 6-7 Mayıs. 2013 tarihlerinde ziyaret etme olanağı bulabildim.
Lefkoşa Lidra Palace sınır kapısından başlayan yolculuğumuzun ilk durağı Limasol kazasına bağlı “Hirokitya geç Aseramik neolitik yerleşim yeri” yanındaki bir kahvehane oluyor. Hirokitya, genelde Doğu Akdeniz dünyasının, özelde ise Kıbrıs’ın en eski ve en önemli neolitik yerleşim yerlerinden biri olması itibarıyla 1998 yılından beridir “UNESCO Dünya Mirası” listesinde yer alıyor. İlk kazısı 1934-1946 yılları arasında Porphyrios Dikaios tarafından yapılırken, 1970’li yıllarda ise kazı Alain Le Brun başkanlığındaki Fransız ekibi tarafından üstlenildi. M.Ö 7000 yıllarında Ortadoğu’dan gelerek bu yerleşim birimini kuran insanlar hayatlarını tarım, hayvancılık ve avcılıkla sürdürmüşlerdi. Bir yol boyunca uzanan ve ‘Tholos’ adıyla bilinen yuvarlak planlı evlerin alt kısımları taştan, üst kısımları kerpiçten yapılırken, yerleşim biriminin etrafı ise korunma amacıyla yüksek bir duvarla çevrilmiş durumdaydı. Ölenlerin dizleri karına çekik (Hoker) vaziyette evlerin tabanına kazılan çukurlara gündelik ev eşyalarıyla birlikte gömülmeleri Hirokitya kültürünün belirgin özellikleri arasında yer alıyor.
ALEKHTORA (GÖKAĞAÇ) KÖYÜ VE ESKİ ESERLERİ
Yol boyunca ikinci durağımız, tarihi geçmişi Ortaçağa dayanan Limasol kazasına bağlı Alekhtora köyü oluyor. Nitekim köyün kuzeydoğusundaki son evlerin gerisinde bulunan alçak tepede Meryem Ana’nın annesi Theopromitora (teolog) Ayia Anna’ya adanmış Ortaçağ kilise harabesi yer alıyor. Yine Rupert Gunnis, köyün yakın çevresindeki Aziz Constantinos kilisesi ile M.S XVI. Yüzyıla tarihlenen Aziz George/Yorgi kilisesinden söz ederken, Ortaçağ tarihçilerinden Leontios Makhairas ise, köyün yaklaşık 3 km kuzeydoğundaki Glyfia mevkiinde, M.S IV. Yüzyıl azizlerinden Kassianos’a adanan bir kiliseden söz etmiştir.
Köyün adı dini bir söylenceye dayanmaktadır. Söylenceye göre Kıbrıs’ın karşı kıyılarındaki Suriye’de Hıristiyanlara karşı uygulanan baskı, zulüm ve işkenceden kurtulabilmek için bir kayığa binen 318 kutsal kişinin zifiri karanlık bir gecede çıktıkları köye ‘karanlık’ anlamına gelen Pissouri adı verilir. Daha sonra horozların öttüğü bir sırada vardıkları köye ‘horoz’ anlamına gelen Alekhtora adı verilir. Bu kutsal kişiler bir Başpiskopos’un (Archbishop) rehberliğinde putperestler tarafından öldürülecekleri köye geldiklerinden, buraya da ‘Arkhimandrita’ adı verilir.
Osmanlı döneminde tarımsal iç gücü amacıyla Anadolu’dan getirilen insanlar bu bölgedeki Paramal, Evdim, Aytuma, Plataniskia ve Alekhtora köylerine yerleştirilir. Köy yaklaşık olarak M.S XVII. Yüzyıldan başlayarak 1975 yılına kadar bir İslam-Türk köyü olarak varlığını sürdürür. Bu sırada köyün ilk sakinlerinin Çerkez olduğu varsayılmaktadır. 1831 yılı nüfus defterinde köyde 58 erkek bulunduğu kayıtlı iken, 1833 yılına ait temettuat defterinde ise 26 hane ev bulunduğu kayıtlıdır.
