Akdeniz köyünün eski eserleri 1
Akdeniz köyünün eski eserleri 1
Tuncer Bağışkan
Bugüne kadar Akdeniz (Ayia İrini) köyü ile yakın çevresinde yeterli sistematik kazı çalışması yapılmadığından kronolojik süreç içindeki tarihi geçmişi kesin olarak bilinmemektedir. Özellikle köyün kuzeybatısındaki Paleocastro kentinde İtalyan kazı heyeti adına Prof Carlo Callavotti başkanlığında gerçekleştirilen kısmi kazılara ışık tutan yayınlara ulaşmak uzun yıllar mümkün olmamıştı. Bu nedenle geçtiğimiz haftalarda güney Lefkoşa’daki üniversite ile müze kütüphanelerinde literatür taraması yapmam gerekti. Gerçekleştirdiğim çalışmalar sonucu Paleocastro kazısıyla ilgili olarak saptadığım yayınların büyük bir kısmı deşifre edilmeleri zor olan İtalyanca ve Fransızca idi. En sonunda değerli aile dostum Gülter Kuran imdadıma yetiştiğinden, Lorenzo Quilici’nın Fransızca olan “İtalyan Heyeti Ayia İrini’de” yazısının Türkçe tercümesini sağlamış oldum. Bu nedenle Gülter Kuran’a katkılarından dolayı bir kez daha teşekkür ederken, Türkçeye tercüme ettiği Fransızca metnin içeriği ile bölgenin diğer eski eserleriyle ilgili bilgilerin özetini iki hafta süreyle Adres Kıbrıs Dergisi okurlarıyla paylaşmamın yararlı olacağını düşündüm.
FOSİL KALINTILARI
1999 yılında New York Şehir Üniversitesi Hunter Kolej adına antropolog Timothy G. Bromage başkanlığında Akdeniz köyü ile yakın çevresinde gerçekleştirilen araştırmalar sırasında Pygmy Hippopotamus (Bodur Hipopotam) fosil kalıntılarına Dragontovounari mevkiinde saptanarak kayda geçirilmiştir. Ayni belirleme 1936 yılında İngiliz yazar Rupert Gunnis tarafından da belirlenmişti. Bunun yanı sıra Akdeniz köyü ile yakın çevresindeki ‘O Mandro’, ‘Nava’ ve Kormacit’teki ‘Lithradi’ (‘Vunarin du Vragu kayalıkları’) mevkilerinde de fosil kalıntılarının bulunduğu bilgileri edinilmektedir. Ancak ne yazık ki bu bölgede Pygmy Elephant (Bodur Fil) fosillerinin bulunduğuna ilişkin şimdilik herhangi bir bilimsel yayına rastlayabilmiş değilim. Yine de Kıbrıs genelinde Bodur Fil (Pigmy Elefant) ile Bodur Hipopotamus kalıntılarına yaklaşık 32 yerde rastlandığı, bunların en önemlilerinin ise Ayia Napa, Ağrotur-Aetokremnos, Karaoğlanoğlu’daki (Ayios Georgios) Ayios Phanourios mağarası, Ağırda İmbohary (İnpınar) kayalığı, Akatu (Tatlısu) köyünün kuzeyi ve Aşağı Dikomo (Dikmen) köyünün kuzeydoğusunda bulunanlar olduğu belirlenmiştir. Genellikle mağaralarda rastlanan Bodur Fil ve özellikle de Bodur Hippopotamuslara ait fosil kalıntılarının Radyo karbon analizleri, M.Ö 10.500 yılına ait olduklarını ortaya çıkartmıştır.
