Akıncı ve Diğerleri
Özetin özeti aslında, Kuzey Kıbrıs’taki siyaset artık Akıncı ve diğerleri diyerek ikiye indirgenebilir. Cumartesi akşamı Sn. Akıncı’nın Türkiye’nin Kuzey Suriye’de sürdürdüğü harekata ilişkin yaptığı açıklama Kuzey Kıbrıs siyasetinde çoğu zaman konjonktüre göre fırıl fırıl dönen ve oynayan taşların çok net olarak yerli yerine oturmasını sağladı.
Türkiye’deki iktidar tarafından yürütülen harekatın adı “Barış Pınarı” konulmasına rağmen orada akanın su değil kan olduğunu belirten ve taraflara diyalog çağrısı yapan Akıncı’ya birçok Kıbrıslı Türk tarafından destek mesajları yağarken, özellikle dış kaynaklı tepkiler de gecikmedi.
Elbette siyasetini Türkiye’deki siyasi iklime ve verilecek para yardımlarına göre belirleyen “içimizdekiler” bu açıklamaya ilk tepkileri gösterenlerdi. Bizi oldukça şaşırtan ise geçmişin solcularının adeta savaş tamtamları çalanların saflarında yer alması, dikkatle seçilen kelimelerle orada yürütülen savaşa destek veren, Erdoğan iktidarına başarılar dileyen açıklamalar yapmalarıydı.
Sn. Akıncı’nın gayet sağduyulu ve diyaloğu vurgulayan açıklamasına bu denli tepki gösterilmesinin ve sürdürülen savaşa adeta destek olunmasının sebebi elbette 2020’deki Cumhurbaşkanlığı seçimi.
Yaşanan tüm bu süreçte Kudret Özersay’ın, Ersin Tatar’ın, YDP’nin açıklamaları şaşırtıcı olmasa da CTP’nin en büyük sol parti olarak net bir duruş sergilemesi beklenirdi ancak o net tavır ve ses bir türlü gelmedi. Şahsi gözlemim CTP’nin yurtsever tabanının da bu durumdan ciddi rahatsızlığı olduğu yönündedir. Sn. Erhürman’ın Türkiye’deki iktidarla olan ilişkilere özel önem verdiğini biliyoruz. Ancak bu durum CTP’yi diğer partilerden ayıran özelliklerine, sol değerleri taşıdığı söylenen politikalarına zarar verici boyuta gelirse ne yapılmalıdır? İlişkilerde gösterilen bu hassasiyeti biliyoruz ki sadece KKTC partileri gösteriyor, Türkiye’deki hiçbir partide bu konuda bir hassasiyet yok. O halde başkalaşmak yerine değerleri terk etmeden kan dökülen her savaşa, özellikle komşu ülkelerde akan her kana ve sivil ölümlere karşı net bir tavır sergilemek tarihsel olduğu kadar solun vazgeçilmez vicdani sorumluluğudur da aynı zamanda. Sağ partiler Ankara’daki iktidarla kucaklaşırken solun derdi her şeye rağmen insani değerleri savunmak olmalıdır. Eşitliği, adaleti ve insan kalabilmeyi.
Orada sürdürülen savaş neden bizim için önemlidir?
Sol değerleri savunan ve enternasyonal bir dayanışmanın önemini bilenler için nerede savaş, acı ve gözyaşı varsa orada sesin yükselmesi, tepki gösterilmesi, ezilenlerin ve yurtlarından olanların yanında yer alınması önemlidir. Aksi durumda sol adına söyleyeceğiniz her şey zamanında sustuklarınızla ölçülecek, biçilecek ve ona göre değer verilecektir.
Yapılan tüm açıklamalara bakıldığında neredeyse hiçbir “deneyimli” siyasetçinin Akıncı’ya destek olmadığını göreceğiz. Bu suskunluğun sebebi adeta kutsallaştırılan Ankara-KKTC ilişkileri zarar görmesin, mali politikalar etkilenmesin diye yapılıyorsa bu kadar ikircimli olmanın da elbette bedeli vardır. Kendi seçilmiş toplum lideriniz savaşa savaş dediği için hakaretlere uğruyor, Ankara’daki yetkililer tarafından türlü aşağılamalara maruz bırakılıyorsa bunun sorumlusu sessiz kaldığınız, başınızı kuma gömdüğünüz ya da kukla olmayı seçtiğiniz için olabilir.
