Akıncı istifa
Bir siyasetçimiz, ortak bir tanıdığımıza, “O’nun yazdıklarına/söylediklerine pek aldırış etme, çünkü ‘BİZDEN’ değil” demişti arkamdan bir gün.
Bu kişinin, beni İtibarsızlaştırmak maksadıyla hakkımda yaptığı bu yorumu duyduğumda, niyetinin tam aksine, kendimi iyi hissettiğimi hatırlıyorum.
İyi hissettim, çünkü O’nun (onların) anladığı şekliyle ‘BİRİNDEN’ olmak, ne meslek ahlakımla ne de dünyaya ve etrafımda olup bitenlere bakarken kendimce belirlediğim ilkelerle örtüşmez, örtüşemez.
Bu nedenle de ‘Bu BİZDENDİR’ deseydi, benim için esas zul, o olurdu; yorumu için müteşekkirim.
Futbol takımı tutarcasına siyasi parti tutmayı, sorgulamadan, koşulsuzca bir partinin ya da bir siyasi figürün arkasından yürümeyi, kimse kusura bakmasın ama tribün amigoluğuna benzetirim.
Hakem aleyhte penaltı noktasını mı gösterdi, başla yuhalamaya!
Tam tersini mi yaptı, bu sefer de başla alkışlamaya.
O penaltının yerinde bir karar olup olmadığına, ceza sahasında kusurlu hareket var mı yok mu bakmaya lüzum yok.
Amigonun görevi o değil zaten.
Çoşkuyu ver, gayrı gerisine karışma…
Bizde de siyaset tam böyle.
Bir arpa boyu yol alamayışımız da bundan değil mi ki zaten?!
Falanca seçimde filan partiyi/adayı desteklemiş ve sonrasında bu desteğini bir başka partiye/siyasetçiye yöneltmişsen, yaftan hazır; döneksin.
Oysa kimse bakmıyor, nereden ‘dönmüş’ bu insan.
Temel ilkelerden mi dönmüş?
Bir ideolojinin, temel prensiplerinden mi dönmüş?
Dün süte beyaz darken, bugün kara mı demeye başlamış?
Kimse, bir siyasi partinin ya da bir siyasi figürün, insanların politik ve ideolojik beklentilerini karşılayabilmekten uzak düşmüş olabileceğine ihtimal vermeye ve bu ‘sorunu’ ortadan kaldırmak amacıyla yeni bir siyaset üretmeye kafa yormaya ihtiyaç duymuyor.
İşin kolayı oracıkta dururken, insanları ‘bizden olanlar ve olmayanlar’ diye sınıflandırıp, gerekli gördükleri durumlarda da ‘satılmış’ ilan edip bundan ‘tuhaf’ diyebileceğim bir haz almak dururken, ne gerek var az biraz da olsa düşünmeye, sorgulamaya, özeleştiri yapmak gibi tehlikeli sulara dalmaya, öyle değil mi?
O kadar ki, artık ölüm tehdidi ‘YARIŞTIRMA’ noktasına kadar vardık.
‘Bizim tehdit, sizinkini döver’!
He, döver.
Bekleyelim, hele bir bomba konursa, o vakit düşünürüz, olması gereken tepkiyi verip vermemeyi.
Bu nedir arkadaş?
Bırakın tepki vermeyi falan, ‘nasıl yaparız da yereriz, aşağılarız, önemsizleştiririz’ derdine düşülmüş.
‘Kurtulmak yok tek başına, ya hep beraber ya hiç’ diye inleyen meydanlardan, geriye kala kala bu kalmış.
Yazıktır.
Bu işin ‘SİZİ-BİZİ’ yok!
Göremiyor muyuz karşımızdaki tehlikeyi?
Göremiyor muyuz bu ‘burun kıvrılan’ tehditlerin aslında neyi hedef aldığını?
Bu kadar mı körleştirdi seçim hırsı bizi?
Ne yazık ki, bu kadar!
İşte bu yüzden, Cumhurbaşkanı Akıncı bir an önce istifa etmeli, Anayasa’nın 104’üncü maddesi gereği 45 gün içerisinde seçime gidilmeli ve bu akıl tutulması hali bir son bulmalıdır.
Akıncı’nın, seçimin Ağustos’a çekilmesi teklifini, ‘Biz çok hızlı bir yükselişteyiz, bunun önüne geçmek için yapılmış bir taktiktir’ diyerek reddedenlerin de, (madem ki yükselişteler) bundan endişe etmesine pek gerek yok.
Bitsin bu seçim, kazanan da kaybeden de belli olsun, herkes yerini bilsin ve artık önümüze bakalım.
Yoksa bu körlükle, yakında toptan uçurumdan yuvarlanacağımız gün gelecek ve biz o gün de büyük ihtimalle, hangimiz daha iyi ‘YUVARLANIRIZ’ yarışında ter döker olacağız.