AYİA İRİNİ (AKDENİZ) AÇIK HAVA TAPINAĞI
Ayia İrini papazı Prokopios’un 1929 yılında Ayia Irini kilisenin güneybatısındaki tarlasında pişmiş topraktan yapılmış kırık figürin parçaları bulduğunu müzeye ihbar etmesi üzerine bu alanın kazısı Kasım 1929 – 1930 tarihleri arasında İsveç Kıbrıs Keşif Heyeti (SCE) adına Einar Gjerstad başkanlığında gerçekleştirilir. Kazılar sonucu figürinlerin bulunduğu alanda bir açık hava tapınağı saptanır. Tapınakta bulunan 2000’den fazla pişmiş toprak ve kireç taşı figürlerin yarısı şimdilerde Stockholm’daki Akdeniz Müzesinde (Medelhavsmuseet), diğer yarısı ise Lefkoşa’daki Kıbrıs Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir. Kazı çalışmalarından çok sonra bu alanın köşesine bir müze inşa edilmeye başlanmış olmasına karşın 1974 yılında yarım inşaat halinde iken damının çöktüğü ve günümüze sadece kalıntılarının geldiği bilgileri edinilmektedir.
Kazılarla açığa çıkarılan tapınak Kıbrıs’ın diğer arkaik dönem tapınakları gibi Geç Tunç III Devrine (M.Ö 1200 – 1050) tarihlenen bir yerleşim biriminin üzerine kurulup kullanılmaya başlanmış, ancak M.Ö 560 - 500 yılları arasında gerçekleşen üç ayrı sel baskınıyla tahrip olduktan sonra sonuncu sel baskınında tamamen terk edilmiştir. Tapınaktaki en güzel adak figürleri ile heykellerin tapınağın son safhasına ait olduğu ve bu alanın üç safhalı bir kullanım gördüğü belirlemesinde bulunulmuştur.
Tapınağın en alt katındaki birinci safhasında (M.Ö 1200 – 1050) etrafında düzenli dikdörtgen evler bulunan büyük bir açık avlu vardı. Bu evlerden bir tanesinin en alt katındaki kült evinde ziraatla ilgili kalıntılara rastlandı. Bunlardan biri bereket ile hasadı simgeleyen boğa figürüydü.
Tapınağın ikinci safhasında (M.Ö 1050 – 625), birinci safhadaki tapınak alanının üzeri kalın bir toprak tabakasıyla örtüldükten sonra buraya yeni bir açık hava tapınağı (Temenos) yapılır, çevresine ise kırmızı topraktan bir çevre duvarı (Peribolos) inşa edilir. Kutsal alanda alçak bir sunak ile şarap veya kan adağı akıtılan bir libasyon masası vardı. Sunağın çevresine yarım ay şeklinde dizilen pişmiş topraktan yapılmış adak figürinlerinin çoğunluğu boğa olup üzerleri kül ve hayvan kemikleriyle örtülmüş durumdaydı. Bu ise sunakta hayvan kurban edildiğine işaret etmekteydi. Pişmiş topraktan yapılmış olan boğaların bir önceki dönemde olduğu gibi bereketi simgelediğine şüphe yoktur. M.Ö VII. Yüzyıl’ın başlarında radikal olmayan bazı değişikliklere gidilir. Bu sefer adak hediyelerinin çoğunluğu, hayvan heykelleri, yarı insan yarı boğa olan Minotavroslar ve insan figürleriydi. Doğada toplu halde yaşayan ve ikinci derecede tanrı sayılan Minotavroslar tanrının hizmetkârı sayılırlardı. Bunların bazıları yılan tutar durumda tasvir edilmişlerdir. Yılan ise evlerin, verimlilik tanrısının veya ölümün simgesi sayıldığını biliyoruz. İnsan heykellerinin bazıları Hermaphrodit olup çift cinsiyetlidir. Basit olan erkek figürlerinin ise ibadet edenleri yansıttığı öne sürülmüştür.
