"Akdeniz artık nükleer tehdit altında!"
Çevre Mühendisleri Odası, Türkiye'de dün açılışı yapılan Akkuyu Nükleer Santrali hakkında önemli açıklamalarda bulundu.
Çevre Mühendisleri Odası, Türkiye'de dün açılışı yapılan Akkuyu Nükleer Santrali hakkında önemli açıklamalarda bulundu. Çevre Mühendisleri Odası'nın Yönetim Kurulu'ndan yapılan açıklamada, bundan böyle Akdeniz'in nükleer tehdit altında olduğu ifade edildi.
Odadan yapılan açıklama şu şekilde;
"Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin Akkuyu Santrali’nin temelini geçtiğimiz Salı günü attığını açıkladı. Bu olay bütün doğu Akdeniz için bir milat oldu. Artık, Akdeniz nükleer tehdit altında!
Santral için sözleşme 2010 yılında imzalanmıştı ve santralin 2026 yılında tam kapasite üretime geçmesi hedefleniyor. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti 2023 yılından itibaren doğalgazın elektrik üretimindeki payının yüzde 30’un altına indirilmesini planlıyor. Senaryolara göre 2026 yılında tek başına Akkuyu santralinin Türkiye’nin elektrik üretiminin en fazla yüzde 8’ini karşılayabilecek. Projenin geleceği Rusya-Türkiye ilişkilerinin seyrine bağlı olacak. Türkiye’nin enerji sektöründe Rusya’ya olan enerji bağımlılığın Akkuyu ile birlikte daha da artacağı aşikâr. Rusya hâlihazırda Türkiye’nin doğalgazda en büyük, petrolde ise üçüncü büyük tedarikçi konumundadır. 15 yıllık alım garantili bir sözleşme ile TETAŞ, ilk ünitede üretilen enerjinin %70’ini, 3. ve 4. ünitelerde üretilen enerjinin ise %30’una alım garantisi veriyor.
Avrupa Birliği’nde nükleer enerjiye bağımlılığın azaltılmasıyla ile ilgili net bir politika mevcut değildir. Hâlihazırda AB’nin 14 ülkesinde nükleer enerji santralleri mevcut ve nükleer enerji Avrupa’nın enerji gereksiniminin %30unu karşılamaktadır. Nükleer enerji bazı AB ülkelerinde karbon emisyonlarını düşürme maksadıyla tercih edilse de, 2011 Fukushima felaketinden sonra birçok ülkede nükleer reaktörlere karşı çok ciddi muhalefet oluşmuştur. Güvenlik, radyasyondan korunma, radyoaktif atıkların taşınması, depolanması ve yönetimi ilgili ciddi kurallar ve denetim mekanizmaları kurulmuş durumdadır. Almanya sahip olduğu 17 reaktörden sekizini 2022 yılına kadar kapatma kararı almıştır. İtalya hükümeti ülkesinde nükleer enerji reaktörü kurmayacağını devlet politikası haline getirmiştir. İsviçre ve İspanya yeni reaktör kurulumunu durdurmuştur.
Nükleer reaktörler konvansiyonel olarak yaklaşık 300 derece sıcaklığa erişen suyla soğutulmaktadır. Yüksek miktarda soğutma suyuna ihtiyaç duyan reaktörler bu nedenle genellikle nehir havzaları veya denize yakın bölgelerde inşa edilmektedir. Soğutucu olarak su kullanan reaktörlerde, soğutma sisteminde meydana gelecek herhangi bir kaza reaktör erimesine neden olmaktadır ve bu nedenle çok risk taşıyan olarak kabul edilmektedir. Çok daha az soğutma suyuna ihtiyaç duyan veya daha modern ve daha az riskli santrallerin özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya tarafından geliştirilmekte olduğu bilinmektedir. Konvansiyonel reaktör soğutma yönteminin değiştirilmediği tesislerde sadece çevresel ve dış faktörlere dayalı önlemler ve kaza önleyici tedbirlerin yetersiz kaldığı yaşanan felaketler neticesinde net olarak ortaya çıkmıştır.