Yaklaşık 1849 yılında inşa edildiği sanılan köyün eski camisi harap olduğundan, yerine şimdiki cami inşa edilmiş ve kuzey giriş kapısının kilit taşına “Yapımcısı Evkaf Murahhası Mehmet Münür bey. 20.10.1931” kaydı kazınmıştır. Kapı ile pencerelerin kilit taşları rölief olarak ters ay ile yıldız motifleriyle bezenmiştir. Cami avlusunda bir okul binası, kuzeybatısında ise üç kemerli bir su sarnıcı bulunmaktadır. Sarnıcın bir benzeri Ayia Anna harabe kilisesinin yanında da bulunmakta olup üzerinde eski Türkçe 1907 tarihi kayıtlıdır. Bir ‘meydan çeşmesi’ olduğundan, hayvanların su ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla iki kenarında birleşik bir yalak bulunmaktadır.
Yakın geçmişimizin önemli ziyaret ve adak yerlerinden biri olan Hüzürü Sultan’ın iki odalı makam türbesi caminin güneybatısındadır. Rivayete göre M.S VII. Yüzyılda başlayan İslam akınlarında bu bölgeye çıkan üç kız kardeşten biri olan Emetullah Sultan Evdim’de, Zehra Sultan Bladanisya’da ve Hüzürü Sultan ise Alekhtora’da şehit olmuş ve zamanla mezarlarının yerleri unutulmuş. Hüzürü Sultan ilkin 1885 yılında Baf’ta ‘Büyük Hoca Efendi’ olarak bilinen Hafız İbrahım Sıtkı Efendi’nin rüyasına girerek ondan mezarını yaptırmasını istemiş. O da köye gelerek kendisine beyan edilen tarlaya asasını dikmiş, sonra da yere yaydığı hırkasının üzerinde namaz kılmış. Daha sonra Hüzürü Sultan bu yerin ağıl olarak kullanılmaması için arazi sahibinin rüyasına girerek onu uyarmış. Hatta bir seferinde rüyasına girerek orasını kazması halinde altın bulacağını ve bulduğu altınlarla mezarını yapmasını ondan istemiş. Ancak adam yaptığı kazıda altınları bulmuş olmasına karşın mezarını yapmadığından, Hüzürü Sultan, gerek onu, gerekse tüm ailesini naletleyerek 3-4 ailenin Parkinson hastalığından yok olmalarını sağlamış. Niyahet Limasollu Havva Reyhan Mehmet’in anneannesi olan ve hayırseverliğiyle tanınan Limasollu Ebe Meryem hanımın maddi katkılarıyla mezarı 1946 yılında Şükrü isimli bir yapıcı ustasına yaptırılır. Mezar yapıldıktan sonra burada kazı yapıp altın bulan kişinin kardeşi de, yapılan mezarı içine alacak şekilde şimdiki iki mekanlı odayı yaptırır. Mezar odasının giriş kapısının üst başına ise “Asiye ve M. Zeki 1946” kaydı bulunan bir yazıt konur. Harap durumda olan bina Aralık 2005 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı tarafından 25.000 Kıbrıs Lirası harcanarak restore edilir.1975 yılından sonra köye yerleştirilen Rumlar için de yanına Ayia Anna adına küçük bir kilise yapılır.