Sadece Sn. Akıncı değil tüm toplum derin bir linçe maruz bırakılıyor. Edilmeyen hakaret yok, ilhak ve fetih çağrıları yapılıyor. Hatta doğrudan Kıbrıslı Türklere karşı harekat düzenlenmesi çağrısı bile var. AKP Parti Sözcüsü Ömer Çelik Akıncı’nın 1974’te şehit düşenlerin kemiklerini sızlattığını söylüyor, Akıncı’yı basiretsiz olmakla itham ediyor. 2012’de partiden partiye koşuşturan ve nihayetinde AKP’ye varan AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş “Akıncı yakın tarihi okusun, bilmediklerini büyüklerinden öğrensin” diyor. Sizce, Akıncı’nın 71 yaşında olduğunu ve bifiil Yunan Faşist Cuntasının yarattığı 1974 müdahalesinde savaşan bir mücahit olduğunu bilmeden mi açıklama yapıyor? Hayır, Akıncı’ya seçildiği günden bugüne kadar söylemediğini bırakmayan bu zihniyetin amacı, karşıtlık yaratıp iktidar tazelemek. Kendi iktidarına tabi olmayan, farklı düşünen yüzbinlerce insana yaptıklarını yakın zamanda gördük, görmeye de devam ediyoruz. Türkiye hukuk tarihinin darbe zamanları dahil olmak üzere görmediği kadar hukukun, insan hakları düzeninin tasfiye edildiği bir dönemde kalkıp barış dileyen, diyalog çağrısı yapan bir siyasetçi olması onlar için bulunmaz bir fırsat. Yakın zamana kadar terör örgütü dedikleri yapılarla kol kola açılışlar yapan, diyalog toplantıları düzenleyen, onları otobüslerin üzerinde karşılayan ya da seçimlerde Kürt Açılımı adı altında oy isteyen Akıncı değildi. Değil mi? Bu ne yaman çelişkidir ki bugün Akıncı’yı ve ona destek verip Cumhurbaşkanı seçen % 60.5 KKTC seçmenini hainlikle ve teröre destek vermekle suçluyorlar.
Erdoğan’ın Akıncı’ya tepki olarak yaptığı açıklama ise Türk dış politikası için tarif edilemez kadar büyük bir itiraf niteliğinde.
Türkiye’nin halk oyuyla seçilmiş Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle diyor:
“KKTC Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları tam anlamıyla hadsizliktir. Oturduğu makam Türkiye Cumhuriyeti sayesinde verilmiş bir makamdır. Önce haddini bilmelidir.”
Erdoğan’ın Kıbrıslı Türklere “besleme” dediği günler belki çok geride kalmış olabilir. Ancak bu itiraf KKTC’nin ne olduğuna dair Rum tezlerini güçlendiren, destekleyen bir açıklama. Kıbrıslı Türklerin kendi seçtikleri Cumhurbaşkanlığı mevkiisini bu kadar aşağılayan, değersizleştiren, adeta o koltuğun ne kadar sahte olduğunu tüm dünyaya ilan eden başka bir açıklamayı ben bugüne kadar duymadım. Üstelik Erdoğan bu açıklamayı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üç garantör ülkesinin birinin baş komutanı olarak yapıyor. Ardından da ekliyor, 22 Ocak öncesi yaptığı çağrıyı yineleyerek: Kıbrıs’taki soydaşlarımızın ona gerekli cevabı vereceğinden eminim, diyor !
Biat Kültürü ve Makul Siyasetçiler
Ne kadar da boynumuz bükülmeye, mali politikalar için susmaya, kimliğimiz ve irademiz aşağılanırken bir “hiç” olmaya alıştırıldık! Her fırsatta Ankara’nın izlediği politikaları eleştirdiğimizde bunu Türkiye düşmanlığı ve Rumculuk olarak kabul etmek isteyen, bunu siyasetimize bir dil olarak kazıyan, bu aşağılık söylem üzerinden Kıbrıslı Türklerin Türkiye’deki halklarla değil, uluslararası hukuk dışında yol izleyen iktidarlarla sorunu olduğunu vurgulayan açıklamalar yapsak da olmuyor. Çünkü bizim “yerlilerimiz” siyasi rant uğruna hemen bayraklarla döşedikleri açıklamalara sarılıp, militarist bir amnezi hastalığına tutuluyorlar. Unuttukları, sırt çevirdikleri, oy uğruna sattıklarının aslında 1974 öncesinde bu ülkede yüzyıllar boyunca varoluş mücadelesi veren kendi atalarımız olduğunu unutarak, unutmak isteyerek.
Ama hayır.
Sloganlara dayalı bir siyaset üretmek elbette kolaydır, bir iki kelimeyi yan yana getirip halkı galeyana getirmek, oy devşirmek için kimlik siyaseti yapmak işin kolayıdır.
Bize düşen görev önce tüm Kıbrıslıların çıkarına olacak bir çözüm modelini ivedi şekilde tartışmak ve yine ivedi şekilde hayata geçirmektir. Çünkü bu kadar yıl bu topraklarda barış istediğimiz için içte, tek derdi koltuk olan sahte siyasetçiler, dışta ise tek derdi kendi stratejik çıkarları olanlar tarafından yapılan aşağılamalar ve hakaretler arş-ı alayı aştı.
Artık sabır bile taştı.
Bizim bundan sonra sağduyulu, sadece kendi ülkesinin çıkarlarını gaile edinen, yurtsever siyasetçilere ihtiyacımız var. Sn. Akıncı’yı yaptığı bu cesaret gerektiren açıklamasından dolayı tebrik etmek, susanları ise bir yere kaydetmek gerek. Eğer Akıncı karar verip aday olursa diğer kendini sol kabul eden tüm partilerin tarihsel bir sorumluluk yüklenerek aday çıkarmaması gerek. Doğrusuyla yanlışıyla, zaman zaman kurulu düzenin bekçilerini sevindiren hatalı açıklamalarına rağmen, Sn. Akıncı bir sonraki seçimlerde yurtsever Kıbrıslıların liderliğini yeniden omuzlayabilecek tek kişidir.
Sağ partilerde sırtını bu toplumun kimliğine ve iradesine dönenler, kendi savunduğu devletin Cumhurbaşkanı aşağılanırken alkışlayanlar ise oy pusulalarında mühür aramaya devam etsinler.
Mühür çoktan vuruldu.
Kıbrıslı Türkler bugünleri unutmayacaklar.