Açık hava Tapınağının III’üncü safhası (M.Ö 625 – 500) zengin içerikli buluntular vermesi bakımından çok önemlidir. Bu safhada sunak ayni şekilde bırakılırken, eski tapınağın çevresine moloz taşlardan ikinci bir duvar yapılmış, kutsal alanın güneyine ise iki küçük oda ilave edilmiştir. Sunağın önünde yarım daire şeklinde dizilmiş durumda 2000’de fazla figürin vardı. Bunların ise ibadet etmek için tapınağa gelenlerin getirdikleri adak heykelleri olduklarına şüphe yoktur. Figürinlerin bazıları minyatür şeklinde, bazıları ise insan boyundaydı. Yüz hatları bazen elle, bazen ise siyah veya kırmızı boya ile belirtilmişti. Küçük olanlar sunağın hemen önüne, diğer büyükler ise küçük figürinlerin gerisine yerleştirilmiş durumdaydı. Burada figürin ile heykellerden ayrı olarak Skarabe (bok böceği) mühürler, demir, tunç ve fayanstan yapılmış aletler de saptanmıştır. Skarabe mühürler Mısır’dan (Suriye üzerinden) ithal edilmişler, ya da Kıbrıs’a kopya edilmişlerdi. Bu safhaya ait taş ile pişmiş toprak figürlerin benzerleri Vuni, Soli, Mersinaki ve Kition’da da bulunmuştur.
Tapınağın üçüncü safhasında bulunan kurban edilmiş boğalara ait olan başların arka kısımları noksan olduğundan bunların dini ayinlerdeki oyunlarda yüze maske olarak takıldıkları tahmin edilmiştir. Nitekim bu alanda boğa maskesi giyen pişmiş topraktan yapılmış bir erkek figürü bulunurken, tapınakta boğa figürinleri, konik başlığının kenarında boynuz bulunan bir erkek figürü, erkek geyiklere ait boynuzlar ve boğa kafatasları bulunmuştur. Bu ise bizlere, boğa ibadetine yorumlanan Antik Enkomi’de bulunan ‘Boynuzlu tanrı heykeli’ni anımsatmaktadır.
Tapınağın üçüncü safhasına ait olan pişmiş topraktan yapılmış figürinler, çift tekerlekli savaş arabası süren askerler, sürücüler, silahlı askerler, daire şeklini almış dans eden oyuncular ve daha başka figürinler de bulunmaktadır. Genellikle erkek olan figürinlerin çoğunluğu cepheden betimlenmiş olup uzun bir elbise giyerler. Başlarında kulaklık bağı bulunan sivri bir başlık ile miğfer vardır. Çoğunluğu sakallı olup kulaklarında küpe bulunmaktadır. Bazı figürler ellerinde adak hediyeleri, flüt ve tef tutarlar. Bazılarının yüzlerinde gülümseme ifadesi görülür. Figürinlerin çoğunluğu savaş sahneleri içerdiğinden, daha önceki dönemde bereket tanrısına ibadet edilirken, bu devirde savaş tanrısı ve sığırla ilgili bir tanrıya ibadet edildiği izlenimi edinilmiştir.
Tapınağın üçüncü safhası, ilk sel baskınının gerçekleştiği M.Ö 560 yılında sonra erer. Sel baskında, yerdeki küçük heykeller alüvyon tabakasıyla örtülür. Sel baskınından sonra tapınağa yeni bir çevre duvarı, yeni bir döşeme ve yeni bir kapı yapılarak ibadet sürdürülür. Yaklaşık olarak M.Ö 525 yılında ikinci bir sel baskını daha gerçekleşir. Bu nedenle tapınağa yeni bir zemin yapılırken, eski adak heykellerinin yanına başka adak heykellerinin konmasına da devam edilir. Ve tahminen M.Ö 510 – 500 yıllarında üçüncü bir sel baskınının gerçekleşmesiyle kutsal alan tamamen terk edilir. Bu tapınak M.Ö I’inci yüzyılda kısa bir süre kullanılmış olmasına karşın, adak amacıyla tapınağa sunulan hediyelerin çok fakir olduğu belirlemesinde bulunulmuştur.