GAVUR TAŞI (PETRA TOU ROMİOU/DİGENİS KAYASI - AFRODİT KAYASI)
Alekhtora’dan ayrıldıktan sonra Pissori üzerinden ‘Gavur taşı’ ile ‘Digenis kayası’ adlarıyla da bilinen deniz kenarındaki ‘Petra tou Romiou’ kayalığına varıyoruz. Aslında burası Bizans kahramanı Digenis Akritas’a bağlanırken, aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit’in deniz köpüklerinden doğduktan sonra Kıbrıs’a çıktığı yer olarak da bilinmektedir. Bu yer ile ilgili iki ayrı rivayet günümüze kadar gelmiştir. Birinci rivayete göre M.S VII-X. Yüzyılları arasındaki Arap akınları sırasında Bizans’ın mitolojik kahramanı Digenis Akritas Kıbrıs’ın da koruyucusu idi. Bir gün kıyının yanındaki Kordyla dağının tepesinde otururken karaya yanaşmakta olan Arap gemilerini görmüş. Bunun üzerine oradan aldığı büyük bir kayayı gemilere atınca tüm gemiler batmış, attığı kaya ise iki parçaya ayrılmış. Burasıyla ilgili ikinci rivayet ise Afrodit ile ilgili. Rivayete göre Yunan tanrısı Kronos, tanrı Uranos’un erkeklik uzvunu keserek denize atmış. Üreme organının deniz köpüğüne temas etmesiyle Afrodit köpüklerden doğmuş ve Zephyros adıyla bilinen batı yeli onu Baf kıyılarına sürüklemiş.
DRUŞA KÖYÜ
Nihayet uzun bir yolculuktan sonra 404 nüfuslu Drusha köyündeki Droushia Heights oteline varıyoruz. Odamıza yerleştikten sonra köy içinde bir yürüyüşe çıkıyoruz. Sultani üzüm bağları köyün içine kadar girmiş durumda. Bir dağ köyü olması nedeniyle evlerin taştan yapılması, kapılarının ise oymalı olması köyün özelliği sayılıyor. Daracık kıvrımlı sokakları dikkat çekici. Aziz Epifanios’a adanan kilisenin Latin kemerleri ortaçağa ait olduğu izlenimi veriyor. Köydeki dokuma, hasır ve sandalye gibi iş kollarının tanıtıldığı müze kapalı olduğundan ziyaret edemiyoruz. Köyün güneybatısında bulunan tepenin kuzey yamaçlarındaki iri kayalar ilgi çekici. AEDOBEDRA (Kartal Kayası) adıyla bilinen bu kayaların tepeden koparak aşağıya yuvarlandıkları, zamanla alt kısımlarının erozyon toprak altında kaldıkları izlenimi ediniyorum.
KRİTOU TERA KÖYÜ
Havanın kararmaya başladığı bir sırada Druşa köyünün bir kilometre doğusundaki Kritou Tera (Girit Tera) köyüne varıyoruz. İlk durak yerimizde antik döneme ait zeytin ezme ve sıkma aletlerinin sergilendiği bir köşe dikkatimi çekiyor. Hemen karşısında ise Kıbrıs’ta Lapta ile Değirmenlik’ten sonra gelen üçüncü büyük Başpınar (Kefalovryso) yer alıyor. Bu pınarın köydeki yaklaşık 30-40 un değirmeninin çarklarını döndürdüğü bilgimize getiriliyor. Kahvehanelerin ötesinde bulunan ve köye ilk yapılan gazinoya kadar yürüyoruz. Güzel bir taş işçiliğine sahip olan yapının restore edilmesi için finans aranmakta olduğu bilgimize getiriliyor. Bu arada köyde, 1779-1809 yılları arasında Dragoman görevinde bulunan Haci Yorgacis Kornesios’un bir evinin bulunduğu da bilgimize getirilmesine karşın hava karardığından evi ziyaret edemeden oradan ayrılmak zorunda kalıyoruz.
LATSİ’DEKİ TARİHİ HARNIP AMBARLARI
Ertesi gün Afrodit hamamlarına gitmek için yola çıktığımızda Poli’den sonraki Latsi limanı önünde kısa bir durak yapıyoruz. Bu limanın İngiliz dönemine, hatta Osmanlı ile daha önceki dönemlere ait olduğuna ilişkin bilgilere de rastlanmaktadır. Atnalı biçimli olan Latchi Limanına eskiden gelen gemilerin ülkeye taşıdıkları buğday ile arpa yükleri limandaki depolara boşaltıldıktan sonra bölgenin harnıpları gemilere yüklenerek yurt dışına taşınırdı. ‘Siyah altın’ adıyla anılan harnıplar, yurtdışına en çok ihraç edildikleri XIX-XX. Yüzyıllarda buradaki tüccarlara ait büyük ambarlarda depolanırlarken, üreticiler de bu ambarlardan yararlanırlardı. Ancak harnıp ürünü değerini yitirdikten sonra ambarlar büyük oranda restoran ile otele dönüştürülmüşlerdir.