Fukushima Daichi Santralinde 2011 yılında meydana gelen facia, 7.9 büyüklüğündeki deprem sonucunda oluşan tsunami dalgalarının santrali istila etmesiyle soğutma sisteminin tamamen devre dışında kalmasından kaynaklanmıştı. Bunun sonucunda 12 mil çapındaki alanda 50 bin konut terk edildi. Yapılan bilimsel çalışmalar, felaket neticesinde, kirlenmiş yiyecek ve su tüketiminden dolayı bölgede yaşamış yüzlerce insanın ölümcül kanser hastalığına yakalanma riskinin arttığını göstermektedir. Kazanın etkileri halen Pasifik okyanusunu etkilemektedir.
Akkuyu Nükleer Santralinin Çevre Etki Değerlendirme raporu Türkiye Mühendis Mimar Odaları Birliği Çevre Mühendisleri Odası tarafından 2014 yılında incelenmiştir. Yapılan inceleme sonucunda hazırlanmış rapor kamuoyuyla paylaşılmıştır. Bu, reaktörün konvansiyonel tip bir reaktör olarak tasarlandığı ve soğutma maksadıyla su kullanacağını net olarak ortaya koyulmuştur. Akkuyu Nükleer Santralinin Kıbrıs’a mesafesi yaklaşık 90 kilometredir. Meydana gelebilecek bir kazanın Kıbrıs Adası ve Akdeniz’deki etkileri çok büyük olacaktır. Tesisin 9 büyüklüğünde bir depreme ve uçak kazalarına dayanıklı olacağı iddia edilmektedir. Fakat proje kapsamında soğutma suyu deşarjı için deniz dibine yerleştirilecek dört adet boru hattının olacağı, işletme dönemi sırasında tesisin endüstriyel su ihtiyacının 415 m3/saat olacağı belirtilmektedir. Kesintisiz su tedarikine ihtiyaç duyulduğundan tüm su ihtiyacı sürekli olarak desalinizasyon tesisleri aracılığı ile denizden karşılanacağı belirtilmektedir. Soğutma suyunun yaz aylarında denize deşarj edilmesinden dolayı su sıcaklığının 340 dereceye çıkacağı anlaşılmaktadır. Raporda öne çıkan diğer tespitler şöyledir:
“Artan sıcaklığın sucul organizmalar üzerinde etkisi ölümcül olacaktır. Genç balıklar ve bazı türler tamamen yok olacak, çözünmüş oksijen konsantrasyonu azalacak ve Akdeniz’de ekosistem yıkımı gerçekleşecektir.”
“Santralde kullanılacak 1 ton nükleer yakıtın 998 kilogramı radyoaktif ve toksik atığa dönüşür. Kullanılmış nükleer yakıt (atık) yüksek radyoaktiviteye sahiptir ve reaktörden çıkarıldıktan sonra da radyoaktif bozunma süreci uzun süre devam eder. Kullanılmış yakıt 10 sene boyunca yakıt havuzunda bekletilerek sürekli olarak suyla soğutulur. Atıkların depolanması ve etkisinin sıfıra inmesi yüzyıllarca sürecektir. Yüzyıllar süren bu bekçilik görevi insanlar ve diğer tüm canlılar için kabul edilebilir bir yaşam tarzı değildir.”
İnsanoğlu ve tüm canlılar için 21. yüzyılın en büyük iki sorunu küresel ısınma ve nükleer tehdittir. Alternatif enerji kaynaklarının geliştirilmesi ve yenilenebilir enerjiye yatırım birinci öncelik olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin almış olduğu karar Adamızı ve tüm Akdeniz’i çok ciddi bir risk ile karşı karşıya bırakmıştır. Maalesef artık Kıbrıslılar olarak nükleer tehdit ile yaşamayı öğrenmeye başlamalıyız. Hükümetimizin bu konuyla ilgili olarak bir an önce nükleer risklerle ilgili bir devlet politikası oluşturması da zorunlu hale gelmiştir."