AYİA İRİNİ KİLİSESİ
Erol Akcan ile Ioannis G. Kassinis’ın kayıtlarından, köyün batı çıkışında bulunan köy kilisesinin Ayia İrini (Ayia İrinyodissa) adına eski bir kilisenin kalıntıları üzerine inşa edildiği bilgileri edinilmektedir. Günümüze gelen iki rivayetten biri Roma dönemine ait olduğu, ikinci rivayet ise 1260 yılında bölgede yaşayan Ayia İrini isimli bir rahibe tarafından yapıldığı doğrultusundadır. İngiliz yazarlardan Rupert Gunnis ise 1850 yılında eski bir kilisenin üzerine inşa edildiğini yazmıştır. Kilisenin iç duvarında daha önceki yıllarda saptanmış olmasına karşın şimdilerde mevcut olmayan bir haç ile1833 tarihine dayanılarak mevcut kilisenin ya bu tarihte inşa edildiği, ya tamir edildiği, ya da ibadete açıldığı tahmin edilmektedir. Kilisenin iki ana giriş kapısından biri kuzeyde, diğeri ise batıdadır. Kuzey giriş kapısının üst başında bulunan kitabedeki harfler ile rakamlar yıprandığından deşifre edilmeleri şimdilik mümkün olmamıştır. Batı giriş kapısının iç kısmının üst başındaki Rumca yazıtın okunuşu ise şöyledir: “Bu kilise 14 Aralık 1960 Pazar günü, Girne metropolit piskoposu kutsal Kyprianos’un döneminde ve kutsal yerleri ziyaret eden Girne kazasına bağlı Ayia İrinili Chralambos Chirstofi Kelepeshi ile eşi Andriane’nin koruyuculuğunda kutsanmıştır." Kilisenin ana yolunda ise adak amacıyla mum yakılan bir mumluk bulunmaktadır.
KRAL MEZARI KURTARMA KAZISI
Akdeniz köyünün Paleokastro mevkiinde bulunan ve çok zengin buluntular vermiş olması itibarıyla yaygın olarak ‘Kral Mezarı’ olarak bilinen kayaya oyulan mezarın kurtarma kazısını Eski Eserler ve Müzeler Dairesi adına başkanlığımdaki bir ekiple 16 – 26 Aralık 1986 ile 2 – 10 Şubat,1987 tarihleri arasında gerçekleştirmiştim. Bu mezarı daha önce köşemde etraflıca ele alıp incelediğimden, bugün mezara sadece ana hatlarıyla değineceğim.
Loculuslu (nişli) olan bu mezar ilkin M.Ö 2’inci yüzyıl Helenistik dönemde kullanılmış ve Bizans İmparatoru Heraclius (M.S 610/11- Ocak 641) dönemi sonrasında ise kullanım dışı kalmıştır. Yaklaşık 800 yıl süreyle kullanım gören bu mezarın erken Hıristiyanlık döneminde bir yer altı tapınağı olarak kullanılmış olabileceği tahmin edilmektedir. Mezarda Helenistik, Roma ve Erken Hıristiyanlık dönemlerine ait sağlam durumda çeşitli malzemelerden yapılmış 711 adet eski eser saptanırken, bunların 53 adeti altın küpe, 1 adeti ise altın yüzüktür. Mezar buluntularının bazıları Girne Kalesi’nde açılan ayrı bir seksiyonda sergilenmektedir.