AFRODİT’İN HAMAMLARI
Poli’den batıya devamla önce Latsi’ye, sonra da Afrodit hamamlarından önceki restoranların bulunduğu meydana varıyoruz. 230 kilometre kare olan Akama yarımadasının başlangıç noktası aslında burası sayılıyor. Akama adını, Troya savaşı kahramanı ve Soli kentinin kurucusu olan Theseus’un oğlu Akamas’dan almaktadır. Sadece dağ yollarına ve patikalara sahip olan bu yer, birçok flora ve faunaya da ev sahipliği yapmasıyla da ünlü sayılıyor.
Otobüsümüzden indikten sonra oradaki patikadan batıya yöneliyoruz. Patika boyunca Akama’ya özgü bitki, çiçek ve ağaçların ekili olduğu botanik bahçesini geçtikten sonra, yarım daire şeklinde kayaya oyulan ve ortasında büyük bir incir ağacı bulunan aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit’in yıkandığına inanılan havuza ulaşıyoruz. Yukarıdan incirin büyük yapraklarına dökülen sular gölge ışık oyunları yapmakla dikkat çekici. Efsaneye göre bu havuzda yıkananların ebedi gençliği yakalamış olacağına inanılırdı. Ancak şu anda havuzda yıkanmak yasak olduğundan, en azından orayı ziyaret edenler, ebedi gençliğin kaynağı olduğuna inanılan suyla elleriyle yüzlerini yıkamakla yetinmek zorunda.
AKAMA DOĞAL YÜRÜYÜŞ YOLLARI VE KRALİÇE’NİN KALESİ
Afrodit’in hamlarından başlayıp yaklaşık 2-4 saat süren doğal yürüyüş yolları bulunmaktadır. Afrodit Hamamlarının güneybatısındaki “Pyrgos Tis Rigainas” (“Kraliçe Kalesi” ile “Kraliçe Kulesi”) adıyla bilinen harabelere “Aphrodit” ve “Adonis” adlarını taşıyan iki ayrı doğal yürüyüş yoluyla ulaşılmaktadır. Buradaki harabeler önceleri bir manastıra, veya bir malikaneye ait olabileceğine inanılıyordu. Ancak harabelerde gerçekleştirilen kazılar sonucu, burasının duvarlarında freskler bulunan bir manastır olduğu belirlenmiştir. Efsaneye göre aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit aşağıdaki hamamlarda yıkandıktan sonra burasını sığınma amacıyla kullanırmış.
FONTANA AMAROSA (AŞK/AŞIKLAR ÇEŞMESİ)
Akama yarımadasının kuzey sahilindeki Arnavut burnu yanında bulunan büyük koy bu adla bilinmektedir. Buraya ulaşım arazi aracı veya kiralık gemilerle olduğundan bu yeri ziyaret etmemiz mümkün olmadı. Oysa ki 4 mil uzaklıkta olan bu yere kiralayacağımız bir sandalla 30 dakikada ulaşabilirdik. Buradaki kayalıkta bulunan küçük pınarın değişik efsanelerin kaynağı olduğu rivayet edilmektedir. Rivayete göre Afrodit, gözlerden uzak olan bu yere genç sevgililerini getirirmiş. Burasıyla ilgili diğer bir rivayet ise, buradaki kuyudan su içenlerin yeniden aşık olacakları ve şehvetlerinin de artacağına inanıldığı doğrultusundadır. Koyun dibindeki çeşitli seramik kırıkları ise, burasının antik dönemlerde bir liman olarak kullanıldığına işaret etmektedir.
Haftaya Baf yolculuğu.