KIRK KULPLU KAZAN RİVAYETİ
Akdeniz köyü ile yakın çevresinde bir definenin gizli olduğu rivayeti geçtiğimiz günlerde Akdenizli sn. Serpil Sadrazam Kadıköy tarafından bilgime getirilmişti. Paleocastro’da kazı yapan İtalyan heyetinden öğrenilen bu söylentinin değişik versiyonlarını ‘Ağırda’ köyünün Viranlar mevkii, Galatya Muttari harabeleri ve Büyükkonuk Baruzo Bölgesindeki Ay. Yorgi kilise harabesi için de geçerli olduğunu köy araştırmalarım sırasında öğrenmiştim. Rivayete göre çok eskiden bir İtalyan kraliçesi, içi altınla dolu kırk kulplu bir kazanla Ayia İrini civarındaki bir servi ağacının yanında bulunan bir mağaraya (mezara) gömülmüş. Bu altınlar da, Kıbrıs’ta yedi yıl üst üste kuraklık olsa dahi Kıbrıs’ın nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamaya yeterli miktardaymış. Bu defineyi bulmak için çoğu kişiler kazı yapmış olmalarına karşın bugüne kadar bulunamadığı da anlatılmaktadır.
İTALYAN HEYETİN KORMACİT BÖLGESİNDEKİ YÜZEY ARAŞTIRMALARI
Adeniz köyünün kuzeybatısındaki Paleocastro antik sit alanındaki çalışmalar Vassos Karageorghis’ın danışmanlığında Roma’daki “Uluslar Arası Araştırma Konseyi Miken, Ege ve Anadolu Çalışmaları Enstitüsü” adına Prof Carlo Callavotti başkalığında gerçekleştirilmiştir.
Paleocastro kıyı kentinin önemli bir yerleşim yeri olduğu tahmin edilmesine karşın 1970 – 1973 yılları arasında burada sürdürülen kazılar tamamlanmadığından tarihi geçmişi ile tanımı hakkında detaylı bilgilere sahip değiliz. İtalyan heyeti ilkin Kormacit bölgesindeki arkeolojik kalıntıların belirlenmesi amacıyla 1969 yılında başlayarak 1972 yılına kadar devam eden bir dizi topoğrafik çalışma gerçekleştirilirken, bu çalışmalar batıdaki Akama’ya da kaydırılır. Böylece deniz kenarlarında incelenen alanlarda Neolitik dönemden başlayarak Geç Bizans dönemine kadar tarihlenen değişik kalıntılara rastlanır. Kormacit bölgesindeki Kornos, Orga (Kayalar) ve Galala’da “A Seramik Neolitik” kalıntıları bulunurken, Kornos’da ayrıca Helenistik-Roma devirlerine tarihlenen tahkim edilmiş bir kale de saptanır. Paleocastro çevresindeki Kormacit (Koruçam), Orga (Kayalar) ve/veya Liveras (Sadrazam köy) topraklarında bulunan Anaphantis, Bachatos, Paleomandra, Kharisa (Serissa) Chiflik, Prosikomi, Capo Meridjin ve Litratis mevkilerindeki yüzey araştırmalarında Helenistik ile Roma dönemlerine ait yerleşim yerleri ile taş ocakları bulunur. Paleocastro’daki çalışmalar sırasında ise kalesinin kuleleri, nekropol (mezarlık) alanları, tapınakları ve yapıları da belirlenmiş olur.
Paleocastro kazılarında çalışan Akdenizli Serpil Sadrazam Kadıköy’ün bilgime getirdiğine göre, İtalyan heyetin çalışmaları her yılın Ağustos sonunda başlayıp Kasım ayı ortalarına kadar yaklaşık üç ay sürmekteydi. Serpil hanım kazılardan çıkan eski eserleri Şenay Mavigözlü Paşa ile birlikte temizleyip yıkarken, arazideki kazı çalışmalarında ise 22 kişilik bir ekip çalışmaktaydı. Kazının genel başkanlığını Carlo Callavotti, arazideki kazı çalmalarının başkanlığını ‘ERBERTO’ ve kazılarda çıkan eski eserlerin temizleyen ekibin başkanlığını ‘LİVİO’ yapmaktaydı. Kazı ekibinde çalışanların haftalığı ise 22 Kıbrıs Lirasıydı.
----------------------------------------------------------------------------------------------
Gelecek Hafta
İtalyan heyetinin ‘Paleocastro kenti’ kazıları